Türkiyedeki başörtüsü sorunu uluslararası organlar önündeki macerası henüz bitmedi
Abone olCEDAWın, 8/2005 başvuru Nolu kararıyla söz konusu başvuruyu kabul edilemez bulduğu doğrudur. Ancak bu, usul nedeniyle verilmiş bir karardır. Komite, kararını başvurucunun ulusal mahkemeler önünde öğretmenlikten ihraç işleminin cinsiyet ayrımcılığı olduğunu ileri sürmediği ve bu nedenle iç hukuk yollarını tüketmediği gerekçesine dayandırmıştır. Dolayısıyla ortada kamu görevlilerine yönelik başörtüsü yasağının esasına dair herhangi bir karar yoktur. Hemen belirtmek gerekir ki, bu ret kararı devletin/hükümetin yaptığı iyi savunmadan dolayı kazandığı bir zafer değildir. Tersine, evlere şenlik bir savunma yapılmıştır. Devlet, bir yandan aynı konunun AİHMde Leyla Şahin kararıyla daha önce görüldüğünü, bu nedenle Komite tarafından ele alınamayacağını iddia etmiş, diğer yandan da başvurucunun TBMM Dilekçe Komisyonuna mağduriyeti hakkında şikayette bulunmadığı için iç hukuk yollarını tüketmiş sayılamayacağını ileri sürmüştür. Bu iddiaların tamamını Komite ya reddetmiş ya da değerlendirmeye almamıştır. Sonuçta, savunmayı hazırlayan görevlilerin aklına gelmeyen, fakat uluslararası hukuk veya insan hakları dersi alan hemen hemen tüm lisans öğrencilerinin bildiği bir usul kuralından dolayı Komite başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
Usul hatasından kaynaklanan sorunlar
CEDAW, başörtüsü hakkında karar veren tek BM organı değildir. Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesinin denetim organı olan BM İnsan Hakları Komitesinin (İHK) başörtüsü yasağının esasına ilişkin verdiği bir karar vardır. Başvurucu Raihon Hudoyberganova, Taşkentte öğrenim gören bir üniversite öğrencisiyken Eylül 1997den itibaren kendisine başörtüsünden dolayı baskı yapıldığını, ailesinin çağrılarak uyarıldığını, derslere alınmadığını ve nihayet üniversiteden uzaklaştırıldığını ileri sürmüştür. 15 Mayıs 1998 tarihinde çıkarılan bir kanunla Özbekistanda kamusal mekanlarda başörtüsü yasaklanmıştır. İHK, Bayan Hudoyberganovanın başvurusu üzerine 5 Kasım 2004 tarihinde verdiği kararında başvurucunun din özgürlüğünün ihlal edildiğini tespit etmiştir (Başvuru No: 931/2000). İHK, kararı şu ilkeler temelinde gerekçelendirmiştir: Bir kişinin dinini açığa vurma özgürlüğü, onun kamusal alanda inancına veya dinine uygun kıyafetleri giyme hakkını da kapsar. Ayrıca, bir kişinin kamusal veya özel alanda bir dinî kıyafeti giymesini engellemek, bireyin belli bir dini benimseme özgürlüğünü imkansız kılan zorlamaları yasaklayan 18. maddenin (2. paragraf) ihlali olarak değerlendirilebilir. Komitenin 22 Nolu genel yorumunda da (paragraf 5) belirtildiği üzere, eğitim kurumlarına devamın sınırlandırılmasında olduğu gibi doğrudan zorlama veya etkiyle aynı amaca hizmet eden politika ve uygulamalar 18. maddenin 2. paragrafı ile bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan Komite, din özgürlüğünün mutlak olmadığını, kamu düzeni, sağlığı ve ahlakını veya başkalarının temel haklarını korumak amacıyla kanunla sınırlandırılabileceğini de vurgulamıştır. Komiteye göre, taraf devlet, başvurucunun başörtüsüne yönelik yasağı temellendiremediği, yasağı haklılaştırmaya yönelik hiçbir geçerli mazeret ileri süremediği için Sözleşmenin 18. maddesinin 2. paragrafı ihlal edilmiştir. İHKnın, kararın uygulanması ile ilgili ifadeleri de şu şekildedir: Sözleşmenin 2. maddesinin 3. paragrafının (a) bendi uyarınca, taraf devlet, Bayan Hudoyberganova ile ilgili etkili bir çözüm yolu sunma yükümlülüğü altındadır. Ayrıca taraf devlet gelecekte benzer ihlalleri önlemeye yönelik tedbirleri de almak zorundadır.
TBMMnin İnsan Hakları Komitesine bireysel başvuru yolunu açan ihtiyari protokolü 1 Mart 2006 tarihinde kabul etmesi, Türkiyedeki başörtüsü sorununun uluslararası organlar önündeki macerasının henüz bitmediği anlamına geliyor. Meclis bu protokolü onaylarken bazı çekinceler koymuştur. Komitenin yetkisinin; a) bireyler tarafından iletilen şikayete konu sorunun, başka bir uluslararası çözüm veya soruşturma usulü tarafından zaten incelenmiş veya incelenmekte olduğu durumlara ilişkin şikâyet bildirimlerini kapsamadığı, b) Protokolün Türkiye Cumhuriyeti açısından yürürlüğe girdiği tarihten sonra Türkiye Cumhuriyetinin ulusal sınırları içerisinde meydana gelebilecek fiiller, ihmaller, gelişmeler veya olaylardan kaynaklanan ihlal iddialarına ilişkin şikayet bildirimleri ile sınırlı olduğu, c) Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 26. maddesinin ihlal edildiği iddiasını taşıyan şikayetlerde, söz konusu Sözleşmede garanti altına alınan haklar dışındaki haklara atıf yapılan ihlal iddialarına ilişkin şikayet bildirimlerini kapsamadığı belirtilmiştir. Türkiye, 1990da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini tanırken de egemenlik alanı ile ilgili (yer bakımından) çekince koymuştu; ancak AİHM bu çekinceyi kabul etmeyerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin egemenlik alanındaki bir ihlal iddiasını görüşerek Türkiyeyi mahkum etmişti.
Asıl gelişmelerin ayak izleri...
Diğer yandan, Türkiyenin birinci çekincesi geniş yorumlanmaya müsait görünmektedir. Nitekim, Rahime Kayhan ile ilgili CEDAW önündeki başvuruda, hükümetin iddiası Leyla Şahin kararı ile mevcut başvurunun mahiyeti itibarıyla aynı olduğu, dolayısıyla aynı konunun yeniden görüşülmemesi gerektiği yönündeydi. CEDAW, bu argümanı İnsan Hakları Komitesinin konuyla ilgili görüşünü hatırlatarak reddetmiştir. İnsan Hakları Komitesine göre, İhtiyari Protokolün 5. maddesindeki aynı konu kavramı, aynı kişiyle ilgili, kişinin kendisi veya onun adına hareket eden birisi tarafından başka bir uluslararası organa sunulan aynı iddiayı içermektedir (Fanali v. Italy, Başvuru No: 075/1980). Sözgelimi, AİHM tarafından başvurusu sonuçlanan Leyla Şahin aynı konuda BM İnsan Hakları Komitesine başvuramaz. Ancak, başörtüsü yasağından dolayı din özgürlüğünün ihlal edildiğini düşünen ve AİHMye gitmeyen kişilerin İnsan Hakları Komitesine başvuru yapabilecekleri açıktır.
Asıl önemli sorun, Türkiyeden yapılacak başvurularda İnsan Hakları Komitesinin Hudoyberganova kararı doğrultusunda karar vermesi durumunda ortaya çıkacaktır. AİHMnin Leyla Şahin kararı sonrasında bu iş artık bitmiştir diyenlerin böyle bir durum karşısında nasıl bir tavır takınacakları merak konusudur. Sonuç olarak, İnsan Hakları Komitesinin kararlarının, tıpkı AİHMnin ihlal kararları gibi, bağlayıcı olduğu düşünüldüğünde, önümüzdeki dönemde başörtüsü konusunda ilginç gelişmelerin ve tartışmaların yaşanacağını söylemek kehanet olmasa gerek.
Doç Dr. Zühtü Arslan-ZAMAN