Bizdenleştiremediklerimizden misiniz?
İstihbarat memuru gibi geçmişler karıştırılıyor ve karalama taktiği eşliğinde ithamlar ile moda işlenmiş oluyor.
Dost meclislerinde birbirimizin dil yeteneklerini sınadığımız “Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” diye, tekerleme gibi bir söylem/deyim vardır. Her ne kadar biz bunu eğlence amaçlı kullansak da gerçek hayata uyguladığımızda hiç de hoş olmayan bir ötekileştirmeye maruz kalır insanlar.
Maalesef bugünlerde toplum hayatımızda yukarıda zikrettiğim tekerlemenin “Bizdenleştiremediklerimizden misiniz?” versiyonu kullanılıyor.
Toplum “biz” ve “siz” olarak iki parçaya bölünmüş durumda maalesef. Üstelik bunu yaparken “bizden” olanları her türlü hatalarına ve günahlarına rağmen sahipleniyoruz.
Çocukluğumda “aşağı mahalle”, “yukarı mahalle” ayrışması vardı ama bu genellikle futbol maçı yapacağımız zaman kullanırdı ve sadece maç ile sınırlı kalırdı. Ancak bugünkü kamplaşmalar maalesef çok derin travmalar meydana getiriyor toplum hayatımızda.
İşin en kötü olan tarafı ise yanlış tarafı yapan kim olursa olsun sorgusuz sualsiz sahiplenilmesi. Adeta “bizim yanlışımız yanlış değildir” mantalitesi hâkim maalesef.
Üstelik bu yanlışı dile getiren “biz”den birisi olsa bile hemen “linç” edilmeye çalışılıyor diyeceğim ama çalışılmıyor, ediliyor. Aykırı ve doğruları dile getiren sesler “aşağı mahalle”de de “yukarı mahalle”de de rağbet görmüyor.
Sosyal medya ile gündemimize giren son dönem moda kavramımız olan “linç” girişimi ile karşı karşıya kalıyoruz.
İstihbarat memuru gibi geçmişler karıştırılıyor ve karalama taktiği eşliğinde ithamlar ile moda işlenmiş oluyor. Bu modayı, iletişim ağları ve sosyal medyanın bütün mecralarında müşahede edebiliyoruz.
Üstelik bu “linç” girişimi fikir bazında yapılmıyor. Adeta bel altı vurarak veya alenen suçlayarak, bir yerlere monte etmeye çalışılarak yapılıyor. Keşke bu linç girişimleri fikir bazında olabilse.
En azından nerede yanlış yaptığımızı görür, yanlışlarımızı düzeltiriz. Ama sanki medeni bir toplumda yaşamıyormuşçasına asılsız ve mesnetsiz suçlamalar havada uçuşuyor.
Oysa hakikati dile getiren düşmanım bile olsa teşekkür etmek gerekmez mi?
Yanlışı yapan bizden birisi olsa bile onu ikaz etmek gerekmez mi?
Hayır, maalesef böyle yapılmıyor.
Böyle yapılmadığı için de toplum olarak her geçen gün daha fazla uçlara savruluyoruz. Korkarım bu gidişle savrulduğumuz uçlar bizim uçurumumuz olacak.
Oysa aşağıda alıntıladığım yaşanmış hikâye hak ve hakikati dile getirme noktasında bize yol gösterici olması gerekmiyor muydu:
"Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethinden sonra şehre yaptıracağı yeni camiin belli bir sayıda sütuna oturtulmasını ister ve Rum mimar Sinan Atik'e bu mevzuda talimat verir. Fakat Rum mimar, bu talimata uymayarak sütun sayısını eksik tutar ve Fatih'e göre önemli bir mimarî hata işler. Bunun üzerine Fatih, Rum mimarın elinin kesilmesini emreder ve mimarın eli kesilir. Bunun üzerine eli kesilen Mimar Sinan Atik, Padişah aleyhine dava açar. İstanbul Kadısı Hızır Bey hiç çekinmeden mimarın şikayetini kabul ederek davayı açar.
Davalı Padişah, mahkeme günü mahkeme salonuna geldiğinde davacından biraz daha ön tarafta oturması üzerine uyarılarak aynı hizaya geçer ve kararı da yine aynı hizada ve ayakta dinler. Üsküdar'da ifa edilen mahkemenin sonucunda Rum mimar Padişah aleyhine açtığı davada haklı bulunur ve Fatih Sultan Mehmet’in kısas ile aynı şekilde elinin kesilmesine karar verilir.
Bir cihan sultanının aleyhine çıkan kararla irkilen Rum mimar bu adaleti gördükten sonra -ailesinin geçinebileceği nafakanın temini şartıyla- davasından vazgeçer. Ve böylece davacının geri adım atmasıyla Fatih'in eli kesilmekten kurtulmuş olur. Fatih -şahsi mal varlığından karşılanmak kaydıyla- günde 10 altın tazminata mahkûm olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden 20 altına çıkarır.
Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre Fatih, mahkemeden sonra Hızır Çelebi'ye dönerek: "Eğer Allah'ın hükmüyle hükmetmeseydin, şu kılıçla senin kelleni indirecektim!" der. Bunun karşısında Hızır Çelebi de "Eğer verdiğim hükmü kabul etmeseydin, ben de adaleti uygulayacaktım!" diyerek sakladığı hançeri gösterir."
Hak ve hakikatin “biz” veya “siz” diye ayrıştırılmadığı günlerde buluşmak dilek ve temennileriyle…