Ali Atıf Bir, türkücü Tatlıses'in yazarlığını gündemine taşıdı. Hem de ne taşımak. Bir'in bu yazısı medya da çok ses getireceğe benziyor. İşte A. Atıf Bir'in yazısından ayrıntılar;
Abone olAli Atıf Bir'in bugünkü yazısında boy hedef türkücü İbrahim Tatlıses oldu. Bir yazısın başlığında olduğu gibi "İbo’nun yazılarını kim yazıyor" iddiasını attı ortaya. Sanırız ki bu iddia medya dünyasında ses getirecek gibi. Özellikle Bugün Gazetesi'nin yönetici kadrosundan bakalım nasıl bir cevap gelecek. Bekliyip göreceğiz. İşte Ali Atıf Bir'in yazısı;
yazı: Ali Atıf Bir
Kaynak; www.hurriyet.com
İbrahim Tatlıses’in sesine, sanatına bugüne kadar en ufak bir söz etmedim.
‘Ayağında Kundura’dan bu yana birçok Tatlıses türküsü, şarkısı beni heyecanlandırmış, severek dinlemişimdir. İbrahim Tatlıses’in küçümsenecek bir yanı yok. Aksine ciddiye almak lazım, ben alıyorum.
Tatlıses’in sevenleri fazla, onu taklit eden çok sayıda da genç var.
Ama o kadına bakışı, ‘maço’ erkek tavırları, çevresi, ‘vurunları ve durunlarıyla’ bir dönem korku imparatorluğu yarattı.
Hálá da bu bakış açısından (bakınız Kadınlarımız yazısının içeriği) kurtulduğunu söylemek zor. Sürekli eleştirdiğim nokta, bu nokta..
Tatlıses, sıradan biri gibi davranamaz. Çünkü çok ünlü. Bu ülkede kadına yönelik şiddet, aşağılama had safhada.
Üniversite hocalarının bile (Deniz Gökçe, galiba ekonomi doçentiymiş. Çok emin değilim) kadını ‘kum torbası’ sandığı bir ülkede İbrahim Tatlıses’lere ‘Sorumluluklarınızı bilin!’ dememin neresi yanlış?
Tatlıses’in ‘yazarlığına’ gelince. Şaka gibi. Ciddiye almam mümkün değil. Konuşurken yaklaşık 100 sözcükten öteye gidemeyen Tatlıses’in ‘Ahkam-ı Kamil’ deyimini bildiğine inanmamı beklemeyin.
‘Kadınlarımız’ yazısını da ıkına sıkıla ‘birine’ ‘dikte’ ettirerek yazdırdığı çok belli. Tatlıses ‘yazarlık’ yapmıyor, ‘yazarcılık’ oynuyor.
Kusura bakmayın, ben oyuna alet olamayacağım.
300 milyon dolara yüzde 3 izlenme payı..
TRT şişirilmiş kadrolarıyla, verimlilik sorunlarıyla, resmi gazete haberciliği ile hep sorundu ama hiçbir zaman bu kadar kötü duruma düşürülmemişti.
Hallere bakın. Bir TRT Genel Müdür Danışmanı program yayınlamak için rüşvet alıyor. Rüşvet skandalının nerelere varacağı belli değil.
AGB sonuçlarına göre de TRT, Kanal 7, TGRT ve STV’ye bile geçilmiş durumda.
Yüzde 3 pazar payı gittikçe daha küçülüyor. 300 milyon dolara yüzde 3 pazar payı.
Yani her yüzde bir için, 100 milyon dolar..
İnsaf! Türkiye bu kadar zengin değil. Bu verimsizliğe bir el atılmalı. TRT baştan sona değişmeli.
Çalışan 9 bin kişiye ‘Bir şey yapamayız’ deniyorsa, TRT mutlaka özelleşmeli.
Yeni bir kamusal kanal kurulmalı.
Devletin elinde dört kanal var.. Bunları gerektiği gibi kullanamıyor. Daha sonra kalkmış bazıları medyada tekelleşmeden söz ediyor.. Komik.. Gerçekten çok komik.
Zuhal Olcay hiç süzülmedi..
Bu sezon Cine 5’teki Başka Yerde Yok’un esas oğlanı benim, esas kızı da Seray Sever. Programa başlayalı 12 gün oldu.
Yaklaşık 50’ye yakın konuk ağırladık.
Günler geçtikçe alıştım. Üstelik programa gelen konuklardan, onlarla yaptığım sohbetlerden, Seray’la yaptığımız ekran önü didişmelerinden bayağı bir keyif almaya başladım.
Nasıl keyif almayayım? Her konuk ayrı bir dünya. Aralarında yıllardır tanışmayı istediklerim var, sadece yakından görmeyi istediklerim var. Bir de tabii ki hakkında yorum yaptıklarım var.
Geçen haftanın konuklardan biri Zuhal Olcay’dı. Yayın anında daha söze başlayıp, ‘Bakın süzüm süzüm süzülmüyorum’ demesiyle, başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Dedim ki içimden ‘Yandık! Hesap kesmeye gelmiş...’
Neyse ki korktuğum olmadı. Seray’la birlikte, Zuhal Olcay’la keyifli bir sohbet yaptık. Albümünü anlattı, yeni filmini anlattı.
Ve hiç süzüm süzüm süzülmedi. Çok eğlenceli bir program oldu, Olcay algıların aksine, hiç de öyle hüzün kadını olmadığını kanıtladı. Karizmatik bir kişiliği var.
Etkilenmemek mümkün değil.
Program boyunca ne ben, ne de Seray, Zuhal Olcay’a ‘özel hayat’ sorusu sorduk. Ona ayrılan süre dolarken, sadece ‘Kızmazsanız bir soru soracağım’ dedim. ‘Niye kızayım, sorun’ dedi. ‘Ama doğru söyleyeceksiniz’ dedim. ‘Tamam’ dedi.
Sordum: ‘Nasılsınız?’
Zuhal Olcay’ın ağzından ‘İyiyim’ çıktı ama beden dili hiç de bu ‘İyiyim’i demiyordu.
Anladım ki yaralar henüz sarılmamış...
‘Yazı bitti, hálá bu ‘süzüm süzüm süzülme’ konusuna açıklık getirmedin’ diyorsunuz değil mi? Doğru. Eve geldikten sonra hemen Zuhal Olcay için ne yazdığıma baktım. Bakın ne yazmışım:
‘Zuhal Olcay ve Bariton Güvenç Dağüstün’ün rolü az. Her nedense kafamda Zuhal Olcay’a daha fazla rol biçmiştim.
Biraz hayal kırıklığına uğradım. Bir de şarkı söylemediği zamanlarda seyirciyle kurduğu iletişim, biraz garibime gitti. Hafif kendini kasma, hafif süzüm süzüm süzülme iletişimi.
Olcay’dan izleyiciyle biraz daha samimi bir iletişim kurmasını beklerdim. En azından bir göz teması...’
Peki şimdi aynı yazıyı yazar mıyım? Yazarım. Hem de daha beterini.
Süzüm süzüm süzülmek hiç de Olcay’a göre değil