Hürriyet gazetesinin reklam eleştirmeni Ali Atıf Bir, eleştiri oklarını bu kez bir kadın gazeteci İclal Aydın'a sapladı. Bir'e göre Aydın ballı kaymağa yumulmuş!
Abone olBir "Pozitif pazarlamacı negatifleşti!" başlıklı yazısında İclal Aydın'a sert eleştirilerde bulundu.
Yazı : Ali Atıf Bir
www.hurriyet.com.tr
‘Pozitif Hayat Pazarlamacısı’ İclal Aydın, Vatan’daki köşesinde, pazar menemenini yiyip, fırt diye çayından yudum alırken, soruyor: ‘Gazeteler ve köşe yazarları bize ne vaat eder?’
İclal Aydın, bir eli menemenin, diğeri hayatın içinde (diğer yandan da ballı kaymağa yumulmuş olabilir) yanıt vermeye başlıyor:
‘Aydınlanma? Ufuk açma? Vizyon genişletme? Hoşça vakit geçirme? Bulmaca, bildirmece? Eğlence? Dedikodu? Sözlük? Ansiklopedi? Tencere?’
Aydın, daha sonra ulvi düşünceler içinde üç yumurtalı menemeni iki arkadaşıyla paylaşıyor. Doymayınca bir de sucuklu yumurta söylüyor. Ortaya sucuklu yumurta da geliyor.
Aydın, ağzını şapırdata şapırdata yanıtına devam etmeyi ihmal etmiyor:
‘Türkiye’de hiç kimsenin bilgiyle işi yok. Bana ne kardeşim İbrahim Tatlıses köşe yazdıysa! Kimsenin dönüp dünyaya baktığı yok. Mesela ne oluyor Avrupa’da? Euro’ya geçişten sonra yaşanan ekonomik sıkıntılar ve sonuçları, insanları nasıl değiştirdi? Fransa’daki isyan dışında ne haberimiz var Fransa’da olup bitenlerden? Almanya’da seçimlerden sonra neler yaşanıyor? ‘Büyük ve hüzünlü ülke’ Rusya’da ne oluyor? Allah aşkına arkadaşlar, sizce de hepimizin derdi İbrahim Tatlıses’in köşe yazması mı? Ya da Gülben ile Hülya’nın bitmeyen kavgası mı?’
Yazının tam burasında, garsonlar İclal Aydın’a ‘Su böreği de hazır abla, bir tadına bakmak ister misiniz?’ diye soruyorlar. İclal Aydın çayından yeni bir fırt alırken ‘getir getir’ gibilerden bir hareket yapıyor ama bu hareketi yaparken, başını fazla sallamış olacak, çay soluk borusuna şöyle bir gel-git yapıyor ve pozitif hayat pazarlamacısı birden negatif hayat pazarlamacısına dönüşüyor:
‘Biz hayatın içinden yazılar yazarken bize kızan büyük yazarların, ciddi isimlerin neler yaptıklarını düşünüyorum... Küçücük bir dünya kurduk kendimize. Dışarıdaki ateş çemberi daralmadıkça umrumuzda değil olup bitenler. Şemdinli’de olanlar İstanbul’a sıçramadıkça, İsrail’deki sıradanlaşmış bir olayı okur gibi okuyacak, kendi küçük dünyamıza yeni küçük kahramanlar yaratacağız...’
Çayın İclal Aydın’ın soluk borusunun girişinde yaptığı tahribat yukarılara doğru genişlerken, negatif hayat pazarlamacılığı da ikiye katlanıyor:
‘Pinter’ın adı ‘Orhan Pamuk’un elinden Nobel’i alan adam’ olarak kalacak ve koca koca yazarlar Pinter’ı değil, Tatlıses’in üslubunu tartışacak.’
Masaya su böreği de geliyor. Artık su böreğinin önemi yok! Menemenin de, sucuklu yumurtanın da, keyifli pazar kahvaltısının da... Ve bazılarına aynı keyfi veren Hülya Avşar, Gülben Ergen ve Tatlıses’in de... Pozitif hayatların önemi yok! Yaşaşın negatif hayat! Yaşasın tek tip kahvaltı! Yaşasın Continental Breakfast!
Orly’de ‘kuş gribi’
Geçen cuma günü Pirelli’nin takvimleri için Paris’e gittiğimde, Türkiye’den gelen ve Türkiye’ye giden uçaklardaki yolcuların görebilecekleri noktalara konan ‘Kuş Gribi Uyarı’ afişleri, dikkatimi çekti. Afişlerde ‘kuş gribi’ vakası görülen ülkelerde dikkatli olunması gerektiği söyleniyor ve iki konuda uyarı yapılıyordu:
Uyarı 1: Elinizi sabunla ve sık yıkayın.
Uyarı 2: Pişmemiş kanatlı hayvan yemeyin.
Ne düşündünüz? Türkiye’deki uyarıları değil mi? Pişmemiş tavuk ve hindi eti yemememiz gerektiğini öğrendik. Peki niye ellerimizi sabunla ve daha sık yıkamamız gerektiği söylenmiyor? Pardon.. Pardon.. Biz Türklerin ne kadar temiz bir ulus olduğunu unuttum. Günde üç kere dişimizi fırçalar, her sabah duş alır, her saat başı da elimizi yıkarız değil mi? Özellikle de pis işler yaptıktan sonra... İki üç kişi bunları yapmıyor diye uyarmaya ne gerek var değil mi?
Guinevere’nin elleri
Dün Hürriyet’te, Pirelli Takvimleri’nin Paris’te yapılan 2006 gala gecesinde yaşadıklarımı yazdım. Geceye takvimde fotoğrafı yer alan modellerden sadece Guinevere Van Seenus katıldı. O güne kadar bu adı duymamıştım. Guinevere, Amerika’da yaşıyormuş. Washington’dan California’ya taşınınca, daha lisedeyken modellik okuluna kaydını yaptırmış ve part-time modellik yapmaya başlamış. Daha sonra da New York’a taşınıp, kısa sürede adını süper modeller arasına yazdırmış. Vouge, The Face, Glamour ve The Fashion gibi dergilerin kapaklarında yer almış. Gap’ın reklam kampanyasında modellik yapmış.
Pirelli’nin 2006 takviminin fotoğraflarını çeken Mert Alaş, basın toplantısında Guinevere’nin özellikle ellerinin ‘çok özel’ olduğunu söyledi.
Benim izlenimim de şöyle: Basın toplantısında ve galada kısa kısa konuşmalar yaptığım Guinevere hiç de öyle kasıntı modellerden değil. Çok cana yakın. Ellerini bilmem ama modern görünüşü de oldukça etkileyici.