Röportaj: İnternethaber / Dilek Yaraş
İnsan hakları deyince ismi ilk elde akla gelen kişi olan Akın Birdal, 1986 yılında kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD) nin 86-92 yılları arasında genel sekreterliğini, 92’den 99’da cezaevine girene kadar da genel başkanlığını yaptı. Şu anda da merkezi Paris’te bulunan Ulslararası İnsan Hakları Federasyonun’da başkan yardımcısı.
Birdal ile Diyarbakır’da patlayan ‘hain’ bombalardan sonra Mersin’de katıldığı ‘sessiz’ protesto yürüyüşünün hemen ertesinde görüştük....
Diyarbakır’da silahların susmasına yönelik sürecin provoke edildi. Buna karşı, Diyarbakır başta olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde 'sessiz' yürüyüşler yapıldı. Bu çaptaki bir ‘sessiz’ bir protesto sanırım ilk kez oluyor Türkiye’de. Anlamı nedir bu sessizliğin?
Evet, böylesi ilk defa oluyor. Bence sivil itaatsizliğin başka bir yolu bu. Dünyada bu tür mücadelenin örnekleri vardır. Sessizliğin dilin silahların sesinden çok daha etkilidir.
Sloganlardan da daha etkili herhalde...
Elbette.
Sadece ektili olsun diye mi seçildi sessizlik?
Hayır. Hem küresel, hem bölgesel, hem de ülkesel olarak kritik bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla bu konjonktür provokasyonlara çok açıktır. Böyle provokasyonun da önünü kesen bir eylem tarzıdır bu sessiz yürüyüş.
Güvenlik güçlerinin tavrı neydi bu eylem biçiminde?
İzlediler. Çok sayıda güvenlik görevlisi vardı. Kameralarla, fotoğraf makinalarıyla tespit ettiler. Bu bile aslında barış ve insan hakları eylemleri üzerinde psikolojik bir baskıdır...Türkiye’nin üyesi olmak istediği devletler grubunda böyle bir örneğe rastlamazsınız.
Oralarda polis izlemez mi yani bu tür eylemleri?
Uluslararası ve/veya ulusal toplantıları devlet adına birileri izler elbette. Ama sizin orada söylediklerinizi suç olarak kaydetmek yerine acaba devletten ne talep ediyorlar diye kaydederler.
‘’Niyet farkı var,’’ diyorsunuz galiba...
Tabii ki... Örneğin bizde bir gün olsun ‘’Ne diyor bu kişiler, ne istiyorlar. Bundan nasıl yararlanabiliriz.’’ niyetiyle dinlememişlerdir. ‘’Bunları, hangi yasadan güç alarak, nasıl mahkum edebiliriz,’’ diye dinlemiştirler.
Diyarbakır’daki 'hain' bombalı eylemin sonucunda 8’i çocuk 10 kişi öldü. Hepimiz şok olduk. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu olayı?
Saldırıdan iki gün önce, DTP eş genel başkanı Ahmet Türk, silahların susması için PKK’ya bir çağrı yaptı. Daha önce hep iki yanlı çağrı yapıyordu. Şimdi tek yanlı...
İkinci gün, önce sivil demokratik güçlerin ve aydınların bu çağrıya destek vereceği açıklanmıştı. Bu çağrının hem İmralı’dan, hem dağdan karşılık bulacağına dair beklentiler vardı. Ama o Çarşamba günü İmralıyla görüş yaptırılmadı. Dolayısıyla, ordan bir tepki gelmedi. Dağdan da gelmedi. Ama başka yerden geldi... Türkiye’nin gündemi allak bullak oldu.
Aslında hükümet de böyle bir ateşkes sürecini istiyordu. Çünkü; her gün gelen asker cenazeleri milliyetçi gösterilere neden oluyor ve hükümeti zor durumda bırakıyordu. Yani, sorunun çözümü açısından değil de, yeni seçim sürecinde Türkiye’nin sükunet içinde olması hükümetin elini güçlendireceği için bekleniyordu isteniyordu bu ateşkes... Ama başka güçler buna ‘’olur’’ demediler.
DTP, en sonunda ‘tek taraflı’ silah bırakma çağırısı yaptı. Neden şimdi de daha önce değil?
Baktı iki taraflı çağrılar karşılık bulmadı. Birileri illa ’silah’ diyor, kanın durması için en azından belki dağdakiler bu sözü dinlerler ve silahları bırakırlar diye...
Henüz bir cevap gelmedi galiba...
Hayır.
Sizce, kimler bu az önce sözünü ettiğiniz güçler? Örneğin, zamanında size de suikast düzenleyen TİT örgütüne bağlandı olay bir ara, ama şimdilerde kapandı sanki bu konu...
Bunların adı, kimi yerde TİT, kimi yerde JİTEM, kimi yerde Kontrgerilla, kimi yerde de bilmem nedir. Ama sonuç olarak; bunlar, Susurluk’ta, Şemdinli’de ve hayatın başka alanlarında daha önce de karşılaştığımız hukuk dışı güç örgütleri, yani çetelerdir. Bunların adresleri istenirse bulunur...
Neden bulunamıyor peki?
Bunu devleti yönetenlere sormak gerekiyor... Şemdinli’de suç üstü oldu da ne oldu?... İki tane astsubay’ın içeri tıkılmasıyla bir de kısasa kısas gibi onları suçüstü yakalayan Umut Kitabevi sahibi Seferi Yılmaz’ı tutuklayarak sözde dengelediler. Dün duruşması vardı Yılmaz’ın ve tutukluluk hali sürüyor. Olmaz böyle bir adalet anlayışı...
Türkiye dışında, NATO üyesi hemen hemen bütün ülkelerde tasfiye edilmiştir bu tür örgütler ve vatandaşlarının üzerinde bir tehdit oluşturmamaktadırlar.
Bu tasfiyenin bizde de olmasının önündeki engel nedir peki?
En önemli sorun, bu gerçeğin kabul edilmeyişi. Kabul edilse dağıtılması gündeme gelecek. Bunun önünü açacak olan da anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılarak -daha öncekiler olmasa bile- hiç olmazsa 12 Eylül askeri darbesinin faillerinin yargılanmasıdır.
Bakın, beş gün önce 26. yıl dönümü yaşanan darbenin Türkiye için çok ağır bir faturası var: 51 kişi idam edildi. 650 bin kişi işkenceden geçirildi. 178 kişi işkencede yaşamını yitirdi. Çok sayıda kayıplar da cabası.
Bütün bunlar biliniyor. Bu insanlığa karşı ağır bir suçtur. Ve bu suçun failleri bugün serbestçe dolaşabilmekte ve resim yapabilmektedirler. Bu resimler, burjuvazi tarafından milyarlarca liralar ödenip evlerinin duvarlarına asılabilmektedir.
Bırakın darbeyi sorgulamayı, yenisini isteyenler var bizde... 78’liler vakfının girişimi darbecilerin yargılanması yolunu açabilir mi sizce?
78’lilerin girişimi önemlidir ama yeterli değildir. Kaldı ki bu 26.yıldönümü nedeniyle yapılmak istenen bir çok etkinliğe de izin verilmemiştir. 78’lilerin bu girişimi başta DİSK olmak üzere, sanat, kültür kurumlarınca, aydınlarca ve demokratikleşme yanlısı olan sol partiler tarafından desteklenmelidir ki karşılığı olsun.
En önemlisi; bir gerçekleri araştırma komisyonunun oluşturulması gerekir.
Bunun en son örneği Fas’ta yapılmıştır. Ama bu, Fas kralının oluruyla yapılmıştır. Kral, babasının 40 yıllık dönemini sorgulatıyor....
Bizde ise insan haklarına, hukuka, adalete bağlı olduğunu söyleyen Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 6 yıldır oturduğu koltukta insan haklarına dair umut veren hiçbir şey yapmadı...
Ne yapması lazımdı? Valla, ne yapılması gerektiği konusunda düşünme gereksinimi bile duymadı.
Neden böyle tepkilisiniz Cumhurbaşkanımıza?
Kendisinden, birkaç kez randevu istedik ama olumlu ya da olumsuz yanıt alamadık. Oysa, daha önceki Cumhurbaşkanlarından ne zaman randevu istediysek görüşmüşüzdür.
Belki o görüşmelerden sonuç alınmamıştır ama demokratik güçlerinin ne dediğini dinlemenin de demokrasinin bir gereği olduğu ilkesinden hareket edilmiştir.
Kim olarak istediniz randevuyu?
İnsan hakları heyeti olarak; barış ve demokratik çözüm grupları olarak. Aramızda çok ünlü siyasetçiler ve yazarların yer aldığı ekipler oluşturduk...
Size yanıt vermemesinin sebebi neydi acaba?
Bilmiyorum...
Niçin bu kadar önemliydi Cumhurbaşkanı ile görüşme(me)niz?
Doğrusu biz, yani insanhakları çevreleri, Sayın Cumhurbaşkanı, Çankaya’ya çıktığı zaman çok sevinmiştik. Çünkü, kendisinin Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak yaptığı konuşma bizim için referans olmuştu.
Ulusal ya da uluslararası toplantılarda, konferanslarda, hatta mahkemelerde sanık olarak yargılanırken o konuşmasına göndermeler yapmıştık.
Nasıl bir konuşmaydı o?
Evrensel, insan haklarına dayalı demokratik bir toplum bir evrensel ve anayasal düzenden bahsetmişti... Hukuğun üstünlüğüne, evrensel insan haklarının herkes için geçerliliğine dayalı; eşitlikçi, özgürlükçü bir konuşmaydı.
Ne yazık ki 6 yıl gelip geçti ama o konuşmaya yakışır bir uygulama göremedik.
Peki, Başbakana ulaşmak için de çaba gösterdiniz mi? Oradan bir yanıt alabildiniz mi?
Başbakan da yanıt vermedi ama, meclis başkanı ve insan hakları komisyonuyla istediğimiz zaman görüşme imkanımız vardı.
Başbakan’a gelince; o, kendinden yana olan kurum ve kuruluşlar -örneğin işveren örgütleri- başvurduğu zaman görüşüyor. Halbuki, AB sürecinde TÜSİAD’ın düşündükleri ne kadar önemliyse, insan hakları kuruluşlarının düşündükleri de o kadar önemlidir.
Bakın işte Başbakan da sizinle görüşmemiş. Ama siz Cumhurbaşkanı’na daha fazla tepkilisiniz. Neden?
Çünkü; Başbakan’ın bize yanıt vermemesi daha anlaşılabilir bir durumdur. Başbakanlık siyasi bir makamdır ve görüşmeyebilir. Bu hükümetin demokrasi anlayışı ile ilişkilidir.
Ama Çankaya için durum böyle değildir... Cumhur halktır ve Cumhurbaşkanı da halkın yani hepimizin başkanıdır.
Ama ne yazık ki, insan hakları savunucularının görüşlerini dinlemek yerine, gündemi manipüle eden konularla uğraşılmıştır Çankaya’da.
Ne gibi konularla demek istiyorsunuz?
Kamusal alanda başörtülü olunur mu olunmaz mı?...
Ne sakıncası var ki bu tartışmanın, demokratik bir ülkeyiz nihayetinde?..
Toplumun bu kadar temel sorunları varken; açlık, yoksulluk, işsizlik derinleşirken; haklar ve özgürlükler bu kadar kuşatılmışken ve bölgemizde bütün bölge halklarını tehdit eden konjektürel bir durum varken, Türkiye’nin bu tür tartışmalarla meşgul etmek doğru değildir bence.
Çözüm gösterin o zaman?
Eğer Çankaya kamusal alansa, Mustafa Kemal’in önemli günlerde baloları Ankara Palas otelinde yaptığı gibi bir yer tutar Sayın Cumhurbaşkanı ve seçilmiş olan herkesi davet ederdi. ‘’Şunlar eşli gelecek, bunlar eşli,’’ denir mi hiç? ... Olmaz böyle bir şey.
Sayın Cumhurbaşkanı bunu yapmaya başladığı zaman parçalanma başladı. Tam da bu noktada İnsan Hakları anlamında kayıp verdi....
İrtica tehlikesi var mı peki sizce?
Var olduğuna dair işaretler görüyoruz... Gerçek demokrasinin olmadığı yerlerde irtica tehlikesi de vardır elbette. Tarikatlar ve cemaatlar örgütlü bir yapı. Uluslararası muazzam ekonomik kaynaklarının olduğu da görülüyor. Bu, gerçek ve köklü bir demokrasinin yerleşmeyişinin getirdiği bir sorundur. Ama,‘’tehlike yoktur’’ demek de, var olan birşeyi görmemek demektir. Fakat buna laik, Kemalist biçimde yaklaşmak da bir çözüm değildir.
Çözüm olarak baskı mı sunuluyor acaba?...
Elbette... Onun için gerçek bir demokrasi ve sivil bir toplum gereklidir bence...
Ayrıca, bu durumu besleyen de darbelerdir. Her darbenin sonunda ruhsatlı ruhsatsız Kur’an kurslarının sayısı fevkalade artmıştır. 80 darbesi sonrası, Kenan Evren’in marifetiyle imam hatip liseleri, İlahiyat Fakültesi kadroları arttırılmıştır. Dinyanet İşleri Daire Başkanlığı kurulmuştur. Din dersi mecburiyeti getirilmiştir. Diyanat işleri daire başkanlığına ayrılan bütçe yedi bakanlığın bütçesiyle eş değerde olmuştur. Bunlar demokratik, laik bir devletin yapacağı işler midir?...
YARIN: Kürt sorunu nasıl çözülür? AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var mı? DTP, PKK’nın uzantısı mı? İHD sadece belli bir kesimin haklarını mı savunuyor?