BIST 8.908
DOLAR 34,29
EURO 37,03
ALTIN 3.029,35

Bir zamanlar Türkiye böyleydi

Bir zamanlar Türkiye böyleydi

Biletlerde kıta uygulaması: iett araçlarıyla seyahat ederken, şimdiki gibi tek tip ücret vermek yerine, gidilecek mesafe kadar ücret ödenirdi. bu sistemde, hatlar belirli kıtalara bölünmüştü. şehrin ana merkezleri kıta sınırlarını gösterirdi. biletlerin üzerinde 1 numaradan başlayan ve 12’ye kadar...

Bir zamanlar Türkiye böyleydi

BİLETLERDE KITA UYGULAMASI: İETT araçlarıyla seyahat ederken, şimdiki gibi tek tip ücret vermek yerine, gidilecek mesafe kadar ücret ödenirdi. Bu sistemde, hatlar belirli kıtalara bölünmüştü. Şehrin ana merkezleri kıta sınırlarını gösterirdi. Biletlerin üzerinde 1 numaradan başlayan ve 12’ye kadar devam eden, kutu içine alınmış sıra numaraları bulunurdu. Gitmek istediğiniz durağı biletçiye söylerdiniz, o da bindiğiniz kıtanın ve gitmek istediğiniz semtin içinde bulunduğu kıta numarasının üzerini kalemiyle işaretler ve bileti keserek size verirdi. Haliyle, gidilecek mesafe arttıkça ödeyeceğiniz para da artardı.

Bir zamanlar Türkiye böyleydi

AÇIK BİSKÜVİLER: Mahalle bakkallarında şimdiki gibi paketlenmiş bisküviler yoktu ya da lüks sınıfına giren birkaç marka da pahalı olduğundan pek tutulmazdı. Hemen her bakkal dükkânının giriş kapısının yanında ortalama 30X30X30 ebatlarında teneke bisküvi kutuları düzenli bir şekilde üstüste oturtulmuş halde dururdu. Bunların ön kısmında camlı bir kapakları olurdu. Kapak, içindeki bisküvilerin bayatlamaması için sürekli kapalı olur, camdan içinde hangi tür bisküvi olduğu görülürdü. Bu kutular, içindekilerin herhangi bir kazaya kurban gitmemesi için zeminden 30 derece kadar yukarı bakacak şekilde meyilli konulurdu. İstenen tür bisküvi, bakkal tarafından kâğıttan bir kesekâğıdına doldurulup tartılarak müşteriye verilirdi. En bilinen markalar ise; Ülker, Eti ve Besler’di.

Bir zamanlar Türkiye böyleydi

HEDİYELİ SEYYAR MUHALLEBİCİLER: Sokaklarda tekerlekli ve dört tarafı cam vitrinle kapalı arabalarıyla gezen muhallebiciler vardı. Vitrinlerin alt rafında, küçük ve yuvarlak plastik kutulara konulmuş muhallebiler diziliydi. Üst rafı ise telli arabadan miskete, maskeden topa, oyuncak bebekten kaleme kadar çeşitli ıvır zıvırla dolu olurdu. Her muhallebi kabının dibinden mutlaka kırmızı renkli plastik, üzeri numaralı bir marka çıkardı. Çocuklar kabın dibindeki markaya bir an önce ulaşabilmek için alelacele muhallebiyi bitirirlerdi. Markanın üzerindeki numara, satıcının elindeki numaralı hediye listesiyle karşılaştırılır ve o numaraya hangi hediyenin çıktığı saptanırdı. Satıcı üst raftan çıkardığı hediyeyi çocuğa verirdi. Dağıtılan ıvır-zıvırlar her ne kadar ucuz mallardan oluşsa da, bunların maliyeti de muhallebi fiyatına eklendiğinden, bu piyango çocuklara biraz tuzluya patlardı.

Bir zamanlar Türkiye böyleydi

ASKERÎ DEVRİYELER: 12 Eylül 1980 ihtilâlinden sonraki 3 yıl zarfında (olağanüstü hal kaldırılana dek) İstanbul cadde ve sokaklarında (ve Türkiye’nin 67 şehrinde) 4’erli gruplar halinde devriye gezen askerler olurdu. Dördü de tüfekli, miğferli, kısacası tam teşeküllü olan erler, aynı hizada ve birer metre aralıklı olarak yürürlerdi. Kaldırımda karşılaşıldığında vatandaşlar mutlaka kenara çekilerek, kollarında kırmızı bantlarda “Görevli” yazılı devriyelere yol verirlerdi. Bütün bankaların ve resmî kurumların korunması görevi de bu devriyelerde olup, ikisi binanın içinde dururlarken, diğer ikisi de giriş kapısının iki yanında ayakta nöbet tutarlardı. Olağanüstü hal kaldırılınca, askerler de kışlalarına geri döndüler.