BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Bir zamanlar 12 Mart

"Pus", Mehmet Ünver’in "Bir Kuzgun Yazdan sonra yayımlanan ikinci romanı. Romanda az da Kuzguncuk var...

Abone ol

Pusöta ağırlık Işıklı köyünde. Gerçekten böyle bir köy var mı yoksa kurmaca mı? Işıklı köyü kurmaca değil. Birbirinden ilginç insanları, tuhaf olayları, ürkünç efsaneleri ve doğasıyla, tamamen gerçek bir köy. Tam ergenlik çağına girdiğimiz günlerde ablamız öğretmen olarak bu köye atandı. Biz de doğup büyüdüğümüz İstanbul’u terk edip onunla beraber Işıklı köyüne gitmek zorunda kaldık. Işıl ışıl bir kentten ücra bir köye göçtük ve altmışlı yıllar bitmek üzereydi. İlki gibi bu da otobiyografik yani... Bu romanımda kendi yaşantımız çevresinde gelişen olayları, ‘68 sonrasında birdenbire içine dalıverdiğimiz yetmişli yılların kaosunu, bunun sonucu olarak insan ilişkilerindeki kopuşları, yaşanan toplumsal ve politik olayların ardından düne kadar kardeş kardeş yaşayan komşuların bile birbirlerini birer düşman gibi görmelerini ve elbette ki hepimizin göğüs germek zorunda kaldığı yalnızlaşmayı anlatmaya çalıştım. O zamanlar hayatı yeni tanımaya başlayan, çocukluktan delikanlılığa geçmek üzere olan bireylerdik. Her şeye karşı heyecan içindeydik. Ama ne tam delikanlı ne de çocuktuk. İki arada bir deredeydik. Politik bilincimiz henüz yeterince gelişmemişti. Bu nedenle kim haklı, kim haksız, kim doğru, kim yanlış muhakemesini yaparken günlük yaşamımızda patlak veren ve iz bırakan olayların etkisinde kalıyorduk. Sonuç olarak bir otobiyografik roman diyebiliriz. Romanı Deniz Gezmiş’lerin ölüm tarihi 6 Mayıs’ta bitirmişsiniz. Bu rastlantı mı yoksa gönderme mi? Aslında çok ilginç. "Pus"u yazarken o günlerin olaylarını sıra atlamadan, doğru bir kronoloji içinde yazmak için çabalıyordum. Hatta bu yüzden eski gazete arşivlerine girmiştim. Deniz Gezmiş’lerin idam edilişini ve bu olayın o günlerin yeni yetme delikanlıları olarak bizlerde nasıl bir etki yarattığını yazarken tarihin tesadüfen 6 Mayıs 2002 olduğunun ayrımına vardım. Güzel bir mayıs akşamıydı. Bahçeden leylakların, güllerin kokusu geliyordu. Hayli duygulanmıştım. Kahramanlarınız cinselliğe ilk o köyde adım atıyorlar. Köylülerin sanılanın tersine çok renkli cinsel hayatları olduğu efsanesi vardır; kitabınız bunu doğruluyor sanki... Köylülerin cinsel yaşamları ve fantezileri emin olun ki kentlilerden daha renkli ve rahat. Bu konuda çok örnekler gördük. Yaşam neredeyse cinsellik üzerine kurulmuş, zaten bu nedenle kitabın arka kapağına: "Cinselliğin neredeyse geçim derdinden önce geldiği fantastik ve ürkünç bir köy" diye yazıldı. Biz ergenlik çağına girdiğimiz halde bebekleri aslında leyleklerin getirmediğini yeni öğrenmiştik. Oysa köyde bizden yaşça çok daha küçük olanlar neler, neler biliyorlardı. Fakat bir o kadar da ikiyüzlülük vardı. Sürekli uçkur konularıyla uğraşıp, ardından da "kız çıkmadı" diye gencecik bir kıza yapılan baskılar sonucu onun kendini asmasına neden olanlar da yine bu köyün dedikoducu insanları, özellikle de erkekleriydi. O kızlar için hep üzüldük. Peki kahramanlarınızın köylü yaşıtlarıyla ölçüm yarışmaları, büyük erkeklerin geyikleri filan. Bunlara yakın çevrenizden nasıl tepkiler geldi? Ergenlik çağına gelip, cinsellikle tanıştığı yıllarda "Kimin aleti daha büyük" yarışması yapmamış erkek yoktur herhalde. Aksine pek inanamam. Biz de o günlerin yeni yetmeleri olarak ve büyük bir keyifle bize hayatı zehir eden bayan öğretmenlerin bacaklarını dikizlemekten, etekliklerinin altına ayna tutmaktan, okuldaki kızlarla dersten kaçıp kuytu korularda bir takım muzırlıklar yapmaktan geri kalmıyorduk. Nerede olursa olsun yetişkin erkekler bir araya gelince sohbet dönüp dolaşıp sonunda belden aşağıya konulara gelir. Yani herkesin yaşadığı şeylerdir bunlar. O nedenle çevremde romanımı okuyanlardan gerçekçi ve olumlu eleştiriler aldım.