Bir seçim de böyle geçti...
Şükürler olsun Türkiye seçimsiz bir döneme girdi. Artık tek beklentimiz var, istikrar içinde huzurlu ve güvenli bir ortamda, ülkeyi ekonomik darboğazdan çıkaracak bir anlayış ve yaklaşımın benimsenmesi…
Seçim sonuçlarına ilişkin iktidar kanadından yapılan ilk değerlendirmeler de bu yönde oldu. Umarım böyle de sürer.
Seçimlere aşırı kutuplaşarak gidildi. Yanlış üstüne yanlışlar yapıldı. Kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin kendi aklını beğendiği bir ortam içinde olundu. Nazik uyarılar da, dostane çağrılar da çok şiddetli bir dil ile reddedildi.
31 Mart sonuçlarının az sayıdaki oy farkı 806 bini aştı.
Elbette bunda da vardır bir hayır.
Ancak artık herkesin şapkasını önüne koyup yaşananların bir değerlendirmesini yapması zorunlu.
Türkiye’nin hepimiz için yaşanılır bir ülke olması buna bağlı.
Et tırnaktan ayrılmaz. Biz de birbirimizden farklı düşünsek bile ayrılamayız. Seçimler her beş yılda bir yenilenir. Adaylar da, kazananlar da gelir geçer, bugünün kazananı yarının mağlubu olur, el üstünde tutulanları istenmeyenler haline gelebilir. Siyaset böyle bir şeydir ama sonuçta elimizde ülkemiz ve milletimiz kalmalıdır. Her şart dâhilinde birbirimizin de yüzüne bakabilmeliyiz…
Millet her zaman en doğru kararı verir. Milletin verdiği karara yanlış demek demokrasiye inanan insanlar için mümkün değildir.
Binali Yıldırım Türkiye için de, İstanbul için de büyük bir değerdir. Hizmetleri vardır. Olağanüstü başarılara sahip bir insandır. Yenilenen seçimden daha büyük bir oy farkıyla kaybederek çıkması elbette ki onun tek başına üstleneceği bir başarısızlık veya eksiklik olarak değerlendirilemez.
Siyaset bir ekip işidir, ama AK Parti bu kez siyaseti bir ekip işi olarak götürememiştir. Dar bir kadro ile çalışmanın, her yere aynı ekipler üzerinden hakim olma çabasının doğal neticesi bu olmuştur.
31 Mart’ın “Beka söylemi ve Kürt seçmenin küstürülmesi nedeniyle kaybedildiği” gibi hiçbir bilimsel veriye dayanmayan bir iddia ortaya atılmış ve ilk söylemden keskin bir dönüş yapılıp son derece yanlış ve talihsiz adımlarla sözüm ona “Kürt seçmenle” barışma girişimi başlatılmıştır. Bu çerçevede miadı dolmuş bazı siyasetçilere imkan, makam ve mevkiler tevdi edilmiş, teröristbaşı Apo mektubu, katil Öcalan röportajı gibi çok gereksiz ve yanlış hamleler içinde olunmuştur.
Burada yaşanan aksilikler, söylem ve eylem yanlışları AK Parti’ye oy vermiş olan yüzbinlerce seçmeni tedirgin etmiştir.
Kerameti kendinden menkul, nevzuhur medya trolleri ile güya kamuoyu oluşturulabileceği düşüncesi AK Parti’yi büyük sıkıntı içine itmiştir. Bu troller işlerini öyle abartmışlardır ki, Cumhur İttifakı’nın diğer parçası MHP ve lideri Devlet Bahçeli’ye dahi zaman zaman operasyon yapmaktan geri durmamışlardır.
AK Parti, sivil topluma önem veren bir siyasi yapıdır. Bu da önemlidir. Demokrasi güçlü bir sivil toplum varsa gelişir.
Ancak AK Parti’ye tebelleş olan sivil toplum görünümlü cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler iktidarın imkân ve kabiliyetlerini sömürmek üzere kurulmuş yapılar olarak ne yazık ki ülkenin umudu olan bu Parti ile toplum arasına mesafe koymuşlardır.
Bu yapılanmalara gereğinden fazla önem veriliyor olması ve çok büyük bir insan kaynakları potansiyeline sahip ülkemizin sadece bu dar kaynaklardan siyasete ve bürokrasiye insan devşirmek gibi bir garabet içinde kalması bu günleri hazırlamıştır.
Bir yandan yurtdışından göçen beyinleri getirmeye yönelik çabaları sürdürürken, diğer yandan neredeyse her gencimizin bir fırsatını bulup yurt dışına kapağı atma düşüncesine mani olamıyoruz.
Gençlerimiz ülkemizde kendileri için bir gelecek, umut, fırsat görmediklerini yapılan pek çok alan araştırmasında artık açıklıkla dile getiriyorlar…
Siyaseti kendi dar çıkarları için kullananlardan sıyrılıp yeniden milletin geneli ile yapması halinde AK Parti inanıyorum ki bu türbülanstan kurtulacaktır. Şu an durum parlak görünmüyor.
Ekonomi önemli. AK Parti niye kaybetti, sorusuna pek çok başlık açılabilir ama en önemlisi ekonomidir.
Bunu görmezden gelerek yapılacak her değerlendirme boştur. Ekonomik krizlerle AK Parti umut olmuş, kuruluşundan hemen sonra iktidara koşmuş idi.
Ekonomi şayet iyi gitseydi, yine pek çok şey toplumun büyük bir kısmı açısından bu kadar göze batacak hale gelmezdi. Ama ekonomi sıkıntılı olunca her şey insanların gözüne batıyor. Öyle ki, 17 yıl boyunca yapılan çok büyük hizmetler bile unutulabiliyor. Öyle olmasa İstanbul’a AK Parti döneminde yapılan hizmete rağmen kimsenin kazanamaması lazım idi…
İktidar da muhalefet de her seçim sonrası, seçimlerden ders çıkardığını iddia ediyor; bu nasıl bir derstir ki her seferinde bir ötekinden vahim yanlışı doğuruyor. 31 Mart’tan ders çıkarılsaydı böyle bir hezimet yaşanır mıydı?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini hararetle destekledim. Yine destekliyorum.
AK Parti ve MHP’nin birlikte çıktığı yola yani Cumhur ittifakının Türkiye’ye sağlayacağı katkılara hep inandım. Yine inanıyorum.
AK Parti’nin Türkiye için büyük hizmetlerinin bittiğini düşünmüyorum. Toparlanacaktır. Toparlanması da kendisine bağlıdır.
Seçim mağlubiyetinin AK Parti’nin nimet paylaşımında en önde olup, külfette arazi olan trollerden kaynaklandığını da görmüyor değilim. Kibirli, muhteris, kabiliyetsiz zevat ile ancak bu kadar…
Seçmen dolgu maddesi değildir. Oylarını kabul edip düşüncelerini, fikirlerini, yeteneklerini, niteliklerini reddetmek olmaz.
Kazanınca kazandıranları görmezden gelen, kaybedilince ezberlenmiş birtakım cümlelerle “Milliyetçiler olduğu için Kürt seçmen oy vermedi” gibi herzelerle siyaset tasarımı yapan “parlak fikirlilerle” yol yürünmez…
İmkân ve ikbal dağılımında milliyetçilere nefes bile aldırmamak, oy istemeye, fedakârlığa gelince onları çantada keklik görmek de hiç olmaz…