Bir Psikolog, Bir Yaşam Koçu, Bir Filozof… KENDİNE İSİM BULMAKTA ZORLANMAYAN BİLGİÇLER TÜREDİ
Herkesin her bilgiye kolaylıkla erişim sağladığı bu teknoloji çağında herkes her türlü bilgiye kolaylıkla erişim sağlayabilmekte olduğu gibi bu edindiği bildiler doğrultusunda da kendini her türlü bilgiye hakim bir bilge gibi konumlandırabilmektedir. Son yıllarda en tehlikeli olan da aslında temel teorik bilgiye dahi sahip olmayan kişilerin kendilerini o konunun uzmanı gibi lanse etmeleridir.
İnsanın bilme arzusu kişiyi geliştiren, dönüştüren, olgunlaştıran bir temel iç güdüyken insanın bilinme arzusu insanı ön plana çıkma uğraşı içine sokan şayet yanlış bir noktasından ele alınırsa kişi ve toplum adına büyük yıkımlar yaratabilen ilkel bir dürtüdür. Bilinme arzusu temelde görülme ihtiyacı ile açıklanabilir. Herkes varlığının, uğraşlarının, başarılarının bir diğeri tarafından görülmesini ister. Elbette ki bunun altında yatan şey takdir edilme, beğenilme ve desteklenme arzusudur. Kişi kendinden yeterince emin olmadığı durumlarda bir diğerinin fikrine yahut onayına ihtiyaç duyar. Lakin burada onay veya fikir alınan kişinin de aslında kim olduğu konusu son derece önem arz eden bir unsurdur. Bu kişi, bahsi geçen konunun kanaat önderi olarak nitelendirilebilecek biri olması durumunda karşı tarafı geliştiren biri haline dönüşürken şayet bu kişi de bir diğeri gibi yalnızca onay ve kabul alma arzusu taşıyan, konu hakkında temel bilgiye sahip olmayan ve yalnızca kendi şahsi fikirlerini evrensel doğrular olarak ifade etmekten kendini alıkoyamayan biriyse durum pek de iç açıcı değildir.
Herkesin etrafında hemen hemen fikir ve görüşlerini önemsediği, saygı duyduğu birileri muhakkak vardır. Çoğu zaman bu kişilerin örnek alınması yalnızca söylemlerine olan inançtan kaynaklı değil, söylemlerini eylemlerince de desteklemesi ve başarıya ulaşması ile alakalıdır. ‘Dediğimi yap, yaptığımı yapma’ felsefesi aslında kişinin temelde yaptığı yanlışlardan pişmanlık duyduğu ve ders çıkartarak artık neleri yapması gerektiğini bildiğini bizlere gösteren bir söylemken kişi bildiklerini hala daha uygulayamadığı noktada ders çıkardığı ve pişman olduğu nereden anlaşılabilir bir durumdur? O halde kişinin ‘yanlış’ olarak nitelendirdiği kavram kişinin yaşamında hala dahi varlığını sürdüren bir olguyken ona saygı duyan ve feyz alan birinin aynı kavrama yanlış diyebilmesi ne kadar mümkündür? Bu kendi içerisinde tutarsızlık yaratan durum insana has bir takım özellikler neticesinde bu denli çetrefilli bir şekilde varlığını sürdürür. Kişi alışageldiği davranış örüntülerinden her ne kadar yanlış olduğunu bilse de vazgeçmekte türlü sebeplerce güçlük çekebilir. Bu çok da anlaşılabilir bir olguyken bir diğerini de son derece sinirlendiren bir durumu beraberinde getirebilir. Her şeyin en iyisini, olması gerekeni bilen ama bunu bir türlü kendi hayatında uygulamayıp herkese akıl veren o kişiler gerçekten gayret eden kişilerce tahammül edilmesi zor kişilere dönüşebilir. Bu durum kişisel hayatlarımızda dahi türlü çatışmalara sebebiyet verirken bir topluluğa yön veren, toplumu şekillendiren, toplumun sesi olduğunu iddia eden kişilerce böylesi bir durumun yaşantılanıyor olması kabul edilebilir cinsten değildir. Kendi ahlaki, vicdani, etik değerleri olmayan lakin insanlara bu doğrultuda önderlik eden bir kişinin fikir ve görüşleri ne denli güvenilirdir? Bu konu hakkında herhangi bir eğitim almamış, bir kitabı bile doğru düzgün okumamış o kişi bahsi geçen konunun kurucularından nasıl onları eleştirebilecek derecede daha iyisini bilebilir? Elbette ki bu mümkün olan bir şey değildir lakin insan yine de popüler olma arzusu ile kendinde bu hakkı görebilmektedir. Tam da bu noktada günümüzde kutsal birtakım mesleklerin kimi kesimlerce popülaritesi olduğuna olan inanışları yüzünden kendi narsistik duygularını tatmin edebilmek adına lisans diploması olmadan hekimliğe, uzmanlığı olmadan terapistliğe, kişisel gelişimci, yaşam koçu altında psikologluğa soyunduklarını görmekteyiz. Bu kişiler mesleklerin içleri boşalttıkları gibi yanlış yönlendirmeleri ile de ne yazık ki onlara inanan insanların duygularını, inançlarını, gayret ve çabalarını adeta sömürmektedirler. Bu da gerçekten bu işi bileni fayda sağlamak isteyen ve işini layığıyla yapan kişilere sürülen bir lekedir.
Aynı meslek grupları içerisinde yer alıp da benzer bir şeyi kendi meslektaşlarına yapmayı sürdüren kişiler de pek tabii mevcuttur. Yeterli ölçüde kendini geliştirmemiş, yetkinliği ve yeterliliği olmayan, sadece okuduklarından anladığı, duyduklarından anımsadığı karıyla kendi alanında çalışmalar yürüttüğünü ve biri olduğunu iddia eden kişilerin topluma verdikleri zararlar göz önünde bulundurularak hatta belki lisanslarının iptal edilmesine kadar gidebilecek çok ciddi sonuçlarının olması gerekir. Mesleki kimliğini, kendi kişisel çıkarları doğrultusunda kullanan kişiler için alınmayan her önlem aslında toplumsal çöküşü de beraberinde getirir. Rüşvet alan bir polis, anayasaya aykırı karar veren bir hakim, Hipokrat’ı saymayan bir hekim, müfredat dışında eğitim veren bir öğretmen olamayacağı gibi insan ruhsallığının, fizyolojisinin, kimyasının, beyin yapısının, davranış örüntülerinin, temel işlevlerinin ve birbirleri ile olan ilişkisinin nasıl işlediğini bilmeyen bir terapist, psikolog da olmamalıdır. Sosyal medya üzerinden sadece daha fazla izlenirlik elde edebilmek niyetiyle bazı patolojileri ötekileştiren ve kötüleyen herhangi bir kişi hangi meslek gurubunda olursa olsun takip edilmemeli ve söylemleri dikkate alınmamalıdır. Gerçek bilgiye ulaşılabilirliğin çok kolay olduğu çağımızda ne yazık ki bilgi kirliliği de bir o kadar yaygındır. Çok uzun süreler bilgi kirliliğine maruz kalan biri duyduklarına temelde inanmasa da bir süre sonrasında duydukları ile bildiklerini, gerçek ile çarpıtılanı birbirinden ayırtmakta güçlük çekebilir. Bu doğrultuda sadece duymak istediklerimizi bizlere söyleyen kişilere yakın olmak değil bizlere gerçekleri olabildiğince içtenlikle aktarma uğraşı içinde olan kişilere yakın olmak önemlidir. Gelişimin temel gayesi tam da budur.