Bir pazar günü yazısı : “Şimdi Hollywood değil, Vannywood zamanı”
Kedisi, gölü, canavarı ve tarihiyle Anadolu coğrafyasının eşsiz şehirlerinden biri olan Van, bugünlerde yaşadığı vahim deprem nedeniyle, adını duyduğumuzda yüzlerimizde “hüzün ve burukluk” yaratan bir şehir suretine büründü.
Çünkü 2011 Van depremini, ne Vanlılar ne de bizler hala unutamadık.
Ama Van, depremin izlerini yavaş yavaş silmeye çalışırken, güzel haberlerde gelmeye başladı.
Sinemalarda 30 Kasım’da bir film gösterime girdi. Adı, “Van Gölü Canavarı”.
Belki Türkiye’nin en gösterişli sinema salonlarında, AVM’lerinde izleyicileri ile buluşamadı fakat bizlere mesajını ulaştıracak, derdini anlatacak kadar da olsa 17 şehir, 32 salonda sinema seyircisiyle buluşan bir yapıt oldu.
Sinematografik özelliklerini bir kenara bırakırsak; film, ülkede “bu imkânsızlıklarla hiçbir şey yapılmaz!” diyen on binlerce insana örnek olabilecek bir karakter taşıyor.
Yerli senaryo, çoğu yerli oyunculuklar ile tamamen yerel bir yapım olan Van Gölü Canavarı, sinemaya ve tiyatroya gönül vermiş Vanlı Nazif Çetin’in, etrafında bir dinamizm yaratarak adeta yoklukla mücadele ede ede, yılmadan ortaya çıkardığı bir çalışma halini almış.
Neredeyse sıfır bütçeyle sadece “bir hayal” olarak başlayan proje, Nazif Çetin’in uğraşları sonucunda Van Valisi Münir Karaloğlu’nun, Vanlı milletvekillerinin ve İstanbul Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün de projeye dahil olmasıyla ete kemiğe bürünmeye başlamış.
Böylece kimi zaman bir öğrencinin bursunu bağışlamasıyla, kimi zaman yakınlarının sadece yalın bir “size inanıyoruz, yaparsınız!” motivasyonuyla umuda giden bir yolculuğa dönüşmüş.
Tek kamerayla çekilen ve şaryo yerine, kamerayı hareket halindeki minibüsün içerisine yerleştirerek kullanmaları gibi yaratıcı tekniklerle imkânsızlığa adeta savaş açıp “ya olacak ya da olacak!” demişler.
Örneğin; film için Van’a gelen ilk teknik ekip, geceleri kaldıkları konteynırların yakınında asker ve teröristler arasındaki çatışma seslerini sık sık duyunca, bu şartlarda çalışmak istemediklerini belirterek şehri terk etmişler. Ve böylece Nazif ve arkadaşlarının yeni bir teknik ekip bulmaları gerekmiş.
Yani zorluk üzerine zorluk atlatmışlar.
Film, “Van Canavarı” imgelemi ve ironisi üzerinden “Van Depremi”ne dikkatleri çekiyor. Van’da, deprem sonrasındaki psikolojik ve sosyolojik havayı nüfuz etmenizi sağlıyor.
Van Gölü Canavarı, teknik alt yapısının yetersizliği nedeniyle beklentinizin altında kalabilen bir film olabilir belki ama arkadaki fonu okumak isteyenler için oldukça fazla malzeme veriyor. Vanlı akademisyen ve aktivist “Can Ozan Tuncer”, filmi anlattığı yazısında “fikri Vanlı, ruhu Anadolulu, icrası anonim ve seyircisi Türkiyeli. Böylesine bir yapıtla ilk defa karşı karşıyayız.” diyerek çok güzel açıklıyor bu durumu.
Anadolu’nun bir yerlerinde istenildiği vakit, zorluklara-imkânsızlıklara rağmen hala inancını kaybetmeyen,
Sanat aşkıyla, var olma mücadelesi vererek sesini milyonlara duyurmak isteyen insanlarımız var,
Ve bizler bu seslere kulak vermeliyiz.
Depremde “Sesimizi duyan var mı?” diye bağırarak enkaz altındakileri dışarı çıkarmaya çalıştığımız gibi, Anadolu’nun bir köşesinde içine düştükleri enkazların altında bizi bekleyen insanlara da sesimizi duyurmamız gerekiyor.
Böylece Van’da ya da başka bir şehirde yeni filmlerin yapılmasının da önünü açmış oluruz. Ve kim bilir belki bu ilk filmin yaktığı ateşle ileride birgün, Hollywood ve Bollywood gibi bizim de doğumuzda bir yerde bir "Vanyywood*”umuz olur.
*Vanyywood, Can Ozan Tuncer’in 01.12.2012 tarihinde Merkür Haber’deki yazısında kullanmış olduğu bir kelimedir.
http://www.twitter.com/slckbymz