BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Bir papazın Osmanlı günlüğü

İngiltere kralı II. Charles'ın sefaret papazı Covel'in Osmanlı topraklarında geçirdiği yedi yılda yaşadıkları.

Abone ol

Dr. John Covel, Bir Papazın Osmanlı Günlüğü’nde 1670 yılında İngiltere Kralı II. Charles’ın sefaret papazı olarak geldiği Osmanlı topraklarında geçirdiği yedi yılı anlatmaktadır. Papaz Covel kaldığı süre içinde yaşadıklarını ve gördüklerini en ince ayrıntısına kadar günlüğüne aktarmış. Fakat günlükte anlatılanlar oldukça ayrıntılı ve karmaşık olmasından dolayı uzun bir süre basılmamış ve British Museum’da saklı kalmış. British Museum’daki bu hazinenin seçilen bölümlerinin kitap olarak basılması ise Londra’da 1893 yılında gerçekleşmiş.

Dergâh Yayınları’nın başlattığı Batının Gözüyle Türkler dizisinden çıkan Bir Papazın Osmanlı Günlüğü, 1893 baskısı esas alınarak Türkçeye çevrilmiş. Prof. Dr. Özdemir Nutku, 1972’de Türk Tarih Kurumu tarafında yayımlanan IV Mehmet’in Edirne Şenliği adlı kitabında British Museum’daki orijinal yazmayı kullanmış. Nutku, kitabında yazmanın 413 varak olduğunu yılların rutubetiyle mürekkebin yayılmış ve silinmiş olduğundan dolayı çok zor okunduğundan bahsetmektedir.

 Papazın zihnindeki Türk İmajı
Günlük, papazın gemiyle İstanbul’a yaptığı deniz yolculuğuyla başlıyor. Daha sonra İstanbul’da ve Edirne’de geçirdiği günler en ince ayrıntısına kadar günlüğe aktarılmış. Papazın bulunduğu gemi İstanbul’a geldiğinde sarayı on bir pare top atışıyla selamladıktan sonra Galata önlerindeki gümrük binası önünde demir atar. Gümrükte gemideki eşyalar ve bavullar görevliler tarafından didik didik edilir.

Papaz gümrükteki bavullarını almaya gittiğinde her şeyini eksiksiz olarak teslim alırken şu yorumu yapar: “Sonunda Hıristiyan olduğu halde bir Türk kadar bile dürüst olmayan biri tarafından çalındığına inandığım Niceron’un Thaumaturgus Opticus’undan başka bir şeyin eksik olmadığını gördüm.” Günlüğü okurken satır aralarına serpiştirilen bu tür karşılaştırmalar ve yorumlar papazın zihnindeki Türk imajını da ortaya koymaktadır.

Papaz, İstanbul’da gezdiği yerleri ve mekanları anlatırken okuyucuyu 17. yüzyıl İstanbul’una götürmekte, saray hayatından, gündelik hayata, kilise ayinlerinden, Galata Mevlevihanesine dair pek çok ayrıntıya yer vermektedir. Fakat günlüğün en can alıcı yeri ise şehzade Mustafa’nın sünnet düğünü ve Hatice Sultan’ın düğününün anlatıldığı bölümlerdir. Edirne’de yapılan dillere destan her iki düğün görkemli şenlikleriyle, hediyeleriyle, ziyafetleriyle tarihte unutulmayanlar arasında yerini almıştır.


Günlükte öne çıkan bir başka husus ise papazın tanıştığı kişiler hakkında yaptığı tasvirlerdir. Bu kişiler padişah, sadrazam, şehzade gibi saray çevresinden olurken, zaman zaman halktan bir insanın tasviride karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, şehzade Mustafa’yı yakından gördüğünü anlatan papaz Covel ileride tahta çıkacak olan şehzadeyi şöyle tasvir etmekte: “Genellikle çirkin sevilmeyen (herhalde kötü huylu) bir çocuktu; tam bir Rus yüzüne sahipti (fazlasıyla Rus gördüğümden doğru karar verebilirim) çıkıntılı bir alnı, ucunda bir et parçası olan kemerli burnu, yuvarlık düz bir yüzü; açık renk gözleri ve kaşları vardı.

Kulakları dikkat çekecek kadar büyüktü, elleri (Türklerin hiçbiri ellerine bakmazlar ve elleri kaba sabadır) esmer ve yanıktı. Annesi bir Rus olup babası da bir Rustan doğmuştu.” Şehzadenin sünnet şenliğine günlüğünde geniş bir yer ayıran papaz Covel şenlik sırasında fevkalade bir şekilde ağırlandıklarını, hatta şeytandan nefret ettikleri kadar sevmedikleri şapkası ve saçıyla rahat bir şekilde dolaştığını, en ufak bir hakarete uğramadığını, Türkler itilip kakılırken yabancılara ayrı bir ihtimam gösterildiğini anlatırken, “bize her şeyi en ince ayrıntısına kadar gösterip hayran olduğumuzu veya olur gibi yapmamızı görmekten çok gurur duyuyorlardı” şeklinde de yorum yapmaktadır.

Din değiştiren türk olur
Şehzade Mustafa’nın Edirne’de yapılan sünnet düğününde on beş gün geceli gündüzlü gösterişli şenlikler yapılmıştır. Tabii ki şehzade ile birlikte yoksul ailelerin çocukları da sünnet ettirilmiştir. Papaz Covel günlüğünde iki bin kişinin sünnet edildiğinden bahsederken. bazı kaynaklarda bu rakam abartılı bir şekilde sekizbine kadar çıkmaktadır. Papaz yüzlerce çocuğu sünnet edilirken izlediğini ve Türklerin yabancıların bunu izlemesinden rahatsız olmadıklarını aksine özendirici olacağını düşündüklerini anlatmaktadır.

Özellikle din değiştirerek sünnet olanları da ilginç yorumlarıyla anlatır. Din değiştirmeyi Türk olmak olarak algılayan papaz Covel “Çok daha olgun yaşta din değiştirerek Türk olanlar vardır. Elli üç yaşında olduğu söylenen yaşlı bir adamın sünnet edildiğini gördüm. Din değiştirmenin en çok görülen şekli sultan veya vezirin huzuruna çıkarak, kepini yere atmak ve sağ elini veya şehadet parmağını havaya kaldırmaktı. O zaman hemen (orada bu iş için bekleyen) bir memur tarafından götürülür ve diğerleriyle beraber sünnet edilirlerdi.Vezirin huzuruna çıktıktan sonra zıplayarak ve sevinç gösterileri yaparak çadıra gelen bir Rus genci gördüm. Ancak sünnet olurken (olgun yaşta olan çocuğun yaptığı gibi) homurdanıyordu.”

Günlüğün şenliklerle dolu sayfalarını tebessüm ile okurken birden Edirne’de Veba bölümüne geldiğinizde biraz keyfiniz kaçıyor. Edirne’de Temmuz ayında başlayan veba salgınında günde 900 kişinin öldüğünü ve şehirden herkesin kaçmaya başladığını öğreniyorsunuz. Veba yüzünden papaz ve beraberindekiler Edirne yakınındaki Karaağaç denilen kasabaya gitmek zorunda kalırlar. Karaağaç’ı anlatırken kasabada yaşayanların geçimlerini şaraptan kazandıklarını her gün Edirne’den buraya yüzlerce insanın içki içmeye geldiğini ve Türklerin şarabı çok sevdiklerini hatta sarayda padişah hariç diğer görevlilerin de şaraptan büyük bir keyif aldığını anlatmaktadır.

Öyle ki veziri birkaç defa kör kütük sarhoş olarak gördüğünden de bahseder. Papaz, İstanbul’a döndüğünde korkunç veba salgını burada da devam eder. Papaz veba salgınından nasıl kurtulduğunu şöyle yorumlar: “Ben kaderimizin ve şansımızın alınlarımızda yazıldığına inanacak kadar Kalvinist değilim; ama şunu söylemeliyim ki bu kadar çok ölüm gördükten sonra beni sadece Tanrının koruduğuna inanıyorum. Beni tanıyanlar hangi şeytana kanıp da bu cehennem gibi yerde kaldığımı merak edebilir ve samimi olarak kendim de merak ediyorum, herhalde kader kalbime yazılmıştı, ama şimdi silinmeye başladı.”

Günlükte anlatılanların büyük bir bölümü Edirne şenliklerine ve Edirne’deki saray yaşantısına ayrılmıştır. Bir papazın bakışıyla Türklerin batı dünyasına nasıl aktarıldığını merak ediyorsanız okumanız gereken bir kitap. (Fatmagül Demirel)