Bir Delil İle Kırk Âlimi Yendim..!
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş tarihinden itibaren batılı ülkeleri şaşkına çevirmeyi başarmış tek Müslüman ülke olma özelliği taşımaktadır.
Bu özelliği ile uluslararası sermaye açısından Müslüman toplumları köleleştirme projesinin önünde kötü örnek olarak durmaktadır!
Köleleştirme çalışmalarının kalıcı başarısı için Türkiye’nin de Ortadoğu’daki diğer Müslüman toplumlara benzemesi şarttır. Bunun için gerekirse sıcak savaş dahi göze alınacaktır!
İşte bu nedenledir ki Türkiye Cumhuriyeti kendini Müslüman olarak tanımlayan (!) Siyasal İslamcıların bir numaralı hedefi haline gelmiştir!
Küresel güçler, Türkiye Cumhuriyetine karşı yürüttükleri bu gizli savaşı
Türkiye’nin iç dinamikleri vasıtasıyla yürütmektedir.
Dolayısıyla, yerel siyasetçilerin attığı her adımın altından küresel aktörlerin çıkarlarına hizmet edecek, küresel köleleştirme projesinin siyasi ve jeopolitik planları çıkmaktadır.
Devlet gücünü eline geçiren işbirlikçi siyasetçilerin milli politika izlemelerinin imkânı yoktur. Zira varoluş sebepleri milli politikaların izini silmek olan bu siyasiler aksi yönde atacakları ilk adım ile birlikte yerle yeksan edileceklerinin farkındadırlar.
Günümüzde izlenen politikalar sonucu; Türk milleti devre dışı bırakılmış, milli irade zapturapt altına alınmıştır!
Demokratik yollarla şartları kendi lehine değiştirmeye çalışan halkın devlet gücü kullanılarak engellenmesi nüfusun yarısına yakını tarafından ne yazık ki kanıksanmış, sıradanlaşmıştır. Mücadele edilmesi gereken en önemli çıkmazlardan birisi de sanırım budur.
Siyaset kurumu halkın ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak, kısır tartışmalarla yapay gündemlerin içinde debelenmekte, ülkeye zaman kaybettirmektedir.
Türkiye’nin kuruluş felsefesini ortadan kaldıracak yasal düzenlemeler ivme kazanmış, devlet kurumlarının yetkilerini tek noktada toplama çalışmaları hızlanmıştır.
Bütün bu olumsuz gelişmeler yönetimsel ihtiyaçmış gibi gösterilmeye çalışılsa da dikta rejimlerinin ihtiyaç duyduğu adımlar olduğu çok açıktır!
Kaldı ki, yönetimsel ihtiyaçtan kaynaklanmış olsaydı elle tutulur güçlü bir toplumsal talebin de olması gerekirdi.
Ama ortada öyle bir talep yok.
Ne mezhep kavgasına tutuşalım diyen var ne de bugüne kadar Müslüman ülkeler arasında cazibe merkezi oluşumuza bir itiraz…
Ne komşu Müslüman ülkelerde iç karmaşayı körükleyelim talebi var ne de dış politikamızı üzerine inşa ettiğimiz “Yurtta sulh, cihanda sulh” söyleminden vazgeçip savaş yanlısı politikalar izleyelim özlemiyle yanıp tutuşan…
Ne var?
Dayatılan politikalar ve koşulsuz kabul etmesi beklenen bir millet var…
Bunun yanı sıra yazık ki; iktidarın toplumsal ihtiyaç ve talep olarak gösterdiği söylemlere bakıp gerçek ihtiyaçlarını göremeyen kitleler var!
Siyasi partiler ortaya çıkabilecek sorunlara çözüm üretme vaadiyle iktidara talep olurlar.
İktidar olduklarında da görevleri budur;
Çözüm üretmek…
Üretiyorlar mı?
Hayır…
Ortada muhteviyatı meçhul ihtiyaçlar ve kimden geldiği bilinmeyen taleplerden yola çıkarak her biri ayrı toplumsal çatışmaya sebep olacak uygulamalar var!
Burada amacın; spontane doğmuş ihtiyaçlara cevap vermek olmadığı çok açık.
O halde nihai hedefe hizmet edecek yapay ihtiyaçlar oluşturup algı yönetimiyle talebe dönüştürebilmek midir amaç?
Bu sorunun cevabını sadece vereceğim iki örnek uygulamada görebilirsiniz;
Taksim Meydanında yapılmak istenen yeni düzenlemeler ve Çamlıca Tepesine yapılacak olan cami…
Bu iki örnek konunun anlaşılabilmesi açısından önemlidir!
Onlarcasını sayabileceğimiz uygulamalar arasından seçerek verdiğim her iki örnekte de ihtiyaçtan kaynaklanmayan ve toplumsal talep olmaksızın, siyasi manevralarla algı yaratılmış ve sanal talebe dönüştürülebilmiştir!
Yapay taleplerin böylesine yoğun şekilde öne çıkarılmasının amacı nedir?
Gerçek toplumsal ihtiyaçları öteleyebilmek ve gözden kaçırmak mı?
Böylece hem hedeflenen kutuplaşma ve toplumsal karmaşa ivme kazanabilecek hem de ekonomik olarak hatırı sayılır rakamlara ulaşan gerçek ihtiyaçlara cevap verme külfetinden kurtulmuş mu olunacak?
Ötelenerek sorunlar yok edilebilir mi?
Mesela SSK ya da Bağ-Kur’a 8 bin TL. Ana borcu olmasına rağmen ödeyemediği için borcu 20 küsur bin TL.’ye ulaşmış çay ocağı işleten küçük esnafın mağduriyetini ortadan kaldırabilir mi?
Prim günü ve yılını doldurmasına rağmen emekli olabilmek için yaşı bekleyen (EYT) mağdurlarının derdine çözüm olabilir mi?
Evlilik çağına gelmiş gençlerin taşeronluk sistemiyle iliklerine kadar sömürülüp gelecekten ve yuva kurmaktan umudunu kaybetmiş olmalarına karşın yeniden umudu yeşertebilir mi?
Halka cenneti vaad edip ülkeyi cehenneme çeviren ruh hastalarının tahrip ettikleri cumhuriyetin onarılmasında katkı sunabilir mi?
İçine düşürüldüğü ekonomik sıkıntı nedeniyle aile içindeki otoritesini yitiren babanın bunalım sonucu cinnet getirip ailesini katletmesi gibi vakalar artık günü birlik yaşanıyor! Bütün bunların önüne geçebilir mi?
Neredeyse her gün bir ya da birden fazla kadın cinayetinin yaşandığı, çocuk istismarının hat safhada olduğu bir ülkenin bu makûs talihini değiştirebilir mi?
Muhakeme yetisini tamamen yitirmek üzere olan malum siyasal parti taraftarlarının görünen onca adaletsizlik, rüşvet, irtikap karşısındaki suskunluğunu itiraza dönüştürebilir mi?
Yoksa İmam Şafi’nin dediği gibi; ““Bir delil ile kırk âlimi yendim, kırk delil ile bir cahili yenemedim” durumu ebediyete kadar sürecek de geleceğe dair umudu diri tutma çabamız boşuna mı?
Biraz daha fazla kazanmak uğruna daha ne kadar çanak tutulacak bu iffetsiz karanlığa?
Daha ne kadar kalem sallanacak uğursuzlukları çıkara dönüştürmek için?