BIST 9.277
DOLAR 34,49
EURO 36,45
ALTIN 2.955,05

Bir büyük alimden geriye kalan hatıralar

Medine'den ayrılmadan bir gece önceydi. Medine mezarlığına girdim.

Medine'den ayrılmadan bir gece önceydi. Medine mezarlığına girdim. Bu mezarlıkta islam tarihinin seçkin simalarının kabirleri ile karşılaşırsınız. On bini aşkın peygamber dostu burada medfundur. İçlerinde peygamber amcası Hz.Abbas gibi, Hz.Osman gibi, Hz.Ebu Hureyre gibi, Hz.Sa'd b.Muaz gibi, Hz.Ebu Said el-Hudri gibi, Hz.Hasan gibi, Hz.Aişe gibi, Hz.Fatıma gibi çok özel ve bir o kadar şerefli insanların kabirleri ile karşılaşırsınız. Peygamber efendimizin ailesi ve yakın dostları hep bu mezarlıktadır. İslam ulemasının önde gelen alimlerinden sahabe efendilerimize talebe olma şerefine yetişmiş  imam nafi gibi , imam malik gibi kudretli alimlerde burada medfundur. Hz.Hüseyin efendimizin evladı Hz.Ali Zeynelabin ve bu zat'ın oğlu İmam Muhammed bakır ve onunda oğlu İmam Cafer'de buradadır.Bu mübarek insanların kabirlerini tek tek ziyaret ettikten sonra Hz.Osman efendimizin ayak ucu tarafına doğru yürüdüm. Orada benim için çok özel bir kişinin mezarı var. Doğrusu bu özel kişinin kabrine gitme cüretini ve liyakatını kendimde bulmakta zorlanıyordum. Çünkü kendisinin yaşadığı islamı yaşamaktan çok uzak olduğumu nefsim bana fısıldıyordu. Neyin varki huzuruna varıp ben geldim diyeceğim diyordum kendime. Kendim ile hesaplaşıyordum. Kimden mi bahsediyorum ? Anlatayım efendim...

Kendisi,1987 yılında Mısır’a geldiğinde El - Ezher’in alimleri ile uzun bir ilmi sohbete başlıyor,konu Arap Dili ve Edebiyatı ile başladığında Ezher uleması karşılarında : ezbere bir çok elfiye kitabından deliller getirip, en muakkad (ince,zor) metinleri okuyup , terkibi zor olan ibarelerin altından rahatlıkla çıkıp, nahiv ilmine dair konuştuğunda Sibeveyh’i anımsatan , nahiv bahsinde her ilim sahibinin rahatlıkça altından kalmadığı meselelere bir çok cihetten fevkalade manalar veren ,mantık ilminden söz açıldığında ,kavli Ahmet gibi mantık kitaplarını ezbere okuyup en muğlak ibarelere bir çok vecihle izahlar getirip kendine hayran bırakan yorumlar yapan..Velhasıl arap edebiyatının sarf, nahiv, İştikak, beyan, belağat, bedii, meani, vazi, münazara konularında çok derin ilme sahip bir alimi görüyorlar. Ezher alimleri karşılarında kendilerinden arap edebiyatına çok daha derin bir vukufla bakıp, ibareleri muhakeme edip çok ince manalar çıkaran bir alimi görüyor. Konu fıkıh ilmine kaydığında Ezher uleması bu alimin islam mezheblerini mukaren (karşılaştırmalı) bildiğini görünce hayretleri daha da artıyordu. Çünkü bu zat'ın: İslam fıkhına olan ilmi o derece yüksek bir mertebeye varmıştı ki, siz bana dört mezhepten bir fetvayı sorun, ben size o fetvanın delillerini Kur'an ve Hadis'ten göstereyim diyecek kadar benzeri ancak selef ulemasında görülecek kudretli bir ilme varmıştı. İlim sahipleride iyi bilir ki, bu derece kudretli bir ilime sahip olmak sıradan bir olay değildir. Siz bana islam fıkhından dilediğinizi sorun ben size o fetvanın delillerini birbiri ardınca Kur'an ve sünnetten tek tek göstereyim, diyecek kadar ilimde derinleşmek...Hicri üçyüz yılının evvelinde ki kaynaklara inip meseleleri ihata edecek bir vukufa varmak... Kur'anda geçen her hangi bir kelimeyi kendisine sorduğunuzda , o kelimenin kaç farklı şekilde kullanıldığını , hatta o kelimenin müteradifinin (eş anlamlısının) dahi kaç vecihle kullanıldığını size anında söyleyecek bir muhakemeye sahip olup ,bu seviyede ilimde derinleşmek...  Benzeri ancak selef ulemasında görülen bu ilmin ,bu seviyeye yükselmiş bir alimin, 1987'de Mısırıda görülmesi Ezher ulemasını hayrete düşürüyor...

Konu hadis ilmine kaydığında, daha da hayretleri artıyor Ezher ulemasının… Çünkü, bu sefer karşılarında hadis ilminde otorite olan muktedir bir alimi görüyorlar. Mısırlı alimlerin ilgileri daha da artıyor. Ezher uleması hangi hadisi okusa karşılarındaki alim o hadisin raviler zincirinden sözü açıyor , isnad derecesini okuyor ve mezkur olan hadis hakkında hadis alimlerinin kanaatlerini tek tek kitaplara bakmadan sıralamaya başlıyor. Ezher uleması hangi hadisten söz açsa, karşılarında ki bu alim mezkur olan hadis hakkında ki alimlerin şerhlerini (yorumlarını) dahi ezbere okuyor.

Ezher uleması karşılarında vehbi bir ilme sahip beklemedikleri cihette muktedir bir alimle karşılaştıklarını anlayıp birirlerine bakarlarken, karşılarındaki alim Ezher ulemasını daha da şaşkına çeviren şu sözü söylüyor; “Allah bana Sünen-i İbn Mace’yi şerh etme şerefini nasip etti.” Ezher uleması hayretler içinde “bu nasıl olur? İbn Mace’nin şerhini yapmak çok zor bir iştir.Çünkü İbn Mace’yi (baştan sona) şerh eden bir alim, İslam aleminde hiç olmadı ki. Benzeri olmayan bir kitabı nasıl siz şerh ettiniz?” dediklerinde, karşılarındaki alim tevazu içinde: hadis ilmindeki İbn Mace’ye ait boşluğu nasıl doldurduğunu anlatıyor... Ezher ulemasının önde gelen alimlerinden Prof. Dr. Abdü'l Vedud Çelebi El - Cumhuriyye gazetesinde ezher alimlerini etkisi altında bırakan bu mümtaz alimden bahsederken özetle şöyle der; “Ülkemizde eğitim gören oğlu Nihat Hatipoğlu’nun sayesinde babası Haydar Hatipoğlu ile tanıştık. Benzeri zor görülen bu seviyede ki kudretli bir alimin , biz böyle bir islam aliminin Türkiye’den çıkacağını tahmin edemezdik.”

Bu kudretli alimin vefatından önce 1995 senesinde kendisi ile tanışan Medine'nin büyük hadis alimi Prof.Dr.Halil Molla Hatır kendisinden şöyle bahseder: ''Ben o'nun (Haydar hocanın) gözlerinde eski hadis alimlerinin ışığını gördüm''... Daha sonra Halil Hoca şöyle bir ifade kullanır: ''Sonradan gelenler arasında öyleleri varki , kendilerinden evvel yaşamış olan alimlerin ilimlerine eriştiler ''

Medineli alim: Haydar Hatipoğlu Hoca Efendi

İşte kabri başında bütün bunları tek tek düşündüm. Birbiri ardınca bu hatıralar sarıyordu ruh iklimimi. Merhum dedemin huzurunda bulunmak büyük bir şeref bana katarken, kendisinin yaşadığı islamı yaşamak cidden zor bir iş olduğu için sanki kabri başında durmaktan utanıyor gibi hissediyordum kendimi. Ben geldim işte diyordum. Beni bu halimle kabul edin diyordum. Beni bu kapıdan ikramlarla gönderin diyordum. Sizleri hak etmesemde ikram sahibleri ikram etmeyi severler diyordum. Seven sevdiğine benzeyemediyse de sevdiğini sevmekten biran vazgeçmedi diyordum. Konuşuyordum öylece işte...

1995 yılında medine havaalanında kendisi vefat etmişti. Türkiye'ye cenazesinin getirilmesi için pasaportu uzun bir süre aranıyor lakin bulunamıyordu. Uçak kalktıktan sonra aradıkları pasaport merhumun gömleğinin cebinden çıkar. Defalarca bakmalarına rağmen göremedikleri o pasaportu sanki bir güç oradan almış zamanı geldiğinde geri koymuştu. Öyle olması gerekiyordu. Çünkü orada kalması gerekiyordu. Bütün bir hayatı boyunca tek arzusu medine mezarlığında peygambere komşu kalmaktı. Maksadına da ulaştı. O artık medineli olmuştu. Zaten kendisi son sohbetinde, 'Allah Rasulü'nden bir isteğim oldu. İnşallah bu sefer bu isteğime müsade edecek' demiş. Şimdi peygamber efendimize çok yakın bir yerde mahşere kalkacağı günü bekliyor. Sevdanın ötesinde bir sevda varsa, o sevda ile peygambere aşıktı. Öyle ki, yanında Allah Resulunun ismi anıldığında gözlerinden akan yaş mübarek sakallarını ıslatırdı. Allah Rasulü'nün hadis-i şeriflerini abdestsiz okumaya haya ederdi. Peygamberimize karşı müthiş bir saygı içindeydi.

40 yıla yakın bir müddet İzmir'in, Siirt'in, Afyon'un ve Uşak'ın il müftülüklerini yapmıştı. Türkiyeyi bir dönemler meşgul eden islamın ruhuna aykırı fetva verenlerin karşısında durup, islam adına çekilmiş bir kılıç gibi ehl-i sünnetin yılmaz bir savunucusu oldu. İlmi reddiyelerde yaptı, fıkıh ve tefsire dair kitaplarda yazdı. Medrese geleneğinde yetişmiş olan alimler kendisini yakından tanır ilmi hüveyetine ve kişiliğine hürmet ederlerdi. Sorulmadıkça konuşmazdı. Ben alimim ilim sahibiyim gibi bir tavrı kendisinde görmek mümkün değildi. Onun bu ihlası onu ilimde süreyya yıldızlarına kadar çıkarmış olması gerekiyor ki: talebe iken ders aldığı hocalarına ilerki yıllarında ilmin meşakkatli meselelerinde ders verecek seviyeye çıkmıştı. Bu Allah'ın haydar hocaya bir lütfuydu. Allah dilediğine bunu verir.

Sahabe efendilerimizin yaşamaya çalıştığı islamı yaşamaya çalışırdı. Tüm gayreti bu yöndeydi. Herkesin uyuduğu saatlerde Kur'an okur, cehennemi tasvir eden ayetleri okurken , dönüp dönüp aynı ayeti tekrar okur ve ağlamaya başlardı. Yüce Allah'ın haşmet ve kudreti onu titretmeye yeterdi.

Babası osmanlı alimiydi. Dedesi ve dedesinin kardeşleri osmanlı alimiydi. Dedesinin babası ve kardeşleri, onunda babası ve kardeşleri,her biri islam alimiydi. Öyle ki içlerinde fıkıh kitaplarına , tefsir kitaplarına arapça haşiyeler yazan kudretli alimler vardı. Bu alim olan dedelerinin içinde bazıları var ki: Seyyid Abdulkadir Geylani (ks) gibi Mevlana Halid (ks) gibi zat'lar ile çok yakın dostluklar kurmuşlardı.Haydar hocanın annesi şerife hanım tefsir kitaplarını arapça metinlerden okuyup ince nükteleri izah edecek kadar ilim sahibi bir kadındı. Bu soy böylece Hz.Peygamber'e ve Hz.Ömer'e kadar dayanıyor. Ama şu varki: Kendisi sahip olduğu soy ile katiyyen övünmezdi. Biz o büyük insanlara layık değilken onlar ile soy nisbeti yapmaktan haya ederiz, diyecek kadarda ihlaslıydı.Mütevazıydı. Bir çok yakını haydar hocanın Hz.Ömer soyundan geldiğini ,anne tarafından ise seyyid olduğunu, çok sonralar Haydar Hoca'nın yakın çevresinden öğrenmiştir.

O hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan hakkı konuştu. Tanınmak bilinmek meşhur olmak gibi bir derdi beklentisi yoktu. Etrafında insanlar toplanıp ona hürmet etsinler istemedi. İnsanların dikkatini çekmeye çalışmadı. İlmine olan saygıdan birisi elini öpmeye çalıştığında elini öptürmez,aksine yüzü kızarır ve kardeşim. Biz eli öpülecek kişiler değiliz. Allah size de banada merhamet etsin, diyecek kadar mütevaziydi. Hiçbir kimseyi gözünde büyütmez ama kimseyi de kendinden aşağı bir seviyede görmezdi. Her müslümanı aziz ve şerefli sayardı. İlim sahiplerini severdi. Alimler ile buluşur uzun uzun sohbetler ederdi. Ulemanın icma'ına aykırı bir tutum içinde olan kişilere hakkı savunmaktan asla korkmazdı. kimse ile tartışmayı bir marifet ve övünç olarak görmezdi. Ama kendisini yüksek dağların eteklerinde görüp, alimlerin fetvalarını küçümsemeye çalışan veya alimlerin fetvalarına aykırı fetvalar çıkarmaya çalışan bazı ilim sahipleri ile yaptığı ilmi münakaşada , karşısındakiler her seferinde Haydar Hoca'nın ilmi kudreti karşısında susmak zorunda kalmışlardır. Kendisinin zamanında herkesçe tanınan bir ilim adamı cennete girmek için müslüman olmak şart değil diye bir makale yazdığında ,haydar hocanın bu mezkur zat'a yaptığı ilmi reddiye meşhurdur.İlim sahipleride bu ilmi reddiye hayran olmuşlardı. O gerçekten benzeri zor görülen zeki alimlerdendi. Ama haydar hoca hiçbir zaman reddiye yapmayı veya tartışma yapmayı bir marifet olarak telakki etmezdi. Karşısındaki kişinin onurunu veya kişiliğini zedeleyecek bir tutum içinde bulunmaktan haya edecek kadar engin bir ufka sahipti. Asla karşısında ki kişiyle alay edici bir tutum içinde olmazdı. Karşısındaki kişinin ahiretine karşı üzüntü içinde olurdu. O sadece karşısında ki insanın hidayetine vesile olmak için bunu yapardı. Günümüzde kaç kişi kaldı ki , karşısındaki kişinin şerefeni incitmeden ilmi tartışmayı sırf Allah için yapabilen...

O'nun tek bir gayesi vardı Medine'de vefat etmek ve peygambere komşu olmaktı. İstediğide oldu. O şimdi en sevdiklerinin huzurunda mahşere kalkacağı günü bekliyor. Bir büyük alime kendisi hakkında soru sorulduğunda bu mümtaz alim şöyle der : Haydar hocaya , cenazesinin Allah Resulunun kabrinin önünden kalkmış olması ve medine mezarlığında medfun olması ona şeref olarak yeter...

Alimlerimizi talebelerimize tanıtalım

Haydar hocamız insanların kendisini tanımalarını ve hakkında konuşmalarını istemezdi. O böyle şeylere ihtiyaç duymazdı. Böyle şeyleri gereksiz görürdü. Faydası olmayan birşey olarak telakki ederdi. Muhlis olan alimlerin hali zaten böyledir. Onların her anı kendilerine şu soruyu sormakla geçer : Muhammedi(sav) ahlakı nasıl yakalayabilirim ? Onların tek gayesi budur. Onlar : insanlar üzerinde daha fazla nasıl etki bırakabilirim veya beni ve ilmimi daha çok konuşsalar ya... Gibi, zayıf ve basit düşüncelerden bu ihlaslı alimler bir hayli uzaktırlar...Elbette onu medine'ye misafir eden şeylerin başında bu ihlasıda şüphesiz geliyordu.

Ama alimin hakkı ilminden istifade edilmesidir. Her alim ister ki , insanlar kitaplarımı okusunlar ki bende okunan her ilmin karşılığında sevabını elde edeyim.Buda alimlerin hakkıdır. Ama haydar hocamız ne talebelerine , nede çevresine hiçbir zaman toplumlarda kendisinden ve ilminden (tevazusundan dolayı) bahsetmelerini istemediğinden bazı insanlar merhum hocayı ve kitaplarını tanımıyor. Tanıması gerekenler elbette tanıyor. Medrese muallimleri kendisinide kitaplarınıda yakından tanıyor. Medrese muallimleri haydar hocanın kitaplarını talebelerine okutuyorda. Fakat bazı çevrelerde yetişen ilim talebeleri haydar hocanın kitabından mahrumlar. Hoca efendiyide kitabınıda gereğince tanımıyorlar. Bu genç kardeşlerimizi yetiştiren hocalara düşen bir görev değil midir ? İbn mace'nin hadis ilminde ki önemini talebelerine hocalarımızın anlatması ilmin gereği değil midir ? Diğer hadis kitablarının bir çok farklı farklı şerhi olmasına rağmen , ibn mace bundan müstesnaydı. İbn mace'nin baştan sona şerhi yapılmış bir örneği günümüze gelmedi. Haydar hocamız elinde doyurucu bir şerh olmamasına rağmen ibn mace'yi baştan sona şerh etti. Bu sıradan bir olay mıdır ? İbn mace'nin zorluğunu bilen her ilim sahibi bu işin sıradan bir olay olmadığını elbette bilir. Bu Allah'ın haydar hocaya bir lutfudur. Allah dilediğine bunu verir...Hakikati söylemem merhumu övüyorum gibi anlaşılmasın. Ben hakikati ifade ediyorum. Medinede medfun olan birinin sizce övülmeye ihtiyacı var mıdır ?Sahabe kucağında mahşere kalkacağı günü bekleyen bir zat'ın insanların övgüsüne sizce ihtiyacı var mıdır? Medinede vefat eden biri sahip olacağı en büyük şeye zaten sahip olmuş , Medine'de sahabe efendilerimizin yanına gömülmüş. Daha ötesi var mı?

Bizi yakından tanıyanlar iyi bilirler ki , biz islama hizmet vermiş bütün alimleri rahmet ile yad ederiz. Hiçbirini ötekine tercih etmeyiz. Hepsi bizim başımızın tacıdır. Bazı insanlar gibi sadece bir alimi rahmet ile yad ederken , başka alimleri görmemezlikten hiçbir zaman gelmedik. Bütün alimler peygamber efendimizin okyanusundan bir damladır. Hepsi izzetli ve şereflidir.

Bu alimlerin kitapları bazı çevrelerde yeterince tanınmıyorsa suçlusu bu alimler değildir. Tek suçlusu bizizdir. İslamı anlatanlar bu alimleri talebelerine tanıtması gerektiğini düşünüyorum. Bu alimler bizim övüncümüzdür. Haydar hocamıza yakın çevresi tasavvufa dair bir kitap yazmasını rica ettiklerinde haydar hocamız tasavvufa dair bir kitap yazmayışının sebebini şöyle söyler : ''benim tasavvufa olan sevgimi herkes bilir. Fakat ben tasavvufa dair kitap yazsaydım ,günümüzde tasavvufu reddeden kişilerin tasavvufa olan sevgimden dolayı ön yargılı olup ibn mace'ye yanaşmayacak oluşlarını düşündüğümden tasavvuf ile ilgili bir çalışma yapmadım. Resulullah'ın sözlerini hiçbir şeye feda edemem. sünen-i İbn mace Resulullah efendimizin sözlerini kuşatıyor. Bunu her mü'min okumalı.''

İmam Müslim'in kitabına şerh yazan merhum Ahmet Davutoğlu hoca efendide kudretli alimlerdendi. Bizim alimlerimizdendir. Bu büyük alimi genç nesil sizce yeterince tanıyor mu? Cevabını sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.