Gazeteci Tarık Demirkan'ın 'Avrupa'nın son yirmi beş yılda en çok acı çeken ve en az tanınan ülkesi' Bosna'dan izlenimleri.
Abone olBir zamanlar etle tırnak gibi birbirine bağlı ülkeler sanırdınız onları.
Ülke de değil, onlar Slavların güneydeki kolları olarak, tek bir ülke içinde yaşayan iller gibiydiler.
Yugoslavya adı etrafında bir araya gelen, Slavcanın değişik lehçelerini konuşan, hepsi birbirini anlayan, dinleyen halklardı.
En azından, Doğu Avrupa'nın, ulusal karakterleri silikleştiren penceresinden bakılınca, öyle sanılırdı.
Berlin duvarının yıkılışının ardından ise bu sahte barışın ne kadar kırılgan olduğu anlaşılıverdi.
Yetmiş küsur yıl yan yana, içe yaşayan Sırpların, Hırvatların, Bosnalıların ve Slovenlerin, görülmemiş bir şiddetle nasıl boğaz boğaza geldiklerini dehşetle izledi tüm dünya.
Peki ama neden?
İşte beş günlük okul tatilinden de faydalanıp ani bir kararla çıkıverdiğimiz Bosna yolculuğunda beynimi bu soru meşgul ediyor.
Macaristan'dan Hırvatistan'a giden yollar, Avrupa Birliği'nin ülkeleri birbirine bağlama çabalarına verdiği desteklerle son yıllarda modern otobanlara dönüştü.
Hırvatistan'ın ve Slovenya'nın çehresi, Batı Avrupa ülkelerinin biraz yoksul, ama iddialı ve atak birer kopyası sanki.
Macaristan'dan bu ülkelere geçtiğinizi bile hissetmiyorsunuz. Ovalarda birbirine benzeyen köyler uzanıyor. Evlerin ana sokak boyunca sağlı sollu dizilişi; arkadaki bahçelerde hayvan ağıllarının, makinelerin konulduğu ardiyelerin yeri bile birbirinin kopyası.
Fazla değil, seksen kilometre sonra Bosna sınırından geçeceğiz.
Bizi nasıl farklı bir dünyanın beklediğini henüz bilmiyoruz.
Bosna sınırına yaklaştığımızı, köylerin sayısının azalmasıyla anlıyoruz.
Ova yerini hafif bir şekilde yükselmeye başlayan tepelere bırakıyor. Otobanlar önce normal otoyola, sonra şoseye dönüşüyor.
Ve birden karşımızda Bosna sınır karakolunu buluyoruz. Şu an gireceğimiz ülke, Avrupa'nın son yirmi beş yılında en çok acı çeken ve de hala en az tanınan ülkesi.
Acı çeken ülke
Asker giysili sınır memuru pasaportumuza bakıyor, sonra yüzünde bir gülümsemeyle, Türkçe "hoş geldin" diyor…
Evet, Bosna'ya hoş bulduk!
Bunu tüm şehir ve köylerde yaşıyoruz; Hırvat, Sloven ve Sırp şehirleşmesinden tamamen farklı Bosna yerleşim yerleri, Anadolu köylerine benziyor. Sadece, köylerde yol kıyılarına oturtuluveren ince minareli camilerden yükselen ezan sesleri değil bu duyguyu uyandıran. Evler de Anadolu mimarisi. Köyler, eski Yugoslavya'nın diğer bağımsız cumhuriyetlerinden farklı bir şekilde genellikle iki katlı evlerden oluşuyor. Alt kat, eşya, depo, samanlık… Üst katta insanlar oturuyor.
İnce, kıvrımlı sokaklar, belli ki aynı Anadolu köylerinde olduğu gibi, bir yerleşim planını değil, çoğunlukla tesadüfleri takip ederek oluşmuş.
"Bajramı Şerifiniz Mübarek Olsun"
Tepeler yükseliyor, dağlara dönüşüyor. Katolik Hristiyan Hırvat ve Slovenlerle, ve Ortodoks Hristiyan Sırplarla çevrili bu dağlar, Müslüman Bosnalılar için sanki bir ada oluşturmuş. "Ovalar ve düzlükler onlarınsa, dağlar bizimdir" demiş Bosnalılar. Bu durum Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra da değişmemiş. Bosna'ya sadece dağlar bırakılmış. Ülkenin denizle olan bağlantısı da kesik. Bosna'nın Adriyatik kıyısı boyunca, 3-5 km eninde bir şerit boylu boyunca Hırvatistan'a bırakılmış.
Yemyeşil ve el değmemiş ormanlardan geçiyoruz. Çepeçevre çam ormanlarıyla kaplı kıvrımlı dağ yolları Avusturya ve İsviçre'yi hatırlatıyor. Bu duyguyu daha sonra Saraybosna'dan, Mostar'a giderken de yaşayacağız; İsviçre'nin Alplerinin vadilerinden hiçbir eksiği olmayan harika kanyonlar, Bosna'nın doğal güzelliklerinin ilerde bu ülke için büyük bir turizm geliri olabileceğinin işareti.
Yoksulluk köylerden şehirlere girişte de değişmiyor. Sanki atmışlı, yetmişli yılların Türkiye'sindeyiz. Marketlerde dünya markaları yok! Doğal gaz da yok! Tüm ülkede insanlar kömürle ve odunla evlerini ısıtıyorlar. Şehirlerde bile apartmanların altında odunluklar göze çarpıyor, ve elbette burnunuzda kesif bir is kokusu! Kara bulutlar şehirlerin üzerinde çok uzaklardan bile görülen bir kirlilik tabakası oluşturuyor.
Kasabalarda ve şehirlerde Osmanlıdan kalan ve hala yaşayan isimler; "Taşhan", " Baş Çarşı", "Hayat Otel", "Eda Pansiyon"… Konuşmalara kulak vermezseniz, kendinizi Türkiye'de bile sanabilirsiniz. Bu duyguyu kurban bayramı etkinlikleri daha da yoğunlaştırıyor: Kurbanlık koyunlar ve şehir girişlerinde Türkçe yazılmış, ama "y" yerine "j" harfi kullanılan "Bajramı Şerifiniz Mübarek Olsun" pankartı…
Evet, Bosna'ya hoş geldiniz…
Burası Avrupa Birliği denizinde de minik bir ada… Ama şimdilik…
'Ulvi barış'
Diğer eski Yugoslav Cumhuriyetleriyle birlikte Bosna da kısa bir süre içinde AB'ye dahil edilecek. Çünkü başka türlüsü mümkün değil. Avrupa'nın ortasında, ama bir yandan da Avrupa'ya çok uzak olan bu ülke birliğin dışında kalamaz.
Görünüşte her şey buna uygun; şehirler sanki bu süreç için hazırlanmış "dekorlarla" kaplı. Her yerde yan yana duran İslam ve Hıristiyan tapınakları "ulvi barış" çağrısı yapar gibi. Küçücük, bir futbol sahası kadar minik bir alan içinde bir Cami, ve iki kilise (biri Katolik, biri Ortodoks) görüyoruz.
Bu durum görünüşte hoşgörü ve toleransın bu ülkede ne kadar yüksek olduğunun işareti. Ama acaba gerçekten öyle mi?
Acaba, her kasabada, her köyde şehirde, evlerin arasında hala var olan "şehit mezarlıkları" ve hala bulunamayan "toplu mezarların" anıları buna imkân verecek mi?
Her iki taraftan da bugün artık yaşamayan yüz binlerce kurban böylesi bir barışa "yeşil ışık" yakacak mı?
Srebrenitsa'nın anısı bu kadar çabuk unutulacak mı?
Başka çare yok, böyle olması gerek, diyenler de var elbet.
Ancak toplumsal hafızanın taşıyıcısı olan yazarlara da kulak verelim. Onların söyledikleri insanların gerçek duygu ve düşüncelerini bize daha iyi hissettirebilir.
Bosnalıların komşu halklara karşı duyduğu derin güvensizliği genç Saraybosnalı yazar Faruk Sehiç şu cümlelerle ifade ediyor: "Hoşgörü, anlayış ve ötekine karşı duyulan saygı, ilk bomba sesiyle şehrin çınarlarının dallarından uçup giden kuşlarla birlikte yok oldu! Bu şehirde bunun dışındaki her şey yalandır... "
Eğer bu tespit gerçekten doğruysa, bu durumda Bosna'ya huzurun ve barışın ulaşabilmesi için Mostar'ın, Mimar Sinan tarafından inşa edilen ünlü köprüsünün altından daha çok suların akması lazım.