BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Beyoğlu'nda korkutan gerçek!

CHP'li Başkan Adayı Doktor Ercan Kesal ise, Beyoğlu'nun öteki yüzünü ortaya koydu. Barış Yarkadaş yazdı.

Abone ol BARIŞ YARKADAŞ
Kapadokya’nın henüz ‘Asmalı Konak’la anılmadığı yıllarda, yani 1950’lerin sonunda, yörenin çiftçilikle yaşamını kazanan Kesal sülalesinin en küçük evlatları Ercan, ailenin sevgilisi olmuştur. Anne, baba ve kardeşler, adeta üzerine titremektedir Ercan’ın...

Ercan bu yüzden, ilk ve orta okulu hayata gözlerini açtığı Avanos’ta okuduktan sonra, Lise için, “büyükşehir"e, Nevşehir’e yollanmıştır. Kesallar, diğer çocuklarına gösterdiği ilginin biraz daha fazlasını Ercan’a göstererek, tüm olanaklarını seferber etmiştir.

Anadolulu her aile gibi, Kesallar da çocuklarının bir an önce elinin ekmek tutmasını istemektedir. Baba Kesal’ın kafasında, Ercan’ın okuyup “büyük adam” olması yatmaktadır.
Lise’yi bitirip üniversiteye kayıt yaptırma hazırlığında olan Ercan, bu yüzden biraz da ailesinin isteği üzerine, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne (SBF) kayıt yaptırır. Ancak SBF’de iten bir şeyler vardır Ercan’ı... Çünkü, Ercan’ın düşlerini doktorluk süslemektedir.

Yokluk ve yoksulluk içinde yaşayan Avanosluların durumunu yakından bilen ve birçok acıya tanık olan Ercan, hastane, ilaç, doktor olmadığı için gözünün önünde yitip giden yaşamlara daha fazla izin vermek istemez.

Ercan, “insanların hastalık yüzünden, ilaç bulamama yüzünden ölmediği” bir dünyayı hayal etmektedir artık. Bu düş, Ercan’ın rotasını önce siyasallaşmaya, dünyanın nasıl değişebileceği üzerine kafa yormaya, ardından ise, bilimsel çözümler üretmeye yöneltir.

Bu yüzden, SBF’den çıkar ve Ege Üniversitesi’nin yolunu tutar. Ankara’nın o sıkıcı ve boğucu havasından kurtulduğunu anlayan Ercan’ın önünde, artık düşlerini gerçekleştirebileceği bir imkan vardır. Ercan Kesal, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bir öğrencisidir.

Severek okuduğu Tıp Fakültesi, Ercan’ın önünde bambaşka bir dünyanın kapılarını da açmıştır. İnsanın, psikolojik ve fizyolojik açıdan sağlıklı yaşayabilmesinin şartlarından biri olan sosyal etkinliklere de daha fazla zaman ayırmaya başlamıştır. Bir yandan, okulda demokrasi mücadelesi veren Ercan, diğer yandan ise, sosyal demokrasinin felsefesini kavramaya, kendisini bu alanda yetkinleştirmeye çalışmaktadır. Zira, sosyal demokrasi, Ercan’ın inandığı tek ideolojidir.

Sosyal demokrasinin Türkiye’de nasıl uygulanabileceğini düşünen ve öğrenci arkadaşlarıyla bunun üzerine fikir yürüten Ercan, aynı zamanda “halk kültürü”ne de ilgi duymaktadır. Çünkü, yaşadığı ülkede, inandığı ideolojiyi hayata geçirebilmesi için, önce halkını tanımasına ihtiyacı vardır. Bunun en anlamlı yolu ise, bizzat halk kültürünü araştırmak, okumak, onun ileri yönlerinin yaşatılmasını sağlamaktır. Ercan, bu yüzden bir süre sonra, Folklor Kolları Başkanı olarak bulur kendini...
Üniversite’nin belki de en popüler koludur folklor...

Çünkü, 12 Eylül’ün tüm gençliği ezip geçtiği, depolitizasyonun had safhada olduğu dönemler yaşanmaktadır. Atomize edilen toplum, ancak düğünde, bayramda, seyranda bir araya gelmektedir.

Türk halk kültürü ise, ayrışmayı değil, bir arada durmayı simgelemektedir. O sırada tüm dünyada hakim olan bireyci düşünceye karşı, omuz omuza, el ele oynanan oyunlar, “insan sıcaklığı”nı hissettirmektedir. Anadolu kültürü, insanı temel almaktadır. Oyunu da buna göre şekillenmiştir...

Yaşamın bir yönü budur. Bir diğer yönü ise, “sosyal gerçeklikler”dir. Özal felsefesinin Türkiye’ye hakim olduğu ve her şeyin metalaştırıldığı, yani alınıp satılır hale getirildiği dönemde, sağlık alanında da her türlü duruma, para ve kar gözüyle bakılmaktadır. Bu durum, rahatsız eder Ercan’ı...

Çünkü, sosyal demokrasiyi, sosyalizmi, kapitalizmi ve diğer ideolojileri okurken üniversitede, insana yakışan ve insan onuruna denk düşen tek çözümün, “sağlıkta sosyalizasyon” olduğuna inanmıştır.

“Koruyucu Hekimlik” olarak da adlandırılabilecek olan “sağlıkta sosyalizasyon” insanı temel alan, hasta ve doktor arasındaki ilişkiyi, paraya indirgemeyen bir yöntemdir. Bu yöntem,  zamanda, hekim açısından da faydalıdır. Çünkü, “koruyucu hekimlik” doktoru, sadece “ilaç yazan” bir konumdan kurtarmakta, hastalığı engelleyebilecek yöntemleri üreten, bir “özne”ye de dönüştürmektedir. Bu ise, yabancılaşmayı engeller. Doktor, hastaya “müşteri” olarak bakmaktan kurtulur.

Ercan, tüm bunları, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin yürürlüğe koyduğu Anayasa’dan öğrenmiştir. Tıp Fakültesi öğrencisiyken okuduğu anayasa, ona mesleğinde nasıl bir perspektifle davranacağını da göstermiştir. Doktor, “hastalığı engelleyecek yöntemleri ortaya koymalı, bilimsel çalışmalar yapmalı”dır.

Çevresinde kendisi gibi düşünen birçok doktorun  olduğunu gören Ercan Kesal, sosyal sorumluluklarını yerine getirebilmek için, “örgütlü olma”nın şart olduğunu kavramıştır. Bunda en büyük etken ise, Ankara Keskin’de görev yaptığı dönemde karşılaştığı tablo etken olmuştur. 62 köyü olan Keskin’de insanlar birkaç sağlık ocağının umuduna terk edilmiştir.

“Sağlık hakkı”nın bir hak olduğunun bilinmemesi, birçok çocuğun gözönünde ölüp gitmesine yol açmaktadır. Ercan Kesal, biraz da bu yüzden, siyasetin temel taşı olan Sivil Toplum Örgütleri’ne daha fazla zaman ayırmaya başlamıştır.

O dönem, Nükleer Savaşa Karşı Hekimler Derneği, Çağdaş Dil Derneği, Ekin-Bilar Oluşumu’nda aktif görevler üstlenmiştir. Sanata ve edebiyata olan ilgisini ise, Son Reçete adlı derginin Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlenerek göstermiştir.

Öyle ki, aslında Ercan Kesal’ın siyasi rotasının artık tamamen netleştiği dönem, tam da derginin çıkartıldığı zamana denk gelmiştir. SHP’nin geniş kitleler nezninde prestijinin olduğu yıllarda, Deniz Baykal da partinin Grup Başkan Vekili’dir. Parti politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında, etkili, söz sahibi bir siyasidir.

Kesal, tüm gözlerin SHP üzerinde olduğu bu dönemde, partinin sağlık politikalarını öğrenmek ve okurları daha çok doktor olan Son Reçete’de yayımlamak amacıyla, Deniz Baykal’dan röportaj yapmak için, randevu alır. Baykal, bu genç doktorun sorularını, net bir dille yanıtlar. Ercan Kesal, bu röportaj esnasında, Baykal’ın konuya hakimiyetine hayran olur. Baykal’ın sağlık politikası ile, Kesal’ın kafasındakiler, bire bir örtüşmektedir.

SHP ve Baykal’ı yakından izlemeye başlayan Kesal, aktif politika yapmaya karar verir. Partiye gidip gelmeye başlar. Ancak o sırada Ankara’dan ayrılmak zorunda kalan Kesal, İstanbul’a yerleşir. İstanbul, Kesal’ın mesleğinde daha da ileriye gideceği yerin adresidir. Kesal, bu yüzden, edindiği tüm birikimi ortaya koyar ve riskli bir işe girer. Kendi işinin patronu olmaya karar verir. 1990’da yerleştiği Beşiktaş’ta ilk adımı da atar. Kesal, bir polikliniğe ortak olur. Ardından ise, 1992’de Çağlayan’da bir poliklinik açar.

Birinci poliklinik ekonomik düzeyi yüksek olan bir semttedir. Diğeri ise, daha altlarda seyreden bir bölgedir. Doğal olarak, hastalıklar ve şikayetler arasında da farklar vardır.

Bir bölgede ekonomik yapıdan  kaynaklanan fizyolojik sorunlar, diğerinde ise, yine ekonomik gelirle doğrudan ilintili olan psikolojik sorunlar ağırlık göstermektedir. Ercan Kesal, işte bu tespiti yaptıktan sonra, psikolojiye daha fazla ilgi göstermeye başlar. Tam o sırada, Şizofrengi, adlı dergide yazıları yayımlanır. Ardından ise, Eylül adlı Psikiyatri Merkezi’nin kurar Teşvikiye’de...

Ekonomik açıdan rahatladığını gören Kesal, mesleğinde bir adım daha atabilmek için, yurt dışına çıkmaya ve yabancı dilini geliştirmeye karar verir. Üniversitede öğrendiklerini pekiştirmek için, 1995’te Sorbonne Üniversitesi’nde dil eğitimi almaya başlar. Fransa’daki bu üniversitede öğrenimine devam eden Kesal, aynı zamanda, “Gündüz Hastanesi” olarak tabir edilen bir klinikte de inceleme yapmaya başlar.

Psikiyatri hastalarının tedavi gördüğü bu klinik, Ercan’ın önünde başka bir ufuk açar. Bu klinikte, hastalar için tam bir “sosyal yaşam” oluşturulmuştur. Hasta, terapisinin ardından, burada kalmaya devam eder. Hasta, oluşturulan merkezde, alışveriş yapar, yüzer, kitap okur... yani hayata dair ne varsa, burada onu görür... Topluma tam adaptasyonu sağlanan hasta, tedavisinin bittiğine emin olunduğunda, dostlarının, ailesinin yanına gönderilir.

Fransa’da bu “proje”yi inceleyen Kesal’ın gözlerinin önüne, Avanos’taki, Keskin’deki, ya da Anadolu’nun herhangi bir yerindeki “Depo Hastane”ler gelir. Depo Hastane, ilk tedavinin yapıldığı, hastanın daha sonra kaderiyle başbaşa bırakıldığı yerlere denir. Türkiye’de, “depoculuk” yapılmaktadır.

Kesal, 1997’de Türkiye’ye döndüğünde, aslında, Türkiye’de bir sağlık sisteminin ve sağlık politikasının olmadığını daha iyi kavramaya başlar.  Beyoğlu’nun önemli semtlerinden olan Okmeydanı’nda özel bir kilinik açmaya karar veren Kesal, İstanbul’un bu ışıltılı semtinin, aslında gösterildiğinden çok farklı bir yapıda olduğunu, bizzat yaşayarak öğrenir.

Kesal için Beyoğlu, Galata Kulesi, Çukurcuma, İstiklal Caddesi değildir artık... Okmeydanı, Kasımpaşa, Hacı Hüsrev de Beyoğlu’dur... Ve hep saklanan, gizlenen, gösterilmeyen Beyoğlu’nun “öteki yüzü” adeta patlamaya hazır bir bombadır.

Yokluk, yoksulluk, işsizlik ve çaresizlik, “Hasta Beyoğlu”nu yaratmıştır. Kesal'ın sahibi olduğu Okmeydanı Hastanesi’ne her ay gelen ve tedavi olan yaklaşık 3500 hastadan ortaya çıkarılan sonuçlar, korkutucudur...

Kesal, bu tablo karşısında vardığı sonucu şöyle özetliyor: “Bizim ülkemizde hep sağlıkta ileri gittiğimiz söylenir. Kaç tane tomografi cihazımızın olduğundan övgüyle bahsedilir. Bununla övünenler ya sağlıktan hiç anlamıyordur, ya da kötü niyetlidir. Çünkü, bir ülkede, insanların sağlıklı olup olmadığı, cihaz çokluğuyla değil, bebek ölümleriyle anlaşılır. Evet, İngiltere’de 16 adet tomografi cihazı var. Türkiye’de ise, 72 tane...Peki, sağlık alanında İngiltere’den önde olduğumuzu kim söyleyebilir?

Kesal, bebek ölümlerinde dünya sıralamasında birinciliği kimseye bırakmadığımızın altını çizerken,  “Ben bunları bilimsel verilere dayanarak söylüyorum. Bize Beyoğlu’nda sağlıksız beslenme ve beslenme bilincinin oluşturulmamasından kaynaklı hastalar geliyor. Bunların büyük çoğunluğu ise ne yazık ki; bebekler... Yani geleceğimiz olan çocuklarımız...” diyor.

Beyoğlu Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, bu soruna çözüm üretecek tek bir girişimde bile bulunmadığını ifade eden Kesal, “Beyoğlu’nu sadece İstiklal Caddesi olarak gören zihniyet, Kasımpaşa, Piyalepeşe, Okmeydanı’nda tek bir adım bile atmıyor. Halbuki, belediyeler halkın sağlığını korumakla bire bir yükümlüdür. Belediyecilik, çöp toplamak, su getirmek değildir”in altını ısrarla çiziyor.

Beyoğlu’nun önemli bir bölümünü yakından tanıdığını vurgulayan Kesal sözlerini şöyle sürdürüyor. “Yıllardır bu bölgede sağlık kuruluşu faaliyetini yürütüyorum. Bölge halkını da yakından tanıyorum. Birçok köy derneği, spor kulübü ve sivil toplum kuruluşuyla bire bir ilişki halindeyim. Beyoğlu’ndaki hastaneme gelen hastaların bir çoğu, fizyolojik, bir çoğu ise psikolojik etkenlerden dolayı tedavi görüyor.”

Kesal, bunun sebebini ise şu faktörlere bağlıyor: “Beyoğlu gençliği işsiz... Beyoğlu gençliği, geleceğe inanmıyor. Çünkü, inanç bırakılmamış. Bu yüzden, genç nüfusun büyük çoğunluğu, depresyonla yaşıyor. Yaşlıların durumu da parlak değil. Ben yılardır ücret almadan sağlık taraması yaptırıyorum tam 45 mahallede... Yaşlılar, yürüyecek alan olmadığı için, hareketsizlikten kemik erimesi  ve kireçlenme sorunlarıyla karşı karşıya...”

Doktor Ercan Kesal, bu noktada Beyoğlu Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a büyük sorumlulut düştüğünü söylüyor. Kesal’a göre, Topbaş ve belediye, yaşlılara, gençlere, çocuklara, yeşil alan üretmek zorunda.

Beyoğlu gençliği ile çok sıkı bir ilişkisinin olduğunu da anlatan Kesal, “Uzun yıllardır Piyalepaşa Spor Kulübü’nün başkanlığını yapıyorum. Gençlerle sürekli oturup konuşuyorum. Onları yakından tanıyorum. Spor, onlar için şimdilik belki de en iyi uğraş. Derdimiz Beyoğlu gençliğini sağlıklı bir yapıda geleceğe hazırlamak. Bu yüzden, bölgede bulunan 23 takımı bir araya topladık ve Beyoğlu Amatör Spor Kulüpleri Birliği’ni kurduk. 4500 genç bu vesileyle bir araya geldi” diyor. Birliğin başkanlığını yürüten Kesal, dolayısıyla, halkın da kendisini çok yakından tanıdığını belirtiyor.

Beyoğlu Belediyesi’nin 150 bin insanı yakından ilgilendiren “Tapu” konusunda pasif olmakla da suçlayan Kesal, hastanesine gelen yurttaşlar, kendisine bu sorunu açtıklarında, kolları sıvamak zorunda kalmış. Gerisini Kesal’dan dinleyelim: “Birçok hastam, vakıflarla sorunlu olan evlerinin tapularını alamadıklarını söyledi. Bununla ilgili olarak bir çalışma başlattım. Muhtarlarla görüştüm. Ortaya 150 bin insanı ilgilendiren bir sorun çıktı. Yani, Beyoğlu nüfusunun üçte biri, sorunlu evlerde, mülklerde ikamet ediyor. Bu yüzden, Tapu Alma Girişimi adlı oluşumu kurduk. Şimdi herkes tapusunu alma peşinde...”

Bu ve buna benzer sorunları geniş kamuoyuyla paylaşabilmek için, Okmeydanı’nda kurulu olan ve 96.6 frekansından yayın yapan Yön FM’de “Söyle İstanbul” adlı bir programa da başlayan Kesal, bunu tam 2.5 sene sürdürmüş. Beyoğlu’nun tüm sorunlarını, muhataplarıyla ve çözüm mercisinde oturanlarla açık açık tartışmış. Kesal, “Bu programlar, yurttaşlık bilincinin oluşmasında büyük katkı sağladı. Mustafa Kemal, kulluktan yurttaşlığa geçmemiz için çok mücadele verdi. CHP’yi ise bunu yaratacak olan bir araç olarak gördü. Ben de bu yüzden, geleceğe daha sağlıklı adım atabilmek amacıyla CHP’de politika yapıyorum. Çünkü, biliyorum ki; ancak CHP’nin felsefesi, hayata bakışı, ürettiği çözümler Mustafa Kemal’in hedeflediği Türkiye’nin adresidir...” diyor.

28 Mart’ta yapılacak olan yerel seçimlerde Beyoğlu Belediye Başkan Aday Adayı olmasının sebebini yukarıdaki sözlerle açıklayan Kesal, konuşmasını “Bölgemin sorunları kadar, çözüm yollarını da yakından biliyorum. Meslek Edindirme Kursları’nda, Sağlık Taramalarında, Spor Kulübü’nde, ve her ay bastırıp dağıttırdığım Söyle İstanbul adlı gazetede bölgeyi, bölge insanıyla konuşuyorum” şeklinde sürdürüyor.

Bu yüzden, Beyoğlu’nun ciddi bir envanterine sahip olduğunu anlatan Kesal, 29 Mart sabahı yapacağı ilk işi ise şöyle anlatıyor: “Halkımızla birlikte 29 Mart sabahı Beyoğlu Belediyesi’ne yeni bir anlayış ve yeni bir bakış açısı kazandıracağız. Kaynak yaratmak ve bu kaynakları doğru yerde kullanmak, halkın denetiminde olacak. Şeffaf ve hesap sorulabilir bir belediyecilik anlayışı, sorunları yaşayanlarla birlikte oluşturulacak.

Yurttaşı dinleyen, çağdaş iletişim olanaklarını kullanan, dünyadaki gelişmeleri takip eden, sorunlara sosyal çözümler üreten bir belediye, Beyoğlu’nun yüzünü de değiştirecektir.”

Kesal, bölgedeki hırsızlık ve güvenlik sorunlarının çözümünü, sosyal projelerle aşacaklarını da belirterek, “Yeter ki; 28 Mart’ta sandıktan yetkiyle çıkalım. İki Beyoğlu’nu, tek Beyoğlu’na indirelim. Mutlu, huzurlu ve geleceğe güvenle bakılan bir bölge yaratalım” diyor.

Doktor ERCAN KESAL
0532 271 91 12
0212 256 35 65
ercankesal@e-kolay.net