Beşiktaş nasıl kurtulur?
Beşiktaş’ı tutarım. Armasındaki Ayyıldız, forma renginin hikâyesi beni bir aşk derecesinde bağlar Beşiktaş’a… Yense de, yenilse de vazgeçmem. Beşiktaş’lıyım… Karşılıksız severim.
Ülkemizin tüm takımlarına kıymet veririm. Hepsini önemserim. Sporun her dalını çok değerli bulurum. Gençlerimizi spora teşvik eder, orta yaşlı ve yaşlı kuşağa da harekette olmayı şiddetle öneririm.
Yani bir fanatizm içinde değil, kalpten bir sevgi ve umut içinde söylüyorum.
Futbolda işler bu sene iyi gitmiyor. Geçtiğimiz yıl Fenerbahçeli dostlarım ne tür duygular içinde yaşadılarsa şimdi de biz Beşiktaş taraftarları aynı duygular içindeyiz.
Düzelir mi, elbette düzelir. Bu Beşiktaş’tır nihayetinde… Düzelir mi, elbette, biz yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz sürece zevale düşmesine asla ve kat’a izin vermeyiz…
Yalnız şu bir gerçek ki teknik direktör Sayın Abdullah Avcı ile takım arasında bir kaynaşma olmadı. Motivasyon eksik. Beşiktaş pek çok kıymetli hoca ile çalıştı, içlerinde yabancılar da vardı ama hiç bu kadar hocası ile uyumsuz olduğunu gösteren bir durum ortaya çıkmadı…
Çok değerli başkan Fikret Orman, sorumluluk şuuruna sahip bir insan olarak olağanüstü kongreye gitme kararı aldı. Alkışlıyorum. Ama kanaatim, arzum devam etmesi yolundadır. Beşiktaş istikrarın takımıdır. İstikrarlı takımdır. Beşiktaş’ta Başkan değişikliği ile çözülecek bir sorun bulunmamaktadır. Sayın Orman yönetiminde bu takım çok büyük başarılara ulaşmıştır.
Aklı başında bir yaklaşım içinde olmak, sağduyu ile hareket etmek ve sorunu kaynağında görmek daha iyi olur.
Fikret Orman aday olmalı, Beşiktaş’ın başkanı olarak kalmalı ve yeniden şampiyonluğa odaklanılmalıdır.
Beşiktaş, bir semttir, takımdır ama Türkiye’dir…
Yıl 1981. Rahmetli Galip Erdem “Beşiktaş Nasıl Kurtulur?”, diye sorar “Yeni Sözcü”de… Darbenin ağırlığı Türkiye’nin ve Türkiye sevdalılarının üzerindedir.
Seslerin çıkarılamadığı bir dönemde, konuşmanın çok zor olduğu bir süreçte Galip Ağabey, Türkiye ve Türk Milliyetçiliğinin içinde bulunduğu açmazdan nasıl çıkacağını sorguladığı bir yazıdır bu. Beşiktaş, binlerce yıllık tarihimizdir, bu tarihi yapan Türk milliyetçileridir aslında… Beşiktaş ülkemizdir, ülkümüzdür, insanlarımızdır… Nasıl Kurtulur? O muhteşem yazıyı bu gün o günkü anlamıyla değil, Beşiktaş’ımızın haldeki durumuyla okursak yine çok anlamlı olacaktır…
Şöyle der, Rahmetli Galip Ağabey, “Yılbaşı gecesi. Evdeyim ve yalnızım. İş olsun niyetine, âdet yerine gelsin diye TV’nu açmışım. Birileri eğleniyor, zıplıyorlar, sıçrıyorlar, mütemadiyen gülüyorlar ve galiba marifetleriyle beni de güldürmek istiyorlar. Bakıyorum ama, gördüğüm çok şüpheli! Kulağıma bir takım acaip sesler geliyor, hiç anlamıyorum.
Bir türkü olsa dinlerdim:
“Bayram gelmiş neyime/ Anam anam garibe;/ Kan damlar yüreğime,/Anam anam garibem…”
Bir Horyat da fena sayılmazdı:
“Düş de gör/ Hayâlde gör düş de gör;/ Düşenin dostu olmaz/ Hele bir yol düş de gör.”
Başka bir Kerkük türküsü en iyisi idi:
“Sevmiş bulundum efendim gayrı ne çâre.”
Hiçbirini söylemediler. Seçtiklerini de ben dinlemedim.
Evet efendim, ayıp değil ya, ben de Beşiktaş’ı sevmiş bulundum! Aklım fikrim hep Beşiktaş’ta. Dünyanın diğer işleri ile hiç ilgilenmiyorum. Siyâsetmiş, iktisatmış, ticaretmiş bana ne, hiçbirine aldırmıyorum. Yeni zamanların Mecnûn’u gibiyim; kâinatı, Leylâlaştırmışım. Beynimi kemiren soruya cevap arıyorum: Beşiktaş nasıl kurtulur?Kınamayın dostlarım; benim yaşamam Beşiktaş’ın kurtulmasına bağlıdır.
Beşiktaş düşerse, artık hiç iflah olmam!
Beşiktaş, bildiğiniz gibi, henüz unutulmamış yakın geçmişte çok güçlü bir takımdı. Üstüste beş yıl ve daha birçok şampiyonluğu vardır. Üç kıt’ada at, şey affedersiniz, top koşturan, şanlı şöhretli nice takıma diz çöktüren Beşiktaş, şimdi puan cetvelinin 13. sırasında, ha düştü ha düşecek! Bir zamanlar dünyanın en büyüğü Real Madrid’e kafa tutan 70 yıllık Beşiktaş, bugün iki yıllık Rizespor’u tek golle yendiği için bayram ediyor. Olur mu böyle, üzülmez mi insan?
Beşiktaş’ı kim kurtarabilir, o muhteşem maziyi kim yeniden yaşatabilir?
Şüphe mi ediyorsunuz? Elbette Beşiktaşlılar!
Yalnız bazı cahiller -Hain de olabilir- zannediyorlar ki, İstanbul’un bir semtinde oturmak demek, Beşiktaşlı olmak demektir. Oysa benim sevmiş bulunduğum ve kurtarılması gereken Beşiktaş bir semt değil, bir takımdır. Hemen hatırlanması gerekir ki, Beşiktaş semtine girenler içinde, Bursaspor’un ajanları ve Trabzonspor’un uşakları da vardır. Şu halde bir: Beşiktaş’ın kurtulması için, küme düşmesi imkânsız Beşiktaş semti ile küme düşmesi muhtemel Beşiktaş takımını birbirine karıştırmamak şarttır. İki: Türkiye’nin her yerinde, hatta Türkler’in yaşadığı diğer ülkelerde “koyu” Beşiktaşlıların bulunduğunu hiç unutmamak lâzımdır.
Son zamanlarda Beşiktaşlılar’dan çok, diğer takımlara mensup olanların “Beşiktaş nasıl kurtulur?” konusunu münakaşa ettiklerini, çâre aradıklarını, yol gösterdiklerini öğrenmekteyim. Bazı saf Beşiktaşlılar da, bu aşırı dostluk (!) gösterileri karşısında heyecanlanıyorlar ki, gözyaşlarını tutamıyorlar. Ne oluyoruz, akılsızlığa faiz mi ödeniyor? Takımlarının şampiyonluğu için, şüphesiz haklı olarak, Beşiktaş’ın yenilmesini isteyenlerden fayda beklenir mi? Beşiktaş elbette ilim ve tekniğin rehberliğinde, ancak ve ancak Beşiktaşlıların gayretleriyle kurtulur.
Yanlışlık nerede, suç kimde?
İsterseniz, önce futbolculardan başlayalım: Beşiktaş, birkaç yıldır, Türkiye’nin en pahalı futbolcularını oynatıyor. Beş milyonluk, on milyonluk adamları, Beşiktaş’ın kurtulması için en hızlı koşan, en iyi çalım atan, en geç yorulan, en sert ve düzgün şut çeken futbolcuların alınması yetmez. Beşiktaş’ı canından çok sevmeyen, takımı için her fedakârlığı göze almayan; gençliğinden, hattâ çocukluğundan itibaren siyah-beyaz renklerin rüyasını görmeyen, Karakartal’ın hayâlini kurmayan oyunculardan hiç hayır gelmez. Forma aşkı kuru bir edebiyat değildir. 25 yıl önce bir “Beton” Mustafa vardı, Harbiyede oynardı. Bilenlerin anlattığına göre, öyle ahım şahım bir futbolcu değildi.
Ama millî formayı bir giydi mi arslan kesilir, harikalar yaratır, maçlardan sonra takımın en başarılı oyuncusu olduğunda ittifak edilirdi.
Hele hele kafasında ve yüreğinde başka bir takıma mağlubiyet şuuru ve duygusu taşıyanlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Beşiktaş’ın milyonlar sayarak aldığı bir oyuncu, Trabzonspor’un geçen yılki şampiyonluğunda en fazla pay sahibi idi; bu yıl, Beşiktaş’ı küme düşme hattına yuvarlayanların en başında bulunuyor. Acaba, demez misiniz?
Gelelim yöneticilere: Duyduğumuza göre, özellikle son yıllarda, Beşiktaş’ı yönetenlerin çoğu takımın tarihinden, zaferlerinden, gayesinden, hedefinden ve ülküsünden habersiz kimselermiş. Yöneticiliği ikinci bir meslek saymışlar. Siyaset mücadelesinde taraftar toplamak için, bol kazançlı bir yatırım yapmak için, nihayet meşhur olmak için Beşiktaş’ı kullanan yöneticiler varmış. Hattâ vebali anlatanların boynuna Beşiktaş’ın ne zaman kurulduğunu bilmeyen, ilk forma renginin ne olduğunu duymayan yöneticilere bile rastlanmış; önce kırmızı-beyaz renklerin seçildiğini, Batı Trakya kaybedildikten sonra siyah beyaz’a çevrildiğini öğrenmemiş, Fuat Bolkan’ı hiç tanımamışlar. Böyle yöneticilerin elinde Beşiktaş’ın niçin şampiyon olamadığına değil de nasıl hâlâ kümede kaldığına şaşmaz mısınız?
Şimdi de, Beşiktaş’ı kurtarmanın asıl çaresine geçiyorum: Önce yönetim Beşiktaşlılık ruhunun gerçek temsilcilerine teslim edilmeli, Beşiktaş’ın büyüklüğünü ve Beşiktaşlılığın şerefini anlamakta geciken oyuncular hemen takımdan çıkarılmalıdır. Sonra da Beşiktaşlılar, yöneticisi, sporcusu ve taraftarı ile bütünleşmeli, bir granit sağlamlığı içinde olmalı, her güçlüğü birlikte göğüslemeli, her engeli beraber aşmalıdırlar. Sevgi en büyük başarıların, en parlak zaferlerin kaynağıdır. Bütün Beşiktaşlılar birbirlerini çok, ama pekçok sevmelidirler. Sevinçler gibi üzüntüler de paylaşılmalı, birlikte bayram edildiği gibi, birlikte yas tutulmalıdır. Beşiktaşlı bir oyuncuya atılan her tekmenin, takılan her çelmenin, vurulan her dirseğin acısını yalnız oyuncu arkadaşları değil, bütün yöneticiler ve taraftarlar da hissetmelidirler. Bir Beşiktaşlı incindiği zaman, her Beşiktaşlının yüreği kanamalıdır. Fenerbahçelilere, Galatasaraylılara ve Trabzonsporlulara vereceğimiz en güzel cevap, birbirimize sunduğumuz sevginin kuvvetidir, derinliğidir ve ölümsüzlüğüdür.
Yöneticilerle oyuncuların münasebeti bir baba-oğul münasebetine benzemelidir. Yaramazlık yapanın kulağı çekilecektir. Ama kötü bir âmirin insafsız şiddeti ile değil, iyi bir babanın şefkatli yumuşaklığı ile çekilecektir.
Beşiktaşlılar, inanan insanlardır. İnanan insanlar güçlüdür, güçlü insanlar sabırlıdır. Fırtına dinecek, bulutlar dağılacak, hava açacak, güneş yeniden doğacak, eski günler yeniden gelecektir. Takımımızın puan cetvelindeki sırasına üzülmeyin. Bütün büyüklerin hayatında böyle talihsizlikler vardır. Birbirinizden kuvvet alın, birbirinize kenetlenin, güzel günleri bekleyin. Dâva büyüktür ve elbette çetindir. Ama mutlaka kazanılacaktır ve Beşiktaş düşmemekle kalmayacak, mutlaka şampiyon olacaktır…”