Ben sana taptığımı hatırlamıyorum
Ama bu kez başka bir sıkıntı çıkmış karşısına. 350 bin TL borç ve cepte tek kuruş para yok. "Bir gün bu sözümü tutacağım" diye kendini teselli etmeye çalışırken, yine gecenin en zifiri anında bir dostu aramış:
Murat kardeşimi (Göğebakan) dün kaybettik. Allah'ım rahmetini
esirgemesin. İlk günden itibaren bildim yakalandığı o mereti...
2009 yılının 2 Mayıs'ında Murat kardeşimin hastalığı konusunda
doktorların söylediklerini, onun doktorlarına söylediklerini
yazdım..
Kelimeler kifayetsiz.. Ben sizi o yazıyla başbaşa bırakmak
istiyorum bugün...
Murat'ın bir sözünü taşımıştım yazımın başlığına ve şöyle devam
etmiştim:
Tarihler 2 Mayıs 2009'u gösterdiğinde bir adam hastanenin
kapısından içeri girdi. Şikayeti
sorulduğunda "Grip" dedi, "Bir
türlü geçmek bilmedi" diye ekledi.
O'nun grip dediği şey, aslında damarlarında dolaşan ölümün ta
kendisiydi. Doktor yapılan tetkiklerin sonuçlarını inceledikten
sonra derhal yatırılmasına hükmetti.
Kısa bir süre sonra ise haberlerin en kötüsünü verdi. Dudaklarını
birbirine bastırarak, keyifsiz bir nezaket ve hüzünlü bir ses
tonuyla durumu aktardı:
"Murat bey. Sinsice ilerleyen ama asla affı olmayan bir
hastalığın pençesindesiniz. Kan kanserisiniz. Uzun ve ağır bir
tedavi süreci sizi bekliyor. Çok fazla ilerlemiş. Eğer kemoterapiye
cevap veremezseniz bir haftalık ömrünüz var
diyebilirim"
Yanındaki eşi yıkıldı. Feryat ve gözyaşları odayı inletirken az
önce "Azrail geliyor. Nefesini senden
alacak" denilen adam en umulmadık şeyi yaptı.
Kaşlarından birini kaldırıp doktora alaycı bir bakış attı ve asla
tahmin edilmeyecek o sözler döküldü dudaklarından:
"Ben sana taptığımı hiç hatırlamıyorum. Benim büyük bir
Allah'ım, küçük bir derdim var. Eğer o büyük Allah'ım isterse bu
küçük derdimi benden alır. O verdiği canı almadıkça umudumu kesmem,
kesmeyeceğim."
Doktora göre onun yaptığı umutsuzca bir hayale tutunmaktan başka
bir şey değildi. Belki de içinden, "Bu adamın
küstahlıkla ilgili hiç bir sıkıntısı yok" diye
geçiriyordu.
Ama karşısındaki kararlıydı. "İzle ve
gör" dedi.
Türkiye o tarihten itibaren sadece şarkılarını dinleyerek sevdiği
bir adamın, Murat Göğebakan'ın hayata ve ihanetlere karşı destansı
mücadelesini izleyecekti.
Önce, tesiri yıllar yılı sürecek bir ihanet hançeri kalbinin tam
üstünde tamiri imkansız bir yara açtı. Zaten o hayasızca, o
pervazsızca taarruzlar bundan sonra başladı.
Yaralı bir geyiğe saldıran kurtları aratmayacak zalimlikle
saldırdılar kudretli lordlar. Vasıfsız şövalyeler onu bir an önce
pes ettirmek için çabaladı. Onları dindar görünen soytarılar takip
etti.
Hürmetsiz sözcüklerle, vıraklayan bir ses tonuyla saldıranların
sayısı günden güne arttı. Etinden bir parça koparmak için gagalayan
kargalar sürüsüne katılanların sayısı katlandıkça katlandı.
Kötülük yükseldikçe, gölgeler aydınlıklara daha fazla düşmeye
başladı. Her gün biraz daha fazla, daha fazla ve daha
fazla...
O sadece "Neden? Ne yaptım? Bu saldırılar
niye?" diye soruyordu. Azrail'den bile hızlı
davranmak isteyenlerin bu aceleciliğine bir anlam veremiyordu.
İnsanlığını kansere kurban verenler ise bedenini kansere teslim
etmeyen bir adama abandıkça abanıyordu.
Karşısındakiler kibirliydi. Gururları yüzünden onu hemen yere
sermeye niyetliydiler. Öyle ya! Bir sıkımlık canı vardı. Üflesen
düşecek kadar güçsüz, takatsiz biriydi. Ama ne hikmetse düşmüyordu.
Daha doğrusu düşüyor, ama yıkılmıyordu bir türlü. Emellerine
ulaşamadıkça celalleniyor, güçlerini öfkeli ataklar yaparak yeniden
sınadıkça tükeniyorlardı.
Bazı insanlar vardır.
Bir celladın baltasının altında diz çökerek ölmektense, ayaklarının
üstünde ve dövüşerek ölmeyi tercih eder.
Devirmeye çalıştıkları adam tam da böyle biriydi. İnsanlığa dair
bütün kutsal yasaları çiğneyerek kendisini alt etmeye çalışanlara
direndikçe direniyordu. Adam asmanın en gözde meslek, en şaşaalı
eğlence olduğu bu coğrafyada başını o kör baltanın ineceği yere
uzatmayan yarı canlı bir adamın savaşı şeytanla yarışanlara eninde
sonunda pes ettirecekti, nihayet ettirdi de...
Kaç kişi onun hayatına tecavüz etmek için girdiği odadan hadım
edilmiş olarak ayrıldı bilinmiyor. Murat Göğebakan onca şeye rağmen
hala yaşayanların arasında olmak gibi büyük bir meziyete sahip...
Kaderin oyununu değil ama, oyunun kaderini değiştirdi o yarım
yamalak muamelesi gösterilen adam...
Geçen cuma günü konserine gittim. Bir abide gibi dikiliyordu
sevenlerinin önünde, sevmeyenlerinin karşısında! Başı arşa
değercesine duruyordu sahnede.. Şarkılarda tutturduğu ritme,
yaptığı hareketlere anlam vermeye çalıştım. Birilerini döver gibi,
iyiliklerin üzerine yükselen gölgelere söver gibi
söylüyordu.
"Televizyonlara, radyolara çıkamıyorum. Nedenini bilmiyorum
ama çıkamıyorum. Bana ambargo uyguluyorlar. Umurumda değil. Yeterki
Allah bana ambargo uygulamasın" derken salon
inliyordu. "Biz ne güne
duruyoruz" diyenlerin ellerinde yüzlerce telefon ve
kamera çekim yapıyor, o gürüntüler internete, sosyal paylaşım
sitelerine yıldırım hızıyla yükleniyordu.
O ise üzerine rahmet gibi yağan sevgi selinin arasında
tekrarlamaktan hiç bıkmadığı o sözü
tekrarlıyordu: EYVALLAH
İçine dert olan bir şey söyledi o sırada... "Ben hiç
İstanbul Üniversitesi'nde konser veremedim. Oradaki kardeşlerimle
birlikte olamadım. Sırf "Allah" dediğim için birileri beni orada
istemedi." dedi.
Tuhaf değil mi?
Şunca şey yaşamış bir adamın dert ettiği bu durum size tuhaf
gelmiyor mu? Boşuna dememişler, "Karşınızdakinin size
ne dediği değil, sizi size nasıl hissettirdiği
önemlidir" diye..
Zihni bir çengelli iğne gibi buraya takılmış.
Bu arada anlatmadan geçemeyeceğim.
Murat Göğebakan hastane odasındayken uzaklarda kendisi için dua
edenler sayesinde ayakta kaldığını söylüyor. Kaldığı odanın
kapısına, "Benim için dua edin" diye
minik bir tabela astırmış o günlerde. Ve çok bunaldığı bir gecenin
zifirinde sahipsizlerin sahibine yakarmış. Yaradanıyla bir anlaşma
yapmış, "Beni buradan çıkarırsan, ilk işim Beytullah'a
gelmek olacak. Mekke'yi ve Kabe'yi ziyaret etmeden canımı
alma!" demiş.
Bir gün doktorlar karşısına çıkıp, "En sağlıklı insan
kadar sağlıklısın artık" dediğinde bambaşka bir
hayata adım atmış.
Allah'a verdiği sözü, ettiği yemini tutması gereken gün gelmiş
çatmış.
Ama bu kez başka bir sıkıntı çıkmış karşısına. 350 bin TL borç ve
cepte tek kuruş para yok. "Bir gün bu sözümü
tutacağım" diye kendini teselli etmeye çalışırken,
yine gecenin en zifiri anında bir dostu aramış:
"Hazırlan" demiş, "Hazırlan!
Patron Umre'ye gidiyor ve seni kendisine yoldaşlık edecek
arkadaşları arasında görmek istiyor."
Şaşkınlıkla "Patron kim?" diye
sormuş..
Gelen cevap onu can evinden vurmuş: "Senin hastalığını
gün be gün takip etti. Dualarında sen de oldun her zaman.
İyileştiğinde sevincine diyecek yoktu. Hazırlan Murat Göğebakan.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte
Umre'ye gidiyorsun!"
Kutsal topraklara indiğinde, "Biz söyleyinceye kadar
gözlerini açma" demiş çevresindekiler. Göz açtırmadan
uzun uzun yürütmüşler.
"Şimdi aç dediklerinde" açmış gözlerini,
karşısında yemen alacası örtüsüyle, Bilal'in ezan sesiyle
titrettiği, Allah'ın dokunulmaz kıldığı Kabe duruyor.
O an çıldırırcasına haykırmış:
"Ben gönlümün ayak bağını, senin kapına astım da
geldim.."
Daha önce peygamberi Hazreti Muhammed'e, "Neredesin
Ayyüzlüm" diye seslenen Göğebakan bu kez Türkiye'ye
döndüğünde, ölüm döşeğindeyken yaşadığı herşeyi tek tek o sözün
altına iliştirip yaradanına şu sözlerle sunmuş:
Ben Gönlümün Ayak Bağını
Senin Kapına Astımda Geldim,
Ben Gönlümün Gözyaşlarını
Senin Yollarına Döktüm de Geldim,
Ben Gönlümün Ateşini
Senin Gözlerinden Aldımda Geldim.
Vurgunum Yorgunum
Senin Yoluna Ölürüm Ben
Ben seni geceyle gündüzün arasında sevdim yar
Kaybolan yılların doğanın acımasız kanununda sevdim ben seni
Kahretsin işte öyle sevdim öyle yandım ben sana yar
Bilsem ki sana olan sevgiyi anlatacak bir başka kelimeyi bulsam
Bıkmadan usanmadan yılmadan namerdim ki onu söyler onu yazardım
yar
Kahretsin ben seni geceyle gündüzün arasında sevdim yar
Bedenimi almaya gelen azrailin pençesinde sevdim ben seni
Kahretsin işte öyle sevdim öyle yandım ben sana yar
Bazen Prometheus oldum çarmıha gerilircesine
Bazen Spartacus oldum aslanlara yem olurcasına
Bazen Cem Sultan ilmiği boynunda Pir Sultan oldum yar
Bazen Şems-ini arayan Mevlana
Bazen Mevlanayı arayan Şems
Dinginlerde Yunus yokluğa kanat geren bir garip
Mutlu bir yusufçuk gibi sana özgürlüğe koşarcasına geldim yar
Bir şarkı melodisi olarak kulaklara çalınan ilahi sevgi
şimdi "Vurgunum" isimli CD'de raflarda
duruyor.
Belki Murat Göğebakan bugün hayatta olmasa kendisi hakkında
masalımsı methiyeler dizilecekti. Çünkü biz ardından övgüler
dizdiklerimizi, yaşarken yerin dibine sokmaya meraklı bir
toplumuz.
Göğebakan bir sınavdan geçti.
Şimdi sınav sırası sizde.
Askerden kaçmak için kırık ve totoş rolü oynayanlar mı?
3 yaşında çocuğunu kundakta, hasta kardeşini ölüm döşeğinde bırakıp
cepheye koşan Nene Hatun'a ekranda yüzümüze tükürürcesine hakaret
edenler mi?
Ceddine, ecdadına küfrederek şöhret basamaklarını hızla tırmananlar
mı?
Kendisine verdiği şan ve şöhret karşılığında Allah'a sayıp sövenler
mi?
Yoksa Murat Göğebakan ve onun gibi milli ve manevi değerlerine
sahip çıkan onur, haysiyet sahibi insanlar mı?
Kimin kazanacağına, kimin yenileceğine bu kez siz karar
vereceksiniz.
Eğer hala zalimlere ve zalimliklere karşı duracak bir yüreğiniz
varsa, atın üzerinizdeki ölü toprağını ve çıkın orta yere.
"Biz de buradayız" deyin.
Deyin ki size "Eyvallah" diye ses
verenleri duyun!