Erkan Mumcu, İnternet Haber Yayın Grubu Başkanı Hadi Özışık'a çarpıcı açıklamalar yaptı.
Abone olİnternethaber'den çok konuşulacak bir yazı dizisi daha. Ak Parti'nin asi Bakanı, partiden neden ayrıldı? Eski dostu, düşman yapan "asıl şey" neydi? Anavatan Partisi'ndeki hedefleri ve ufuktaki seçime ilişkin öngörüleri. Mumcu'nun "of the record"ları ve kimseyle paylaşmadıkları. İşte yazı dizimizin ilk bölümü...
----------
ESKİ DOST DÜŞMAN OLDU
Biraz Erkan Mumcuyu sinirli görüyorum. Meclisteki son toplantıda ben kişisel olarak baktığımda sizde Mesut Yılmazın sinirli halini gördüm. El-kol hareketleriniz de biraz uyuyordu. Niye bu kadar sinirlisin?
Ben sinirli değilim, alın kasedi bir daha bakın, 25 dakikalık konuşmanın 23 dakikasında son derece sakinim. Sakin olmanın ötesinde konuşan, acaba iktidar partisinin sözcüsü mü, muhalefet partisinin sözcüsü mü? Yani birisi bilmese, kim olduğumu bilmese, sözlerime baksa, bu sözlerin bir muhalefet partisi liderinden daha çok; iktidar partisi sözcüsü tarafından söylenen sözler olduğuna hükmedebilir. Tutanaklar da orda açın bakın.
Yok yani kelimelerinizde sakınca, şey yok, yani böyle sert konuşma, orda bir polemik yaşadınız..
Şimdi beni üzen, ben hakiki bir adamım! Hakiki olmaya da çok önem veriyorum. Orada yaşanan şey şu: Ben mecliste ne zaman kürsüye çıksam, iktidar grubu sözcüleri; organize olup, bir sistemli sabotaj başlatıyorlar. Yani yüksek seste aralarında konuşma, homurdanma; insicamı bozacak nitelikte laf atma. Şimdi bunlar benim göğüsleyebileceğim şeyler, önemli değil; ama tenefüse çıkmış çocuklar havasına bürünüyorlar! Bunlar benim daha önce de örneklerini gördüğüm ve çok da umursayacağım şeyler değil! Ama bir şey konuşuyoruz ve konuştuğumuz şey Türkiyenin en önemli meselesi.
Terör?
Hayır terör de değil. Terörü de kullanan bölücülük! Türkiye'nin 30 yıldır canıyla malıyla, çok ağır bedeller ödediği bir bela. Ve önümüzde ne var, onu görmüyoruz. İktidarı bu konuda tam bir aymazlık içinde görüyorum. Ve hayatımda; siyaseti bu kadar popülist yapan bir kadro, bu kadar popülist yapan mantaliteyle, zihniyetle karşılaşmadım. Yani, her şeyi ne kadar oy getirir, ne kadar oy götürür hesabı üzerinden okuyan bir zihniyet. Ve neredeyse sömüremeyeceği ve sömürmeyeceği bir şey yok.
Şimdi sizin bu türban-İmam Hatip gibi konularda olsun, sömürü malzemesi yapıldığı noktasında ben sizi daha önce dinledim. Bu iktidar terör konusunda mı sömürüyor?
Kesinlikle bu konuyu da sömürüyor ve bu konuyu sömürürken de her yeri sömürmeye kalkıyor. Aydınlarla görüşüyor, görüşmenin sonrasında bana göre bir kripto değeri taşıyan sözcüklerle, cümlelerle mesaj gönderiyor. Kime? Bana göre bölücü örgütün taraftarlarına.
Çok ağır bir itham
Yo hayır! Ağır falan değil! Bu hemen anlaşılıyor, bunun reaksiyonu bakın tarihteki olaylara, olgulara. Bunun reaksiyonu buna mukabil olarak geliyor. Eylemlerin durdurulma kararı.
Protestoya uğradı ama Diyarbakırda kimse dinlemeye gitmedi.
Hayır protesto edilmedi. Sadece miting meydanına insanlar gitmediler. Onun dışında hiçbir protesto gelmedi.
İşte o, bir yönlendirmeydi zaten!
Bakın Murat Karayılanın açıklamalarına, bakın Osman Baydemirin açıklamalarına. Bakın o dönemdeki, o günlerdeki PKK yandaşı yayınlarına; PKK sitelerine ve onların yayınlarna bakın göreceksiniz. Yani, Bunu iyi niyetli bir girişim olarak algılıyoruz, iyi niyetli bir başlangıç olarak algılıyoruz, nihayet Türk hükümeti bizim tezimiz gördü ve anladı diyen beyanlar göreceksiniz.
Bu oluyor! Burada bunları söylüyorsunuz geliyorsunuz ve Ankara'ya dönüyorsunuz. Buna dönük eleştiriler gelince, "Tek devlet, tek millet, tek bayrak" diyen bir konuşma yapıyorsunuz, grubunuz ayağa kalkıyor; ayakta alkışlıyor sizi
Dönüyorsunuz gidiyorsunuz Söğüte, başka bir damardan, 'aşırı milliyetçi' bir dil kullanıyorsunuz. Şimdi bu konu, üzerinden 3 post çıkarılacak bir konu değil. 3 ayrı tutumu, birbirini takip eden günlerde; ortaya koyabileceğiniz bir konu değil. Bunlar, millete faturası ağır çıkan işler.
Sorun bir terör sorunu değildir, sorun terör sorunundan ibaret değildir. Bölücü hareket daha kapsamlı ve daha yaygın stratejilere yönelmiştir. Bunları dosdoğru görmek lazım. İşin güvenlik boyutundan öteye atılması gereken adımlar var; işin bir uluslararası ilişkiler boyutu var. Türkiye, Iraka ilişkin tutumunu berraklaştırmalı netleştirmelidir. Diğer yandan da, bölgede etkinliğini tamamen yitirmek tehdidiyle karşı karşıya bulunan PKKyı, muhatap kabul edecek; her şeyden süratla uzaklaşılmalıdır ve doğrudan doğruya bölge halkının kendisi gerçek ihtiyaçlarıyla muhatap kılınmalıdır. Bunu defalarca söyledik.
Peki PKKyı yok olmayı yüz tutan süreç, hangi süreç?
Şimdi burada asıl olan iki şey var. 99da Aponun yakalanmasıyla beraber, Suriyeyi bir üs olarak kullanma imkanını tamamen kaybeden PKK; için yegane alan Kuzey Iraktı. Kuzey Irak'ta bir otorite boşluğunun olması, ona bu imkanı veriyordu. Ve geri çekilme, kadrolarını oraya geri çekme; orada eğitme, zaman zaman sistemli olarak gönderme; geri besleme alanı olarak Kuzey Irakı kullanıyordu. 99dan 2002ya kadar gelen süreçte PKK, eylem yapabilme imkanlarının kısıtlı olduğu dönemde biliyorsunuz. Türk askeri Kuzey Irakta, sınır ötesi operasyonlarda yetkili oluyordu ve PKK bir eylemsizlik sürecine girmişti. Ve bir dağılma sürecine girmişti. O dönemde halk için; ekonomik, siyasi adımlar atılmalıydı. Bunlar ABnin arabuluculuğuna ihtiyaç göstermeden, Türkiyenin kendi demokratikleşme iradesinin ürünü olarak ortaya konulmalıydı. Çünkü terörün varlığı sorundu. Terörsüz ortamda yapılabilecek işler bakımından, belirtilen aralık müthiş fırsatlar aralığıydı. Ama biz orayı iyi değerlendiremedik.
Anavatan Partisi var sonra sizin tekrar bir iktidar döneminiz var Ak Parti ile
Bir dakika şimdi benim de içinde bulunduğum, o bizim değil. O, benim de bir dönem içinde bulunduğum hükümet... Bizim diyebileceğim hükümet, Anavatan Partisinin içinde bulunduğu hükümet. Yani, şimdi burada en önemli mesele, 2002-2003ün Martında Iraka müdahale süreci başlarken; Türkiyenin bir karar vermesi gerekiyordu. Bölgedeki süreçlerde Türkiye, 'aktif rol' alacak mı almayacak mı? Doğrusu almak kararını vermekti. Ama Türkiye, bu kararı vermedi. Vermediği andan itibaren, Kuzey Irakı kontrol etme; dolayısıyla Kuzey Iraktaki PKK etkinliğini kontrol etme imtiyazını da terk etti. Zaman zaman, kendi kendine Kuzey Irakta insiyatif kullanma eğilimi gösterdiyse de, 'başına çuvalı geçirdiler'; bu insiyatifin başına çuvalı geçirdiler, bunu yapamayacağımızı bize gösterdiler.
Ondan sonra bir sitem dönemi başladı. Sürekli sitem, sürekli sitem ve bir ricat psikolojisi. Yine de 2003ten, PKKnın batıda bombalama eylemlerini başlattığı sürece kadar yapılması gerek pek çok iş vardı. O dönemde de ben kabine üyesiydim ve gerek kabinede gerek parti grubunda ısrarla bu konunun altını defalarca çizdim. Defalarca hatırlattım, defalarca bu hükümetin tarihi misyonunun bu olacağını, önümüzde tarihi bir fırsatın bulduğunu özellikle 2004 yerel seçimiyle ortaya çıkan siyasi tablo; yani bölgede DEHAP yerine AKP ve diğer partileri seçen seçmenler, çoğunluğunun yüzde 65 in üstüne varmış olmasının olağanüstü bir fırsat zemini olduğunu, hiç beklemeden ekonomik, sosyal, siyasal önlemler paketinin derhal hayata geçirilmesi gerektiğini ısrarla ısrarla ısrarla anlatım.
Sizi dinlemediler mi?
Dinlediler ve sustular. Dinlediler ve anlamadılar veya işlerine gelmedi. Onu bilmiyorum. Grupta alkışladılar, Bakanlar Kurulunda sustular. Şimdi geldik aydınlar bildirisiyle gelen sürece! Aponun beyanlarına, Aponun avukatları marifetiyle örgütünü ilettiği talimatlara bakın. O süreçte, asla yapılmaması gereken şey; Abdullah Öcalanın kendi örgütüne talimat olarak bildirdiği stratejiye uygun düşen bir tepki vermekti. Asla yapılmaması gereken şey oydu; çünkü AB sürecinde hükümetin gösterdiği gayrete paralel olarak, bölgedeki Kürt kamuoyu da demokratikleşme konusunda inanç besliyordu. Arzuluydu ve PKKnın teröre dayalı yöntemlerini benimsemeyen geniş bir kitle ortaya çıkmıştı. Bu insanlar PKKya muhalefetlerini apaçık ortaya koymaya başlamışlardı.
Ve daha demokratik mekanizmalarla, haklarını aramak yolundaki arayışlarını başlatmışlardı. Ve bu arayışları, PKK tarafından baskılanmaya çalışılıyordu. İnsanlar öldürülüyorlardı. Hikmet Fidan cinayetinin arkasındaki neden budur! PKK, siyasetinin dışında kalan alternatif bir siyaseti bölgede örgütlemeye çalışan herkesi ölümle tehdit ediyordu. PKK, bugün de aynı şeyi yapıyor. Bugün de demokratik toplum hareketi içinde yer alan insanların çoğu PKK siyasetini onayladıkları için değil, mecbur oldukları için yapıyorlar.
Yani, tehdit var yine?
Ölümden korktukları, öldürülmekten korktukları, baskı altında oldukları için.
Baydemir de buna dahil mi?
Baydemir buna dahil midir bilemem; ama Baydemirin Öcalanın tercihi olmadığını biliyorum.
Öcalanın yerine oynadığı konuluşuluyor.
Şimdi bu ayrıntıya girmek istemem. Ben DTP içinde siyaset yapan insanların önemli bir kısmının, özellikle Türkiyede var olan insanların, PKKnın dağ kadrosundan farklı düşündüklerini ve şiddetsiz bir siyaset biçimini tercih ettiklerini; PKKnın hakim kadrosunun şiddet içermeyen politikaları kendilerini değersizleştireceği ve önemsizleştireceği dolayısıyla, oyunun dışarı çıkaracağı için asla kabul edilemez olduğunu düşündüklerini söylüyorum. Dolayısıyla DTP içinde siyaset yapan insanların da birçoğu, Kürt aydınlarının da birçoğu şu anda PKKnın mağduru durumundadırlar.
Leyla Zana da bunlardan biri midir?
İsimlendirmek istemem.
Şundan dolayı soruyorum yani pasifize edilmiş bir görüntü sergilendi de siz burada iddialı konuşuyorsunuz. O açıdan söylüyorum.
Şimdi burada önemli olan bir diğer mesele, Irak konusunda Türkiyenin tutumunun ne olacağıydı! Daha doğrusu Türk hükümetinin tutumunun ne olacağıydı. Türk hükümeti yakın bir zamana gelinceye kadar, bu konudaki politikasını netleştirmedi. Özellikle başbakanın Fellucedeki olaylar konusunda söyledikleri, İranın nükleer tesis kurmasına ilişkin sözler ve tutumlarında gösterdiği tavır; bölge üzerine siyaset yapan güçleri kaygılardırdı. Daha doğrusu endişelendirdi.
Devam edecek
Yarın
-Mumcu AK Parti'nin Irak politikasını nasıl değerlendiriyor?
-Muhalefet partileri konusundaki tutumu ne?
-DYP konusunda neden çekimser davranıyor. DYP ile ufukta bir ittifak gözüküyor mu?