BIST 9.949
DOLAR 35,23
EURO 36,72
ALTIN 2.983,52
HABER /  GÜNCEL

Başkan Baydemir ilk kez konuştu

Terörist evine yaptığı taziye ziyareti ile şimşekleri üzerine çeken Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, ilk kez Zaman Gazetesi'nden Ali Bulaç'a konuştu.

Abone ol

Ali Bulaç'ın izlenimi ve röportajı: Çarşamba günü (26 Ağustos) Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir beni arayıp görüşmek istediğini söyledi. Başkan, bir dizi temas ve görüşmeler yapmak üzere İstanbul'a gelmiş. Görüşme isteğini kabul ettim ve ertesi gün için sözleştik. İki saat süren bir görüşmemiz oldu. Osman Baydemir, 28 Mart seçimlerinde DEHAP'tan seçildi. İlk izlenimim, Baydemir'in diğerlerinden farklı bir siyasetçi profili çizdiği yönünde oldu. Baydemir'in farklı profil çizmesinde bazı ilave faktörler var. Bir kere "dindar bir aile"den gelme. Onu yakından tanıyanlar, çocukluğunda bir "teşehhüt miktarı" medreseye uğradığını, bir parça "fakkalık (fıkha aşinalık)" özelliği olduğunu söylüyorlar. Gençliği sol gelenek içinde geçmiş. Onu İHD'deki çalışmalardan tanıyoruz. Üzerinde yeni siyasi trendin bazı çizgileri var, hafif "liberal etkiler"den bahsetmek dahi mümkün. Dili, bildik Kürt aydınlarının Marksist dilinden farklı. Türkçeyi rahat ve güzel kullanıyor. Kelimeleri dikkatle seçiyor, mantıksal bir tutarlığa önem veriyor. Eleştirilere açık. Diyaloğun, karşılıklı fikir alışverişinin önemine inandığını ifade ediyor. Son günlerde tartışmanın tam göbeğinde bir isimsiniz. Uzun zamandır birçok kesime haksızlık yapıldı. Müslümanlara, Kürtlere, işçilere. Haksızlıklar hâlâ devam ediyor. Geldiğimiz noktada şunu anlıyoruz: Sorunlar şiddet kullanarak çözülmüyor. Peki, bu nasıl olacak? Öneriniz nedir? Bir noktada anlaşmamız lazım: Türkiye ortak paydamızdır. "Türkiyelilik" ortak payda olursa hepimiz bir arada oluruz. Bu ortak paydada farklı etnik gruplar, inançlar bir arada olmalı, ama Türkiye hiçbir etnik gruba veya belli bir inanca dayanmamalı, hepsini içermeli. Türkiyelilik bir üst kimlik olmalı. Yani siz Türk, Türkiye veya Türkiyelilik'ten bir rahatsızlık duymuyorsunuz. Evet, herhangi bir rahatsızlık duymuyorum. Niye duyayım ki! Ben de bu coğrafyaya aidim. Hiçbir kimlik dışarıda kalmasa coğrafya bizim ortak paydamız olur. İkinci ortak paydamız, AB'dir. AB sürecini çok önemsiyorum. Türkiye'nin AB'ye üye olmasının kime yararı olacak? AB sürecinin zarar görmesi hepimizin zararınadır. Sağduyulu, serinkanlı olmalıyız. Türkiye, Hakkari ile Edirne, Şırnak ile Trabzon'la AB'ye girecektir. Türkiye, AB'ye girerse, bu Ortadoğu'ya barış ve demokrasi olarak yansıyacak. Batı'da Türkiye'ye karşı hâlâ önyargılar var, bunun farkındayım. Çatışmalar sürdükçe barış ve diyalog engellenecektir, önyargılar daha pekişecektir. Bu da bizim Ortadoğu'ya itilmemize yol açabilir. Ortadoğu'yu küçümsemiyorum. Ancak bölgede çok ciddi bir travma yaşanıyor. Bu tekrarlanmamalı. Bu sözünü ettiğiniz travmanın aşılması için ne yapmalı? Travmayı bertaraf etmek için acılara ortak olmalı. Türkiye Cumhuriyeti'nde var olan kimlikler birbirine saygı duymalı. Aynı toprağın insanlarıyız. Kurban giden insanların anne babaları, eşleri bizim insanlarımızdır. Bu düşüncelerle mi taziye ziyaretine gittiniz? Evet, taziye ziyaretimin sebebi buydu. Ama bu, hiçbir zaman eylemi yapanın eylemini tasvip ettiğim veya desteklediğim anlamına gelmez. Bu, eylemciyi haklı görmek değildir. Bin yıllık geleneğimiz var. Bu acıyı paylaşma geleneğidir. Birileri bir eylemde bulunabilir ve bu suç olabilir. Fakat yine de bir kişinin tam olarak suçlu olup olmadığına nihayetinde Allah karar verir. Suçunun cezasını da O verir. Pekiyi, ambulans gönderme işi? Ambulansı da bu düşüncelerle gönderdim. Biz belediye hizmeti veriyoruz. Cenazeleri biz defnederiz. Bu yasal bir zorunluluktur. Hangi belediye olursa olsun, bunu yapmak zorundadır. Şimdi size ilginç bir şey söyleyeceğim. Taziyesine gittiğim ailenin bir çocukları da bir süre önce terhis olmuş askerdir, yani Mehmetçiktir. Şimdi sorarım size, bu aile bir teröristin ailesi mi, Mehmetçiğin ailesi mi? Ben hastaneye gidip yaralı polisin elini de sıktım. Vali beyle 45 dakika birlikte olduk orada. Benim dediğim şu: Ortak acıları paylaşalım, bu düşmanlıkları, çatışmaları azaltır. Bu zor bir iştir, ama çok da zor değildir. Ben hiçbir zaman Türk halkının şoven olduğunu düşünmedim, bana kimse "Türkler şovendir" dedirtemez. Türk halkının sağduyusuna, hümanizmasına güveniyorum. Ama kabul edelim ki çok tahribat oldu. Çatışmaların olmadığı dönemi nasıl görüyorsunuz? Son 5 sene bize çok şey öğretti. Çatışma olmayınca güven artıyor, demokratik adımlar atılıyor. Çatışma, dünyayı, olayları ak ve kara diye ikiye ayırıyor. Ancak ara renkler var. İşi, eli silahlı olanların inisiyatifinden çıkarmak lazım. Çatışmaların, olayların başlaması ve artması AB sürecine zarar vermez mi? Belki de bu süreci baltalamak isteyenler böyle bir şeyi arzu ediyorlar. Ben bu sürecin provoke edilmemesini istiyorum, bunun için çalışıyorum. Bakın, Hevsel'de 11 gün tecrit uygulandı. Tam 11 gün boyunca orada yaşayanlar mahsur kaldı, hastaları hastaneye gidemedi. Bu arada kent gerildi. Fiskos gazetesi büyük iş gördü, etrafa akla gelmez fısıltılar yayıldı. Birileri Diyarbakır halkının Hevsel'e yürümesini, halk ile güvenlik kuvvetlerinin karşı karşıya gelmesini istedi. Halk ile devlet arasında bir çatışmanın önüne geçtim. Risk aldım, ama yapmam gereken buydu, bunu yaptım. Halk ile devlet arasındaki bir çatışmanın önüne geçtiğim için aleyhimde bu kampanya başlatıldı. Sadece bir yerden değil, polisi hastanede ziyaret ettiğim için PKK-Kongre Gel tarafından da eleştiriler alıyorum. Risk aldım. İsteseydim, Antalya'ya tatile giderdim. Sürekli izleniyorum. Beni devamlı takip eden üç kamera var: JİTEM, MİT ve Emniyet'in kameraları. Bazen çevremde kamera göremeyince "n'oldu?" diye kendi kendime soruyorum. Bu konuda hükümetin tutumunu nasıl görüyorsunuz? Kanaatim şu ki, hükümet gerilim istemiyor, bu olaylardan hoşnut değil. Ama burada hükümeti aşan bir durum var. Anladığım kadarıyla hükümet de söz geçiremiyor. Tek başına polisiye tedbirlerin yetmeyeceğini bilmemiz lazım. Hükümete eleştirim şu: AK Parti, Özal'dan sonra büyük bir şans yakaladı. Geçen 2 yılı iyi değerlendiremiyor. Silahsızlandırma politikası izlemiyor. Ben genel bir aftan söz etmiyorum, ama en azından örgüt militanlarının topluma kazandırılması yolunda önemli adımlar atılmalıydı. Pekiyi sorun ne? Kim bu hükümeti dinlemiyenler? Bu süreç sivilleşmeyi güçlendiriyor. Çatışma gerilimi artırır. Barış ve huzur olunca bazıları otoritesini kaybediyor. Bu yüzden devamlı bir şekilde sivilleşmeyi ve demokratikleşmeyi sebep olarak gösteriyorlar. Kuzey Irak'ta bir Kürt oluşumu veya bir Kürt Devleti'nin Türkiye'yi, Türkiye'nin Güneydoğusu'nu ciddi anlamda etkileyeceği düşünülüyor. Sizce bu doğru mu? Türkiye'de yaşayan Kürtler, Güneydoğu bundan nasıl etkilenir? İlke olarak ben savaşa karşıyım. Bir savaş haklı, adil ve meşru sebeplere dayanmadıkça olmamalı. Irak olayı başladığında Türkiye'de savaşa karşı olanlar da, taraftar olanlar da sorunun merkezine Kürt meselesini yerleştirdiler. Her iki taraf da savaşla bir Kürt devletinin kurulacağından endişe ettiler. Ve tabii oradaki Türkmen soydaşlarımız için kaygılandılar. Pekiyi, Türkmenler bizim soydaşlarımız da Kürtler soydaşlarımız değil mi? Kürt devleti kurulur endişesiyle savaş yanlıları ve karşı olanlar fikirlerini medyada açıklarken, bu arada Kürtleri aşağıladılar, rencide ettiler. Bu da Kürt milliyetçiliğinin güçlenmesine sebep oldu. Açıkça söylüyorum: Benim için Zaho veya Erbil bir cazibe merkezi değildir. Diyarbakır bir cazibe merkezi olmalıdır. Bu da demokrasi ve demokratik hak ve özgürlüklerin tesisiyle mümkün olabilir ancak. Bu açıdan Kuzey Irak'taki Kürt oluşumlarından korkmamalıyız. Tam aksine bu Türkiye'ye güç katar. Eğer Türkiye, Ortadoğu'da barışçı bir inisiyatif almak istiyorsa ve bölgeye dış güçlerin müdahalesinden rahatsızlık duyuyorsa, Suriye, Irak ve İran Kürtleriyle dostane ilişkiler kurmalı. Diyarbakır'da görev yapmak zor mu? Çok zor. Açıkçası Diyarbakır'ın hep sorunlarla öne çıkması beni rahatsız ediyor. Diyarbakır önemli bir merkez, başka özellikleriyle öne çıkmalı. Sağlık, tiyatro, kültür, sanat, hizmet ile. Benim de bu kadar öne çıkmam bölgenin yeterince parlamentoda temsil edilmemesi dolayısıyladır. Gündemde Yerel Yönetimler Yasası ve Kamu Reformu Tasarısı var. Ancak, bu yasa ve reform ile yerel güçlerin ortaya çıkacağı, yerel ve yöresel derebeylikler kurulacağı iddia ediliyor. Buna katılıyor musunuz? Bu yanlış bir değerlendirme. Yerel sorunlara sebep politik mülahazalar yol açıyor. Önemli olan inisiyatifin artırılmasıdır. Halk yerel derebeyliklere izin vermez. Bir eğilimin bütün bir bölgede güç kazanacağını beklemek yanlış olur. Bir ilde bir eğilim güç kazanır, başka bir ilde zayıflar. Mesela İstanbul'un bir ilçesinde DEHAP kazanır, ama Diyarbakır'ın bir beldesinde AK Parti veya ANAP kazanır. Çünkü yerel inisiyatif sayesinde çeşitlilik ve rekabet artar. Çeşitlilik ve rekabet bölünmenin önündeki en önemli engeldir. Bizim kırmızı çizgimiz bölünmedir. Halk ve Kürt muhalefeti bölünme istemiyor. Kim bölünme isterse ben onun karşısında dururum. Demokrasi bölmez, birleştirir, bütünleştirir. Toplumu sistemli olarak farklılıklara itmemeli, farklılıklar kutuplaşma ve bölünme sebebi olmamalı. Kürt elitinin belli bir profili var. Marksist bir dil kullanır. Kürtler Müslüman'dır, dindardır ve bazı değerleri korumada titizdir. Geleneksel özellikleri diğerleriyle ortaktır. Fakat Kürt aydını öyle değil. Farklı bir dünya görüşü, farklı bir tarih felsefesi var. Yaklaşımında Stalinist çizgiler baskındır. Bilge Kürt aydını bulmak çok zor. Halkı, geleneksel özellikleri, tarihsel birikimi ve inançlarıyla temsil eden bir aydın tipi yok. Bu açıdan halka yabancıdır. Sanki Kürt milliyetçileri adım adım Türk milliyetçilerini -özellikle 1930'ların milliyetçi konseptini- izliyor. Tarihsel örneklerden biliyoruz ki, her yerde muhalefet bir süre sonra iktidara dönüşür. Açık ki, Cumhuriyet'in kurucu kadrosu askerlerdi. Hâlâ da askerler etkindirler. Bunun Kürt milliyetçileri üzerinde bir yansıması var. Cumhuriyet elitinin bir izdüşümü Kürt elitidir. Askeri çözümler bu yüzden etkindir. Yönetmek bir sanat, bir erdemdir. Erdemli yönetim halkına zulmetmez, kin beslemez. Bilgelik budur. Son 15 sene içinde yaşananlardan sonra ordu kendini ispatlamıştır, tamam, çatışmalarda üstün gelmiştir. Ama artık daha fazlası zararlıdır. Herkeste silahsızlanma isteği var. Hepimizin kusurları olmuştur. Belki artık "Evet, bizim de kusurumuz oldu, mesela köy yaktık, gözaltında insanlar kayboldu, işkence oldu vs.." denebilir. Hani dendiği gibi "Hiçbirimiz masum değiliz." Herkes bir özeleştiri yapmalıdır. Belli ki bu sorun polisiye tedbirlerle çözülemiyor. Ekonomik, hukuki, idari tedbirler de almalı. Sorun bu tedbirlere inanmak ve halk ile devleti birleştirecek yöneticileri bulup çıkarmak. Ben kendimi öyle görüyorum. Belediye başkanları ile valilerin birlikte çalışması lazım. Bölgede 15 yıl boyunca yoksullaştırma politikası izlendi. Halk çok fakir yüzde 70'i işsiz. Buna projelerle cevap vermeliyiz. İstanbul bir dünya kentidir, doğru. Bölgelere, illere yardım yapılırken, ödenen vergi esas alınıyor. Diyarbakır az vergi öder diye az yardım alıyor. Ama Diyarbakır'da iş yok, üretim yok. İnsanlar nereden vergi ödeyecek? Bir başka husus, Diyarbakır'dan kaynak toplanıyor, büyük şehirlerde kullanılıyor. Diyarbakır'daki birçok şirketin merkezi büyük şehirlerde. Yani kaynak aktarımından elde edilen vergi başka yerlere yazılıyor. Eğer İstanbul'daki sokak çocuklarına çözüm arıyorsak, bunun çözümü Diyarbakır'dadır. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi Diyarbakır'a gelsin, ortak çalışmalar yapalım, somut bir proje olarak Çocuk Rehabilitasyon Merkezi'ni birlikte kuralım. Bunu Sayın Kadir Topbaş'a teklif edeceğim.