BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  GÜNCEL

Basın danışmanları ne işe yarar?

Basın danışmanlarının asli görevinin "patronlarının adını daha fazla duyurmaktan sorumlu" olmaktan ibaret olduğuna dikkat çeken Dumanlı'dan kuşatıcı tespitler:

Abone ol

Türkiye ölçeğinde 'medya-siyaset ilişkileri'nini masaya yatıran Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, iki yapının da birbirini 'olumsuz' bir eksende beslediğine dikkat çekti. Dumanlı, başlıklı yazısında geçenlerde Silivri'de meydana gelen olaydan hareketle genel sıkıntıları dile getiren kuşatıcı bir analiz yaptı:

- Medya-siyaset ilişkisi genellikle medya merkeze alınarak düşünülür. O yüzden yazılanlar, "medya eleştirisi" çerçevesinde kalır, hatta çoğu zaman dile getirilenler, "klasik eleştiriler" hanesine kaydedilir.


Medyadan hareketle siyasetin masaya yatırılması ve medyanın kendine çekidüzen vermesinin istenmesi doğru bir yaklaşımdır; ancak hadiseye bir de siyasetten medyaya doğru yaklaşmak gerekiyor.

Medya-siyaset ilişkisi bir türlü düzelmiyor. Çünkü ne medya doğru bir yer tutuyor ne siyaset. Özellikle siyasetin beklentisi, ilişki biçimi ve konumlanışı üzerinde durmak gerekiyor. Geçen hafta çok ilginç bir olay yaşandı. İstanbul'un yanı başında (Silivri'de) bir gazeteci, yaydığı dedikodularla ortalığı birbirine katıyordu. Aslında konunun fark edilişi ile kaleme alınışı arasında yaklaşık bir yıl var.

Geçen yıl Silivri'den gelen bir haber, İstanbul sayfamızda yer aldı. Alınan bilgiye göre kaymakam bey kalp krizi geçirmişti. Silivri'deki anlaşmalı muhabir arayıp "Bu haberi ben geçmedim, bilgi doğru değil" deyince gerçek ortaya çıktı. Bilgisayar konusunda hayli mahir bir "gazeteci", meslektaşının, e-mailini kullanarak yanlış bilgi geçmişti. Sonra öğrenildi ki bahsi geçen şahıs, bilgisayar becerisi sayesinde şehre adeta korku salmış.

Yaydığı dedikoduların bazı köşe yazılarında bile kullanıldığını gören kişi, geçen hafta internet sitelerini de fena yanılttı. Belediye Başkanı Hüseyin Turan, internet ortamında yaptığı çalışmalardan dolayı ödül almak üzereyken, sanal âlemin diline düşüverdi. İddiaya göre başkan, yasak ilişki yaşıyordu. Pantolonunu çıkarırken çekilmiş bir fotoğraf sitelerde dolaşmaya başlayınca olayın aslı araştırıldı. Meğer fotoğraf, halı saha maçı için gidilen bir tesiste cep telefonuyla çekilmişti.

Karşımıza alacağımıza danışman yapalım

Olayın biraz daha üzerine gidilince anlaşıldı ki benzer hadiseler saymakla bitmiyor. Ne var ki herkes bu işi biliyor; ancak ismini vermekten kaçınıyordu. Zaman, ulaşabildiği bilgileri tek tek sıraladı. Hiç kimse "yerel gazeteci"nin ismini veremeyince, Zaman haberi isimsiz yayınladı. Cuma günü Hürriyet konuyu sürmanşetine taşıdı. Üstelik hem gazetecinin ismini verdi, hem resmini bastı. "Silivri'nin yedi bela Cem'i" diye tanıtılan kişi Cem Güner'di; yani ismini anmaktan herkesin çekindiği kişi...

Bu olayın ciddi araştırılması gerekiyordu. Kendini gazeteci olarak tanıtan bir insanın bu kadar büyük bir skandalın içinde yer alması gerçekten üzücü. İddialar kadar korkunun da üzerinde durmak gerekiyor.

Silivri'de yaşanan hadisenin detayında zikredilen bir cümlenin altını çizmekte fayda var. Başkan suçlamaları reddetmek için diyor ki: "Bu resmi çeken bir gazeteci. Seçim döneminde partili arkadaşlarımızın tavsiyesiyle 'karşımızda olmasındansa yanımızda olması daha iyi' önerisiyle onu danışmanımız yaptık. Seçimlerden önce bir halı saha maçına gittik. Soyunma odasında fotoğraf makinesi elindeydi..."

İşte bu noktada durup derinden derine düşünmek şart! Başkan, canı yanmış bir insanın masumiyetiyle ilginç bir ayrıntı veriyor. Bazı partililerin "karşımızda olmasındansa yanımızda olması daha iyi" önerisi kabul görmüş ki Güner, Başkan'a "danışmanlık" yapmış.

Siyaset-medya ilişkisinin algılanma biçimlerinden sadece birini ele veriyor bu olay. Türkiye'de siyasetçi, medya mensubu ile temasında sıkıntı yaşıyor. Hadiseye ya "şerrinden emin olmak" şeklinden taltifler yaparak yaklaşıyor; ya da "gel benim propagandamı yap" şeklinde. İkisi de yanlış! Medya, siyasetçinin ne avukatıdır ne savcısı.

Beklentiler yanlış olunca

Bir de şöyle düşünelim: Ülkeyi yönetmeye talip olmuş siyaset, basının sunduğu doğru bilgi ve sağlıklı analizlerden yararlanmak istiyor. Ve basın, büyük bir sorumluluk duygusu içinde doğruları eğip bükmeden naklediyor. Yorumlardaki hakkaniyet ve yol göstericilik, hem halkın nabzını tutuyor, hem devleti yönetenlere rehber oluyor. Bütün bu işler olurken, herkes kendi görevini, kendi sınırları içinde yapıyor.

Türkiye'nin böyle bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu halde, siyasetçinin medyadan, medyanın siyasetçiden beklentisi farklı. Siyasetçi istiyor ki hep lehinde yazılsın, hatta hep alkış tutulsun kendisine. Haber ile propaganda arasındaki fark o kadar yok sayılıyor ki, partinin yayın organı olan gazetelerden bile kendi politikacıları hoşnut olmuyor. Daha fazla propagandanın sonu yok çünkü.

Oysa siyasetçi, halüsinasyona sebep olacak övgülerden korkmalı. Biri kendini mütemadiyen alkışlıyorsa yüreği ağzına gelmeli. Dünya siyaset tarihi, şakşakçıların sebep olduğu çöküşler destanıyla doludur. Siyasetçileri ayakta tutan, her halükarda dürüstlüğünü koruyan; doğruları alkışlayan, yanlışları dile getiren insanlardır. Çoğu kez bu insanların (bazen de kurumların) kıymeti, olayların sıcaklığı arasında hissedilmez; hatta "çok dik ve gereksiz konuşuyor" nevinden ağır tenkitlere de maruz kalınır. Ne var ki siyasetçinin gerçek dostu, doğru özlü, doğru sözlü insanlardır. Basın için de bu geçerlidir...

Siyasetçinin okuduklarından istifade etmek istemesi için basının da doğru bir yerde, doğru bir kimlikle görevini yapması gerekiyor. Medyanın kötü niyetli olduğu ya da menfaat gözettiğine dair bir kuşku söz konusu olursa, ne medya asli görevini ifa edebilir ne siyaset.

Basın, denetim görevi ile yol gösterme misyonunu gerçekleştirmek için doğru bilgi, hakperest haber, zengin yorum özelliğine sahip olmak zorundadır. Yanlışlara gözünü kapayamaz. Hadiselere yandaş ya da karşıt refleksiyle yaklaşamaz. Bireye ya da ülkeye zarar verdiğini düşündüğü gelişmeleri kamuoyuna duyurur.

Siyaset, eleştirilerden ders çıkarma sanatıdır. İyi bir politikacı (iyi bir parti) dinlemeyi, konuşmaya tercih eder. Başka bir deyişle, konuştuğunun iki mislini dinler siyasetçi. Böylece hem nabız tutar, hem değişik düşüncelerden kendine uygun sentezler çıkarır.

Medya öncü görevini üstlenmek zorunda

Bizde hemen her siyasetçinin "basın danışmanı" vardır. Maalesef bu kişilerin çoğu kendini, patronlarının adını daha fazla duyurmaktan sorumlu sanıyor. Bu kişiler çoğunlukla gazete kupürleri toplar, basın bülteni geçer vs... Bazı tanışma toplantıları ve davetleri de bu kişiler ayarlar. Bu işleri yapacak bürokratlara da ihtiyaç vardır belki; ancak asıl yapılacak şey, siyasetçinin şahsi ya da kurumsal vizyonuna katkıda bulunacak yeni bir yapı oluşturmaktır.

Siyasetin basından doğru bir şekilde istifade edebilmesi için medyanın kendine çekidüzen vermesi gerekiyor. Siyasetle kirli ilişkiye girdiğine dair küçük bir şüphe bile güvenilirliğe gölge düşürecektir. Kuşkusuz "medya siyasetin emrine girsin" denilmiyor. Tam aksine, medya, gücünü kendi bağımsızlığından alsın, siyasetten beklentisi olmasın; dolayısıyla kendi işini gürül gürül yapsın. Kendi işini yaparken ortaya koyduğu dürüstlük, siyasetçinin gazetede yer alan haber ve analizlerden yararlanmasına sebep olacaktır. Yalandan, iftiradan, haksızlıktan arınmış basının ülke gerçeğini resmetmesi ve çıkış yolları önermesi hiç kimseyi rahatsız etmez; etmemeli. Bu ülkede çıtanın yükseltilmesi gerekiyor; tabii ki bu işe öncülük edenler arasında medyanın kendine önemli bir yer bulması da. Seviye yükselince geriye siyasetçinin zihnî değişimi kalır; ki rüştünü her gün ispat eden medyanın ağırlığı siyasetçiyi de bu köklü değişime zorlar. Çok rahatlıkla iddia edilebilir ki, siyaset-medya ilişkisi ne kadar sağlıklı bir zemine çekilirse, bu ülke o kadar büyük mesafe alır...

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak:

ani