Şakir Süter: Beni dava etmelerini istedim ama etmediler.
Abone olRöportaj: İnternethaber – Dilek Yaraş
2. Bölüm
Halkın gündeminin medyayla ilgisi olmadığını söylemiştiniz. Peki, Türk basınına her dönem hakim olan gündem nedir?
Yakın geçmişte komünizmdi. Şimdilerde irtica oldu; sağ-sol çatışması bölücülükle yer değiştirdi...
Cumhurbaşkanı Sezer’in Tayyip Erdoğan ile Abdüllatif Şener'le ilgili olarak tartıştıklarını kulis notu olarak yazdınız ve bu Başbakanlık tarafından yalanlandı... Yanlış bilgi mi almıştınız?
Teyid edilmiş sağlam bir bilgiydi bu. Ayrıca, haber doğru olduğu içindir ki Çankaya tarafından yalanlanmadı, sadece Başbakanlık işine gelmediği için yalanladı.
Başbakanlık sözcüsü Akif Beki diye bir arkadaş, çıktı tek kelimesi bile doğru olmayan içi boş ve de asla gazetecilik yapmış bir kişiye yakışmayan laflar etti. Hem de bir Başbakanlık sözcüsünün asla kullanmaması gereken cümlelerle ve son derece irite edici, ayıplanacak bir uslupla....
Ben bu arkadaşı daktiloya takar haber diye yazarım... Kalkmış bana habercilik dersi veriyor.
Bir de Genelkurmayın hükümetin bazı milletvekillerini görevden alması ile ilgili bir kulis notunuz vardı ve hatırladığım kadarıyla o da yalanlanlanmışı.... O da mı ‘aslında’ doğru bir haberdi?
Benim durduk yerde böyle bir haber uydurmam mümkün değil. Ayrıca, herhangi birinin verdiği dandik bir haberin üstüne atlayacak kadar acemi gazeteci de değilim....
Burada önemli nüans şu: Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa ile Başbakan arasında çok narin, saygıya dayalı bir hukuk var. Bir grup kuvvet komutanı ve paşa, Özkök Paşa’ya ‘’şu şu şu taleplerimizi Başbakan’a iletiniz lütfen.’’ diyorlar. Bu kesin doğru. Ama, Özkök Paşa, bu taleplerini tamamını Tayyip Erdoğan’a söylememiş olabilir.
Yani, bir parti genel başkanına kolay kolay ‘’Asker senin partinin bazı milletvekillerini istemiyor,’’. denmez.
Darbe girişimi gibi bir şey bu...
Onun için ‘muhtıra gibi’ dedik zaten...
Ama bu kulis notu yayınlanınca, Akif Beki, -bu kez adını saklayarak- abuk subuk birşeyler dedi yine... Belli ki öfkesini kontrol edemeyen bir çocuk.... Ben onun o açıklaması üzerine Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yapsın diye bekledim biraz.
.
Ne dedi peki Genelkurmay?
Bana verilen cevap şu: Başbakanlıktan karargaha yalanlama yapılsın diye çok ciddi baskı gelmiş. Baskıdan kasıt, ısrarlı ricadır... Genel Kurmay da ‘’Haber yalan,’’ demiyor da ‘’Böyle bir üslup içinde bir konuşma olmamıştır.’’ diyor.
Ne demek istediler bununla?
Resmen açıklama manasında denmeye çalışılıyor ki: Sayın Özkök Paşa, Başbakan ile böyle bir üslupla konuşmaz. O sözlerin hepsini de söylemiş olmayabilir, sadece bir kısmını söylemiş olabilir.
Yani siz haberinizin doğruluğundan eminsiniz....
Bu haber asla yalan değil. Böyle bir şey olabilir mi hiç? Bu tür bir haberin bırakın hükümete zarar vermesini, en önce kendime zarar verme ihtimalini düşünürüm yayınlamadan önce. Kariyerim adına, aldığım mesleki terbiye adına buna azami özen göstermem lazımdır zaten. Aslında, beni dava etmelerini istedim ama etmediler. Şenlikli duruşmalar olurdu dava etseydiler.
Yazdıklarınızdan ötürü yargılandınız mı hiç?
Üç defa yargılandım. Hakaret davası. Üçünden de beraat ettim.
Politikacılarla ilişkileriniz ne düzeyde...
Belli bir ölçüyü mutlaka korumak mecburiyetimiz var. Benim bu ölçüyü kaçırdığım bir arkadaşım oldu. Adnan Kahveci. Çok içiçe olduk. Ailece görüşüyorduk. Ama, ölçüyü kaçırdığım için pişmanlık duymadım.... Çünkü, Kahveci ne kendini rezil edecek bir iş yaptı ne de onunla dostluğumdan dolayı beni pişman edecek bir davranışını gördüm. Büyük bir kayıptır....
Kahveci’nin basında fırtınalar koparan bir aşk hikayesi vardı... Biliyor muydunuz?
Tabii ki biliyordum. Ben bunun çok önemli bir haber olduğunun farkındaydım ve bütün gazetelerde manşet olacağını da biliyordum. Ama susuyordum... Tabii ki de susmalıydım. Bu benim insani yanım.
Gönül hikayesinin dışında bir şey olsaydı... ne bileyim yolsuzluk gibi falan; o zaman da susar mıydınız?
Ben Kahveci’nin öyle bir şey yapmayacağından emindim. Ama öyle bir şey olsaydı ‘’Üzgünüm yazıyorum.’’ der ve yazardım..
''Halk siyasetle ilgilenmez,'' bahanesiyle ana haber bültenlerini bile magazinle dolduruyorlar. Kahve kahve dolaşıp halkın nabzını tutan bir gazeteci olarak bu konuda da gözlem yaptınız mı?
Kahvelerde, gün içinde haberlerin dikkatle izlendiğine çok tanıdık oldum... En fazla ilgi çeken konular: spor, siyaset, eknomi, sağlık, askerlik.... Halk seçtiği ya da seçmediği partinin neler yaptığını bilmek istiyor.
İşte demokrasinin güzelliği, kendi seçtiğin iktidar ya da muhalefet partisini takip etmek...
Evet, bizim millet demokrasiyi sevdi... Demokrasiyi bütün şartlarıyla yaşatıyor demiyorum ama.... Bunu çok hakederek, kavgasını vererek kazanmadığı için darbelere sessiz kaldı. Ama artık, demokrasiden vazgeçilme noktasına gelindiğinde çok kolay razı olacaklarını sanmıyorum.... En azından, askeri darbelerin ülkenin yararına olmadığını anladıklarına inanıyorum...
''Hiçkimse darbe istemiyor,'' da diyemezsiniz herhalde...
Tabi canım, darbeyi isteyenler de olacak, şeriatı isteyenler de olacak her zaman... Ama bunlar azınlıktır... Hitlerin bütün dünyayı kasıp kavurduğu dönemi özleyen Almanlar da var.
Ya aydın kesim...
Halkın çoğunluğu darbenin ülkenin zararına olduğunu anladı ama benim bazı aydınlarımızdan yana sıkıntım var... ‘’27 Mayıs iyi 12 Eylül kötü, 12 Mart iyi 28 Şubat kötü’’ gibi ayrımlar beni kahrediyor... Kardeşim, ‘’benim darbem iyidir senin darben kötüdür’’ noktasına gelmişsen burda demokratlIk söz konusu olamaz. Bunu katı bir demokratlık adına da söylemiyorum...
Aydınlarımızın çelişki içinde olduğunu mu söylüyorsunuz?
Bak şimdi, bir defasında Yunanistan’da bir adam çıktı ‘’Türklere haksızlık yapılıyor.’’ dedi. Adamı idam edeceklerdi nerdeyse... Bizde ise her mahallede en az bir tane ‘’Denktaş haksız.’’ diyen aydınlar çıkıyor.
Biraz olsun Rumların, Ermenilerin yaptığı kadar bizim de yapmamız gerekmiyor mu? Bu Pan Türkist bir yaklaşım değil. Sadece kendi insanını, kendi ülkeni korumak, kollamak hassasiyetidir. ''Ben dünyanın en demokrat insanıyım,'' diyebilmek için kendi doğrularını yok sayarak, karşı tarafın sana silah, kurşun gibi kullandığı malzemeleri kullandığın zaman benim sana tepki göstermem doğaldır.
Tepki gösterenelerin tümüne de ‘’faşist’’ ya da ‘’Türkçü’’ mü diyeceğiz Allahını seversen?... Hayır, bu ülkeye ait olmaktan hicap duymayan, bu ülkede yaşamaktan gurur duyan çok insanın doğal tepkileri bunlar.
Ama, bu tepkileri karşı tarafın işine gelmeyecek şekilde dengeli bir biçimde göstermek gerekmez mi?
Hah işte, bu tepkileri ölçüyü kaçırarak göstermek de aptalca... O kişiye hakettiğinin ötesinde ceza vermeye kalkarsan ölçüsüzlük olur, ahmaklık olur...
Yazarlar arası polemiklere de pek girmiyorsunuz siz...
Doğru. Mecbur kalmadıkça girmiyorum. Polemiklerde hem seviye düşüyor hem de tartışılan konunun özü gidiyor. Kavga sevenleri tatmin için, internetlere malzeme olmak için polemik yapmak da bana çok ayıp geliyor.
Yazarlar arasında birbirini küçük görme, bazen de ders vermeye durumları da var bizim medyada...
Evet... Örneğin; bir abimiz diyor ki: ‘’Şu gazetede bir tek şu yazarı okurum.’’ Halbuki biliyorum ki diğerlerini de okuyor... Bu yapılan ayıptır... Böyle bir şey söylenmez. O gazetede yazan diğer yazarlara büyük saygısızlık.... Diğer yazarlara yazı öğretmeye kalkışmak da ayrı bir hastalık... Ya sana ne, o adamın okur kitlesi onu öyle benimsemiş gidiyor. Sen ona diyorsun ki, ‘’benim yazdığım gibi yaz’’... o zaman ne fark kalacak yazarlar arasında... Ayrıca, senin en iyi bildiğine kim karar verdi...
Bir de taklitçiler var...
Bir başka yazardan etkilenmek anlaşılabilir ama birebir taklit etmek, çok tembelce ve ahlaksızca geliyor bana... Bunu en çok da kadın yazarlarda görüyorum. Bakıyorum birilerini güya taklit ediyorlar ve absürt bir şeyler yazmak adına komik durumlara düşüyorlar. Yani, uç noktalarda bir şeyler söyleme çabası seni sadece farklı kılmaz, aynı zaman da komik duruma da düşürür. Böyle tutunacaklarını sanıyorlar ama tutunamıyorlar, isimlerini bile ezberletemiyorlar...
Gazeteci olmayanların gazeteci-yazar olarak sunulmasına ne diyorsunuz?
Nasıl ki ben ‘’Hukuk benim hobim, biraz da avukatlık yapayım’’ dediğimde baro bana izin vermiyorsa bizim mesleğimizde de öyle olmalı. Ama bizde böyle bir müessese yok. Gazetelerin genel yayın müdürlerinin, patronlarının sempati ilişkilerine bağlı olarak, bu tercihler yapılabiliyor. Yanlış.
Uzmanların yazarlık yapması doğrudur. Ama onun uzmanlık alanını belirtirsin, çalıştığı holdingin, bankanın adını belirtirsin ki okuyucu bilerek okusun...Bu uygulamayı sadece, Yeni Yüzyıl gazetesi yapmıştı ve çok da iyi olmuştu.
‘’Gazeteceyim’’ dediğin zaman, ekmeğini oradan kazanman lazımdır. Sen gazetenin birinde imkan bulmuşsun yazı yazıyorsundur, bu seni gazeteci yapmaz. Bu nedenle gazeteciyim diyenlere geçimini bu işten sağlayıp sağlamadığını sormak lazım. Gazeteciliği çok kolay elde edilen bir meslek sanıyorlar. Değil ama, insanın imanı gevriyor bu meslekte...
Yeni kitap projeniz var mı?
Ben dönem dönem uçlarda yaşamış bir kişiyim. Avrupa’da olsun Türkiye’de olsun yaşadıklarımı anlattığım da bir çok kişiye inanılmaz geliyor. Onları ham şekliyle bile yazsam çok enteresan olacağını düşünüyorum. Yani, hikaye kitapları yazacağım ama acelem yok.
Ayrıca, ‘’Akşam’dan Akşam’a’’ adını vereceğim farklı bir kitap projem var. Mesleğe başladığım eski Akşam gazetesi ile şu anda çalıştığım Akşam gazetesi arasında geçen 35 yılı aşkın meslek serüveni... Öyle bir serüven ki içinde her şey var.
Akşam gazetesine ayrı bir tutkunuz var galiba
Evet öyle. Yaşamımda iz bırakmış, meslek yaşamımı ciddi biçimde şekillendirmiş ve benim için gerçek anlamda bir okul olmuş gazetedir Akşam. Doğrusunu söylemek gerekirse bu gazetede geçen on yıl sürecinde değişik gazetelerden teklifler aldım, gitmek istemeyişimin en önemli sebeplerinden birisi de mesleğimi Akşam’da noktalamak istememdir.
Akşam’da başladığım mesleğimi -çok mecbur kalmazsam ya da beni kovmazlarsa- yine Akşam’da noktalamak istiyorum.
-BİTTİ-
1.Bölüm:
https://www.internethaber.com/news_detail.php?id=45577