BIST 9.627
DOLAR 35,25
EURO 36,70
ALTIN 2.967,25
HABER /  GÜNCEL

Başbakanla içki içen gazeteciler

21 gazeteci Erdoğan'la yemekteydi. Yemekte içki servisi de vardı. Gazetecilerin çoğunluğu cola ya da nar suyu içerken, ikisi şarapta karar kılmıştı. Kimdi onlar?

Abone ol

yazarı Nazlı Ilıcak gazecilerle Başbakan'ın yemeğinde yaşananları yazdı. Ilıcak yemekte dedi.

Ortaköy'de Kabataş Vakfı'na ait Feriye lokantasında, Fehmi Koru'nun davetlisi olarak mükellef bir yemek yedik. Servis o kadar düzenliydi ki, herkese bir garson isabet ediyordu. Garsonlar, önce arkamızda yer alıyor, sonra birlikte yemekleri önümüze koyuyorlardı. Yemeğe 21 gazetecinin yanı sıra, Başbakan'ın grubundan Egemen Bağış, Yalçın Akdoğan, Ahmet Tezcan ve Akif Beki de katıldı.

Mönüyü de verelim: Önce meze tabağı (Enginar dolması, kabak çiçeği dolması, közlenmiş patlıcan, ahtapot ve karides salatası), arkadan otlu kaygana sarması, karışık sebze, Ayvalık kelle peyniri, közlenmiş domates sos ile; ana yemek olarak safranlı kalkan ızgara, mini sebzeler, taze patates; ve nihayet tatlı... kireç kaymağında bekletilmiş kabak tatlısı ve fıstıklı gözleme kaymaklı dondurma ile.

Tabiî şimdi hemen merak edeceksiniz, içki servisi var mıydı diye. Evet vardı. Ama çoğumuz koka kola, nar suyu veya portakal suyu ile yetindik. Benim gördüğüm kadarıyla İsmet Berkan ve Okay Gönensin şarap içti.

Fehmi Koru, toplantıya katılan iki hanımdan biri olduğum için beni sağına oturttu. Mehmet Barlas'a ise Tayyip Erdoğan'ın yanındaki koltuğu ayırmıştı. Diğer arkadaşlarımız arzu ettikleri gibi masada yerlerini aldılar. Tayyip Erdoğan, Mehmet Barlas'a, "Artık Nazlı Ilıcak'ın evindeki toplantılar yapılmadığı için esprilerinize hasret kaldık" dedi. Kendisi Ankara'ya yerleşmişti, biz İstanbul'da kalmıştık. Bu yüzden araya mesafe girmişti. Ben hemen atıldım ve "Merak etmeyin, 2007 seçimlerinde bu mesafe kapanacak; milletvekilliğine adaylığımı AK Parti'den koymayı düşünüyorum. Kazanırsam Ankara'ya taşınırım" dedim.

Birileri "Yasağınız ne zaman bitiyor" diye sordu.

-2007 başında.

Ve Tayyip Erdoğan'a dönüp, "2007'den önce seçimi yaparsanız ben gene giremeyeceğim" diye durumu izah ettim. Erdoğan, 2007 garantisini verdi ama, benim adaylığımı isteyip istemediği hususu yapılan espriler arasında açıkta kaldı.

Kimler katıldı

Fehmi Koru (Yeni Şafak), Nazlı Ilıcak (Bugün), Taha Akyol (Milliyet), Enis Berberoğlu (Hürriyet), Ahmet Hakan (Hürriyet), Mehmet Barlas (Sabah), İsmet Berkan (Radikal), Ekrem Dumanlı (Zaman), Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak), Hasan Cemal (Milliyet), Serdar Turgut (Akşam), Mehmet Emin Kazcı (Vakit), Selâhattin Sadıkoğlu (Bugün), Okay Gönensin (Vatan), Salih Memecan (Sabah), Oral Çalışlar (Cumhuriyet), Fuat Bol (Türkiye), Mustafa Karaalioğlu (Yeni Şafak), Gülay Göktürk (Bugün), Mustafa Çelik (Kanal 7), Mehmet Altan (Sabah)

Basın mensupları neler konuştu?

Bu bir basın toplantısı değildi. Gazeteciler, düşüncelerini ve eleştirilerini dile getirdiler. Hem soru sordular, hem görüş belirttiler. Gazetecilerin fikirlerini zaten muhtelif yayın organlarından biliyoruz. Kimi, 3 Ekim 2005'e kadar Türkiye'nin hızlı bir değişim içinde olduğunu, ama sonra, müzakerelerin gerektirdiği dinamizmi gösteremediğimizi söyledi. 301. madde üzerinde çokça duruldu. Gerçi hükûmet, yargılamalar tamamlansın ve bir içtihat oluşsun istiyordu ama, buna ne gerek vardı. 159. madde, AK Parti Hükûmeti'nin yaptığı son değişikliklerle, demokrasiye uygun hale getirilmişti. Bir çok gazeteci de, bu değişikliklerden sonra beraat etmişti. 159'un yerine geçen 301. maddede "tahkir ve tezyif" yerine "aşağılama" kelimesinin konulması işi bozmuştu. "Biz bekleyelim, bir içtihat oluşsun" dersek, zaman kaybederdik. Dış basında aleyhimizde yazılar çıkardı. Bu yüzden, meseleyi sürüncemede bırakmamalıydık.

Ben, "çifte standarttan" da söz ettim. Evet, 301. madde denilince, hepimiz, fikir birliğine varıyorduk ama, bazı meslektaşlarımız, muhafazakâr gazetecilerin mahkûmiyeti söz konusu olduğunda aynı tepkiyi göstermiyordu. Sözgelimi Mehmet Şevket Eygi ve Mehmet Kutlular... Ayrıca, İmam Hatipli talebelerin üniversiteye devam etmesi yolunda adımlar atıldığında, her nedense "laik cumhuriyet elden gidiyordu!"

Çifte standardı, sadece Avrupa değil, Türk basını da uyguluyordu.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın konusu da gündeme geldi. Bazı arkadaşlarımız, Mustafa Koç hakkında başbakanın yaptığı suç duyurusunu yersiz bulduklarını söyledi. Bu suç duyurusu yüzünden, AK Parti'nin liberal tavrına gölge düşebileceği belirtildi.

Biz gazeteciler de, zaman zaman aramızda tartıştık. Meselâ ben, "Yücel Aşkın'ın tutuklanması eleştiriliyor. Bu eleştirilere katılıyoruz fakat, hakkında önemli suç isnadları olan bir kişinin yeniden görevinin başına gelmesi yargının işlemesini etkilemez mi?" diye sordum. Üstelik, Aşkın, aynı üniversitede görev yapan 400'den fazla kişiyi fişlemişti. Bundan dolayı da yargılanıyordu. Bir arkadaşımız, bana cevap verdi: "Rektör haksız yere tutuklanınca mağdur oldu, kamplar oluştu, dolayısıyla biz de, görevine iade edilmesin diye yazamıyoruz."

Hiç soru sormayan ve söz almayan bir gazeteci vardı aramızda: Hasan Cemal. Tabiî ona da takıldık. "Söz almıyorsun ama, herhalde 5 yıl sonra bu geceyle ilgili anılarını yayınlamak üzere dikkatli bir biçimde not alıyorsun" dedik.

Fehmi Koru, Ertuğrul Özkök'ü de çağırmıştı. Ama o, yurt dışında olduğu için gelememişti. Serdar Turgut, Fuat Bol, Mustafa Karaalioğlu ve Mustafa Çelik de sohbete katılmayıp, dinlemeyi tercih ettiler..



Galataport meselesi

Galataport projesi AK Parti Hükûmeti'nin başını bir hayli ağrıttı. Sami Ofer ile başbakanın özel görüşmeleri basının gündemine taşındı. Ayrıca, kurvaziyer limanlarındaki yapılanma şartlarının genel kısıtlamaya tâbi olmayacağı hükmünün İmar Kanunu'nda yer alması, "Ofer'e özel yasa" diye eleştirildi.

Anayasa Mahkemesi son noktayı koydu. Özelleştirme kapsamındaki kuruluşlara ait arsa ve arazilerin imar planlarını yapma yetkisini Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na veren yasa maddesini iptâl ederken, limanlardaki plan değişikliklerinin genel kısıtlamaya tâbi olmayacağı hükmüne dokunmadı. Böylece, Galataport, kurtuldu.

Danıştay 6. Dairesi ise, Kıyı Kanunu'nun, imar planında değişiklik yapma yetkisini Özelleştirme İdaresi'ne verdiğini söyleyerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu konuda işlem yapmasının yasaya aykırı olduğunu belirtti; dolayısıyla Galataport aleyhinde bir karar vermiş oldu.

Ortada bir lehte, bir aleyhte karar olduğu için, ne yapılacak?

Anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi'nin kararı esas alınacak ve Galataport için Yüksek Planlama Kurulu'ndan imza çıkacak.


Bir tren dört kompartıman

Fehmi Koru güzel bir açılış konuşması yaptı. "Hepimiz, aynı trenin ayrı kompartımanlarındayız. Siz (yürütme ve yasama olarak) birinci ve ikinci kompartımandasınız, biz dördüncüde bulunuyoruz" dedi.

Akşam yemeğinde 3. kompartımanda olanlar (yargı temsilcileri) yoktu. Bu yüzden, onları rahatça çekiştirebildik.

Öyle ya, meselâ Orhan Pamuk hakkında Bağcılar ve Zeytinburnu ilçelerindeki mahkemelerin takipsizlik kararı vermesine rağmen, hiç alâkası olmayan Şişli Adliyesi aynı konudan dava açabilmişti.

Türkiye'de hâkimler acaba vicdanlarının sesini mi dinliyorlardı, yoksa ideolojik referanslarla mı hareket ediyorlardı?


İZLENİMLER...İZLENİMLER...

Toplantıda çeşitli sorunlara temas edildi. Biz de bir gazeteci olarak genel izlenimler aldık. Bunları size sunmak isterim.

- Şemdinli ikinci bir Susurluk vakası mı?

Gördüm ki, bu konuda kafalar hayli karışık. Daha önce de gazetelere yansıyan şekliyle bazı telefon kayıtları mevcut. Terör örgütü yörede etkili. Orada demokratikleşme ve siyasallaşma gayretinde tam bir samimiyet yok. Bu da hükûmetin işini zorlaştırıyor.

Eğer uzlaşma için af kararı gerekecekse, bunun bedeline katlanmak mümkün görünmüyor. Çünkü şehit aileleri gözardı edilemez.

- Hükûmetin gizli bir gündemi var mı? Hükûmet kadrolaşıyor mu?

Bence bu konuda Tayyip Erdoğan kendini anlatamamaktan dolayı dertli. Kamu Personeli Seçme Sınavı uygulaması varken ve sadece puanlama sırasına göre işe alınıyorken, kadrolaşma mümkün mü? Ayrıca, meslek liselerine yapılan bir haksızlığın giderilmesi hususunda da, herkesten biraz anlayış beklediği izlenimini edindim.

Bir gazeteci arkadaşımız meseleyi "lânetli taban" diye dile getirdi. "AK Parti'ye oy veren kimselerin hiçbir talebi yerine gelmeyecek mi? Adeta onlar lânetli!"

Başbakanın onaylayan gülümsemesinden anladığım kadarıyla, o da, bu arkadaşımız gibi düşünüyordu. Çünkü, meslek liselerinin sadece bir bölümünü oluşturan İmam Hatiplileri cezalandırabilmek için, ülkenin ihtiyacı olan diğer meslek okullarına da zarar veriliyor. Bir çok defalar bu konuyu ben de işlemiştim. Üniversiteye gidişin önü kapanınca, kaliteli çocuklar meslek lisesine gitmemeyi tercih ediyor.

"Ayağına taş bağla, yarışa sok" Bizzat Tayyip Erdoğan bunu kendi çocuklarıyla yaşamadı mı? Oğlunun puanı Boğaziçi Üniversitesi'ni tutuyordu ama, İmam Hatip mezunu olduğu için katsayı kurbanı oldu; kızı da öyle. Her ikisi yurt dışında okudular.

- Hükûmet kıskaç altında mı?

Evvel Allah, Erdoğan, bu gibi tertiplere pabuç bırakır mı! Elbette partiden bazı çatlak sesler çıkıyor. Tahrikler olabiliyor. Ama, o, alınsa ve öfkelense dahi, grubu muhafaza etmek adına sabretmenin gerektiğine inanıyor. 2006 zor bir yıl olacak. Bir yandan kongreler var; öte yandan muhalefet aşırı saldırgan bir üslûp benimseyebilir.

Ama gördüğümüz kadarıyla Tayyip Erdoğan bütün bunlara hazırlıklı. Yurt dışındaki liderlerle de ilişkilerini sıcak tutarak, yakınlığını korumayı önemsiyor.

- Dokunulmazlık

Bir savcı, başbakan hakkında kolayca dava açarsa, Türkiye'ye başbakan dayandıramayız endişesi mevcut. Ama, sivil - asker bürokrasisinin de dokunulmazlığı kaldırılırsa, belki bir uzlaşma yolu bulunabilir.

- Türkiye Kıbrıs'ı satıyor mu?

Elimizi vicdanımıza koyup düşünelim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin aldığı son karar, KKTC'nin mahkemelerini tanıma anlamına gelmiyor mu?

Loizidu kararı dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin milyarlarca dolar ödemek zorunda kalacağı belirtiliyordu. Oysa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Maraş bölgesindeki taşınmazları için Arestis'in Türkiye aleyhine açtığı davada KKTC'nin iç hukuk yollarının işletilmesini şart koştu. Türkiye, Loizidu davasının aksine tazminat ödemeye mahkûm olmadı.

Loizidu ile Arestis davası arasındaki farkın sebebi, Kıbrıs Türklerinin Annan Planı lehine oy kullanması.

Türkiye artık Annan Planı'ndan geri bir adım atamaz. Ancak farklı bir plan üzerinde yeniden müzakereler başlayabilir. Ve kesin bir şey daha söyleyelim: KKTC'ye ambargo kalkmadan Türkiye'nin hava ve deniz limanları Rumlara açılamaz.

- AB'ye destek var mı?

Yemeğe katılanlardan duyduğumuz kadarıyla, AK Parti her ay düzenli kamuoyu araştırmaları yapıyor. Bu araştırmalarda % 65 oranında AB'ye destek sürüyor. Anadolu'da destek özgürlük arayışından ziyade geçim sıkıntısı son bulacak inancına dayanıyor. Şehirlerde ise özgürlük üzerinde duruluyor.