Arınç'a suikast iddiası eski defterlerinin de açılmasını sağladı. Hasan Cemal bir başbakan yardımcısının evini nasıl gözetlediğini yazdı...
Abone olBaşbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik bir suikast mi planlanlanıyordu, yoksa askerin açıkladığı gibi bir karışıklık mı yaşandı, hala tartışılıyor, ama suikast-izleme eksenindeki iddialar eski defterlerin de yeniden açılmasını sağladı.
Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, Arınç'a yönelik suikast iddialarının tartışıldığı günlerde eskilere gitti ve 70'li yıllarda bir binbaşının talimatı ile nasıl dönemin başbakan yardımcısının evini izlediğini anlattı.
Cemal'in ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ isimli kitabında yazdığı ve suikast-izleme tartışmaları üzerine bugün tekrarladığı o yazı...
Binbaşı, Ankara’nın Çankaya semtindeki evime geldi. Daha yeni emekli olmuştu. Çalışma odamda karşılıklı oturduk.
Ceketinin cebinden bir kibrit kutusu, içinden de katlanmış küçük bir kağıt çıkardı.
Bana uzattı, okumam için.
Başbakan Yardımcısı’nın evinin etrafında bir kaç gün keşif yapmamı, giriş çıkışları, koruma durumunu vesaire not etmemi istiyordu.
Okudum, başımı salladım.
Hiç konuşmadık.
Binbaşı, küçük kağıt parçasını aldı, bir kibrit çakarak yaktı.
1971 yılı baharıydı.
Asker, 12 Mart Muhtırası’yla Başbakan Demirel’i iktidardan devirmişti. Demokrasi ve hukukun rafa kaldırıldığı bir dönem yaşanıyordu.
İktidarın güçlü adamı, asker kökenli Sadi Koçaş’tı. Başbakan yardımcısı olarak düğmesine bastığı ‘Balyoz harekatı’yla ülkede solcu avı başlatılmıştı.
12 Mart darbesiyle sıkıyönetim ilan edilmiş, benim de yazı işleri müdürlüğünü yaptığım Devrim dergisi kapatılmış, çevremdeki hemen herkes tutuklanmıştı. Ben ise dışarıda kalmanın sıkıntısını, ‘kompleksi’ni yaşamaya başlamıştım.
Binbaşı’yı tanıyordum.
Doğan Avcıoğlu, 12 Mart’tan kısa bir süre önce 9 Mart Cuntası için yazdığı anayasa taslağını büyük bir zarfa koyarak bana teslim etmiş ve bir adrese götürüp vermemi söylemişti.
Binbaşı’yı ilk kez o zaman gördüm. 9 Mart darbesine hazırlanan cuntanın anayasa taslağını kapıdan kendisine teslim edip, hiç konuşmadan ayrılmıştım.
Bizim 9 Mart darbesi başarısız kalıp 12 Mart’çılar kazanınca, silahlı kuvvetlerde büyük bir tasfiye yaşanmış, Binbaşı da emekli olmuştu.
Kibrit kutusunun içinden çıkan talimatı, belki de o tarihlerde edindiğim ‘cuntacılık terbiyesi’nin bir gereği olarak, her hangi bir soru sormaksızın uyguladım.
Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ın Kavaklıdere’deki evinin çevresinde bir kaç gün dolaştım, ayrıntılı durum tespiti yaptım, sonra da gidip Binbaşı’ya ‘sessiz tekmil’ verdim.
Mutluydum.
İçeri alınmamıştım ama bir işe yarıyorum duygusu egomu okşamıştı.
Tam o günlerde büyük bir haber patladı basında. Ziraat Bankası’na para götüren araba Denizli yolunda soyulmuş, 5 milyon lira alınmıştı. Bu çok büyük bir paraydı o vakitler...
Ancak ilginçtir, soyguncular çok kısa sürede yakalanmıştı. Birini tanıyordum. 12 Mart öncesi Devrim dergisinin ‘vurucu gücü’ gibi çalışan, Basın Yayın’lı devrimci gençlerden biriydi.
Soyguncuların yakalandığını haber veren manşetlerde beni de ilgilendiren bir bölüm vardı:
“Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ın kaçırılmasına ilişkin bir komplo ortaya çıkarıldı.”
Soygunda yakalanan, benim de tanıdığım devrimci genç, hapis yatıp çıktıktan sonra, 12 Mart sonrası Ankara’da bazı eylemlere hazırlandıklarını söylemişti.
O genç hapis yattı.
Tam 19 yıl...
Ben vicdan azabı çektim.
Binbaşı’ya bir şey olmadı, bana da bir şey soran çıkmadı.
Neden?..
Bugün de bilmiyorum.
Aradan bir yıl geçti. Ajans muhabiri olarak çalışırken, Sadi Koçaş’la röportaj yapmak üzere Kavaklıdere’deki o eve gittim.
İçimden gülmek geldi.
Bu hayat bazen çok tuhaf!
İyi de, ben bu yazıyı neden yazdım?..
İyi pazarlar!