BIST 9.673
DOLAR 35,25
EURO 36,72
ALTIN 2.957,51
HABER /  DÜNYA

Başbakan ABD’de konuştu

ABD gezisinin bugünkü programında Brookings İnstitute’de konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Küresel finans krizinin ağır şekilde ...

Abone ol

ABD gezisinin bugünkü programında Brookings İnstitute’de konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Küresel finans krizinin ağır şekilde seyrettiği böyle bir dönemde Türkiye, IMF’e borcunu sıfırlamak gibi önemli bir başarıya imza attı” dedi.
Brookings İnstitute’de “AK Parti İktidarları ve Türkiye’nin Dönüşümü” konulu konferansta konuşan Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin tarihsel önemine vurgu yaptığı konuşmasında, “Yaklaşık 3 yıl kadar önce yine burada değerli dostlarla bir arada olmuştuk. Ve o günün gündemi konumuzu teşkil etmişti. Ardından soru cevaplar olarak da hakikaten heyecan verici bir toplantı gerçekleştirmiştik. 10 buçuk yıllık iktidar süreci içerisinde bugün tekrar Brookings çatısı altında siz değerli dostlarla bir arada bulunuyoruz. Ve AK Parti iktidarları bunun yanında Türkiye dönüşümü konulu konferans arkasından da sizlerle şöyle bir soru cevaplı muhabbet meclisini oluşturmak istiyoruz. Yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olan Brookings yayınladığı analizlerle, hazırlamış olduğu raporlarla, bünyesinde barındırdığı değerli isimlerle küresel kamuoyuna siyasi ve ekonomik alanlarda ışık tutan önemli bir kurum. Brookings Enstitüsü’ne yönetici ve çalışanlarına ortaya koydukları ve koyacakları çok değerli eserlerden dolayı teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Enstitünün çalışmalarını bizler de dikkatle ve takdirle takip ediyoruz. Değerli dostlar Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında oldukça eski bir devlet geleneğinin kadim ve zengin bir medeniyet birikiminin temelleri üzerine inşa edildi. Tarih boyunca çok sayıda devlet kurmuş olmakla birlikte Selçuklu ve Osmanlı devletleri gerek hakim oldukları geniş coğrafyada, gerek uzun ömürleri nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin şekillenmesinde en önemli devletler oldu. Türkiye’nin bu kadim devlet geleneğiyle bölgesindeki diğer birçok ülkeden çok farklı bir konumda olduğunu burada özellikle hatırlatmak isterim. Ortaya çıkan bölgesel ve küresel sorunlar karşısında Türkiye’nin refleksleri aslında bu tarihi birikim ve tecrübenin eseri olarak ortaya çıkmaktadır. 1. Dünya Savaşı Türkiye için, halkımız için gerçekten çok ağır bedellerin ödendiği bir savaş olmuştur. Size şu kadarını söylemek isterim Osmanlı döneminde yaklaşık 600-650 yıllık bir sürecin içerisinde tabi şöyle bir adeta büyüme durumu itibariyle ele alacak olursak, 20 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsayan Türkiye ve Türkiye 1. Dünya Savaşı’nın altından 780 bin kilometrekarelik bir alanda yeniden hayat buldu ve yeni bir süreci başlattı. 1923’le başlayan yeni süreçte tabi iki önemli zorluk bulunuyordu. Bunlardan birincisi Osmanlı bakiyesi olan çoğu da komşumuz olan devletlerin durumuydu. Örneğin Filistin meselesi Osmanlı’nın yıkılmasının ardından ortaya çıkmış bir meseledir. O ana kadar böyle bir şey yoktu. Bu boyutuyla Filistin konusu yeni Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Yani size ne diyenlere aslında cevap burada yatmaktadır. Yeni Cumhuriyet’in karşılaştığı bir başka önemli sorun ise 780 bin kilometrekare alan içerisinde yer alan farklı etnik unsurlar ile 20 milyon kilometrekare alanda gelenlerin kaynaştırılması oldu. Cumhuriyet Selçuklu ve Osmanlı devletlerinden edindiği tecrübeyle bu kaynaşmayı, bu buluşturmayı çok başarılı şekilde gerçekleştirdi. 1920’de kurulan ilk meclisimiz Türkiye’nin tüm renklerini, tüm etnik unsurlarını, tüm varlıklarını içinde barındırıyor, ahenk içerisinde bir araya getiriyordu. Hatta Gazi Mustafa Kemal’in ifadesiyle, ‘Meclisi aliyyeniz şu an Türküyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Gürcüsüyle, Abaza’sıyla sayıyor sayıyor aslında anasırı İslamiye’nin yani İslami unsurların bir mecmuudur bir araya gelişidir’ diye ifade ediyordu o meclisi. Bu meclisin yapısını tanımlama açısından çok önemli bir tarifti. Hem etnik olarak hem dini olarak çok farklı gruplar birlikte yaşama tecrübesinden yola çıkarak ortak bir hedef, ortak bir gaye etrafında birlikte mücadele veriyordu” dedi.
Türkiye’nin milletin egemenliği üzerine kurulduğunu belirten Erdoğan, “Değerli dostlar Türkiye Cumhuriyeti egemenlik kaynağının millet olduğu ilkesi üzerine inşa edilmiştir. Ne yazık ki 90 yıllık süreçte bu ilke zaman zaman çok ciddi yaralar aldı. Hükümetler seçimle iş başına gelirken egemenlik bu şekilde tecelli ederken, şunun altını özellikle çiziyorum sivil ve askeri bürokrasi kendisini zaman zaman siyasetin üzerinde görmüştür. Bu anlamda çok zorlu bir 90 yıl yaşadık. Demokrasiyi yerleştirme mücadelesiyle geçen bu 90 yıl içinde egemenlik tartışmaları ülkemize gerçekten çok ağır bedeller ödetti. Ekonomiden iç politikaya, sosyal yaşamdan dış politikaya kadar ağır travmalara şahit oldu. Cumhuriyet’in kuruluşundaki ruh ve birliktelik zaman içinde aynı şekilde ağır yaralar aldı. Bu 90 yıllık süreçte demokrasimiz adına çok kötü hatıralarımız olduğu kadar çok güzel dönüm noktalarımız da oldu. Önemli tecrübeler kazandık. 10 buçuk yıl önce, 3 Kasım 2002’de gerçekleştirilen seçimler Türkiye’nin 90 yıl içinde yaşadığı önemli değişim noktalarından biri olmuştur. Şunu çok büyük bir iftiharla ifade etmek isterim. Son 10 buçuk yıl, Türkiye’de demokrasinin özellikle de millet egemenliğinin güç kazandığı, ileri standartlara kavuştuğu, geri dönülemez kazanımların elde edildiği bir dönem oldu. Ve burada hedef AK Parti iktidarıyla birlikte ileri demokrasi hedefiydi. Bunu hazmedemeyenler olmuştur. Hala hazmedemeyenler yine vardır. Ama ileri demokrasi konusunda kararlılığı olan bir iktidar vardır. Siyaset, hukuk, ekonomi ve dış politika alanında yaşanan büyük değişim neticesinde Türkiye bugün bölgesel bir güç ve küresel bir aktör haline geldi. Bazı gözlemciler buna sessiz devrim adını verdiler. 10,5 yıl bizim için gerçekten meşakkatliydi ve kararlıydık. Ve kararlılığımızın da gereğini yerine getiriyorduk. Ve burada özellikle ülkemizin ileri demokrasi hedefine yürüyüşünde ekonomiyi de onunla birlikte at başı götürüyorduk. Yani birisinin ileri birisinin geri kalmasını asla planlamamız içerisinde yeğlemedik. Tam aksine ikisi de at başı gitmek suretiyle ülkemizi böylece ayağa kaldırmamızın gereğine inanmıştık. Bir yandan Türkiye’nin 10 yıllardır çözülemeyen sorunlarına eğildik, yapılmayan yatırımları yaptık, götürülmeyen hizmetleri götürdük. Ama eş zamanlı olarak da milli egemenliğe, demokrasiye, hukuka yönelik saldırılara göğüs gerdik bunları bertaraf ettik. Türkiye’nin büyük dönüşümüne öncülük eden AK Parti iktidarları, katıldığı her yerel ve genel seçimde oylarını artırarak büyüdü. Bu dönem içerisinde bizler 3 genel, 2 yerel bunun yanında iki de referandum olmak üzere 7 seçim yaşadık. Ve bütün bu seçimlerden de başarıyla çıktı ki, bu halkıyla bütünleşen bir siyasi hareketin, bir iktidarın aldığı neticeydi. Çünkü biz ne bir etnik unsurun partisiydik, ne bir bölgenin partisiydik, ne de bir yerlerden sipariş üzere kurulmuş bir parti değildik. Biz, milletin sinesinden çıkmış, milletin çizdiği rota istikametinde hareket eden bir siyasi partiydik. Onun için de 81 vilayetin 81’inde temsili olan bir parti konumunda olduk. Ve 780 bin kilometrekarelik vatan topraklarının tamamında vardık, 81 vilayetin tamamında vardık ve 76 milyon şuanda nüfusuyla tüm vatandaşlarımızın temsili bizim kadromuzun içinde vardı. Türkiye’de artık siyasetin anlamı ve işlevi değişmişti. Siyaset meşrutiyetini artık devlet elitlerinden değil milletin kendisinden, onun tarihinden, irfanından ve vicdanından alan bir boyut kazandı. Demokratik kurumların güçlendirilmesinden yargı reformuna, ekonomik büyümeden adil paylaşıma, araştırma geliştirme yatırımlarından sağlık reformuna, sivil toplumun etkinliğinin artırılmasından dış politikaya kadar siyasi ve toplumsal hayatın her alanında Türkiye çıtayı işte bu dönemde yükseltti. Kararlıydık ve bu süreç bu şekilde devam edecekti” şeklinde konuştu.
IMF’ye olan borçların bu ay itibariyle bitirilmesiyle ilgili de konuşan Erdoğan, “12 yıl önce 2001 yılında Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşayan Türkiye, az önce de ifade edildiği gibi dünyanın şuanda 17’nci büyük ekonomisi, Avrupa’nın da en büyük 6’ncı ekonomisi durumundayız. Bakınız ABD’ye hareket etmeden hemen önce halkımıza çok önemli tarihi bir müjdeyi açıkladık. Türkiye 1947 yılında IMF’in faaliyetlerine başlamasının hemen ardından fona üye olmuştu. 1961 yılından itibaren de Türkiye, IMF’le çeşitli dönemlerde borç ilişkisi tesis etmişti. 2001 yılındaki krizin ardından Türkiye’nin IMF’e borcu, yani 10,5 yıl önce biz iktidara geldiğimizde 23 buçuk milyar dolardı. Fakat bizler bu süre içerisinde IMF’e özellikle hep şunu söyledik; ‘Bize siyasi yaptırım konusunda dayatmada bulunmayın. Siz bizlere eğer parasal olarak borç verecekseniz bunu takvimini belirleyin paranın şartlarını sizinle konuşalım, finansmanın şartlarını sizinle konuşalım ama siyasi dayatmaya gelince bizimle bunu lütfen konuşmayın. Çünkü biz siyasetçiyiz, siz bir yerde atanmış durumundasınız.’ Ve bu süre içerisinde de biz kendileriyle standby anlaşmalarına yaklaşmadık. Bakınız son 19 yıl içerisinde 19 kez standby anlaşması yapıldı. Fakat biz bu süreçte bunu yapmadık. 23,5 milyar doları takır takır ödedik ve Salı günü de son taksitini ödedik, böylece Türkiye’nin artık IMF’e borcu yok, sıfırlandı. Bitti bu iş. Küresel finans krizinin ağır şekilde seyrettiği böyle bir dönemde Türkiye, IMF’e borcunu sıfırlamak gibi önemli bir başarıya imza attı ancak şuanda IMF’e borç vermek için müzakereler devam ediyor. Müzakereler neticelenirse Türkiye IMF’e 5 milyar dolara kadar borç verebilecek bir konuma yükseldi. Böyle de bir tablo var. Bakın sizlere birkaç hafta önce 3 Mayıs’ta sadece bir tek gün içinde Türkiye ekonomisinde yaşanan birkaç gelişmeyi aktarmak isterim. 10 yıl önce 11 bin seviyesindeydi biz göreve geldiğimizde, o zaman İstanbul Menkul Kıymetler Borsası diye anılıyordu, şimdi adı Borsa İstanbul olarak değiştirildi, 3 Mayıs’ta tarihi bir seviyeye ulaşarak 89 bin seviyesini geçti. Ve şuanda da 90 bin seviyesinin de üzerinde. 10 yıl önce devletin yüzde 63 borçlanma faizi vardı şuanda ise devletin borçlanma faizi yüzde 6-6,5 buralarda dolaşıyor. Bazen daha da düşüyor. Ve geriledi. Geçtiğimiz hafta 4,96’yı gördü. Şimdi 4,80’e kadar düştü. Böyle bir konumdayız. 10 yıl önce Merkez Bankamızın döviz rezervi 27,5 milyar dolardı. Şimdi ise yeni noktada baktığımızda Merkez Bankamızın döviz rezervi 135 milyar doları aştı. Yine aynı gün iki büyük önemli yatırım için önemli adımlar atıldı. İstanbul’a bir proje gerçekleştireceğiz. Bunu ben seçimler öncesi ‘Çılgın Projeler’ diye ifade etmiştim. Bu çılgın projelerden bir tanesi de buydu. İstanbul’a 100 milyon yıl kapasiteli bir havalimanı yapma projemiz ki bu dünyanın ilk üçü içinde belki de bir numara olacak. Böyle bir havalimanı yapacağız çünkü mevcut iki havalimanı ihtiyacımızı karşılamıyor. Çok geçilmeli slotlar veriyor, bunun yanında inişlerde yukarıda devamlı tur atmalar; 45 dakika-1 saat gibi bunlar sıkıntı veriyor. Onun için süratle büyük bir havalimanına ihtiyacımızın olduğu kararına vardık ve bu tabi eleştirildi. ‘Ne ihtiyacımız var böyle büyük bir havalimanına’ dendi. Değerlendirmelerini vesaire yaptık ve İstanbul’umuzda 100 milyon yıl kapasiteli bir havalimanının ihalesini yaptık. Ve bu ihale için 4 ayrı grup katıldı ve 5’i de Türk firması olan bir konsorsiyum 22 milyar 152 milyon Euro ile bu ihaleyi kazandı. Ve 25 yıl süreyle burayı yapıp işletecekler. Böyle bir durum. Tabi bunun maliyeti yaklaşık 10 milyar euro. Bir de bu durum var. Ve aynı gün Japonya Başbakanı ülkeydi ve Japonya Başbakanı ile de yaptığımız görüşmeler neticesinde ikinci nükleer santralin anlaşmasını imzaladık ki o yatırımın da maliyeti yaklaşık 22 milyar dolar. Böyle bir yatırım. İlk nükleer enerjiyi Rusya Federasyonu ile anlaşmıştık, onlarla süreç başladı. İkinciyi de şimdi Japonya-Fransa ortaklığı olarak onlarla anlaştık, ilk imzalar atıldı ve ikinci nükleer enerji santralimizi de onlarla yapacağız. Temenni ederim ki üçüncüyü de tamamıyla Türk şirketlerinin kendi mühendisleriyle, bu arada tabi iki yatırımda da gençlerimiz yetişecek, kendi mühendislerimiz de ayrıca yetişecek ve üçüncü nükleer enerji santralini de bizler yapma fırsatını buluruz. Bütün bunlar bir tek gün içinde gerçekleşti. 10,5 yıllık AK Parti iktidarında her hafta, her ay buna benzer rekorlar kaydettik” diye konuştu.