Sabah Gazetesi'nin usta yarazı Mehmet Barlas'tan bir medya özeleştirisi daha. Barlas, geçmişteki yaşananlardan örnekler vererek sözü günümüze bağladı.
Abone olUsta yazar Mehmet Barlas'tan bir medya özeleştirisi daha. Barlas, derken, geçmişte yaşanan olaylardan hareketle günümüze geldi.
Bir gazetede köşe yazarı olmak, bazen insanı şaşırtabilir. Piyango bileti almadığı halde büyük ikramiyenin kendisine çıkmasını bekleyen ve büyük ikramiyeyi kazananlara öfke duyup "Bu benim hakkımdı" diyen, kıt zekâlı fıkra kahramanlarına benzemek ihtimali fazladır köşe yazarlığında.
Bazen doktor, bazen şehirci, bazen politikacı sanabiliriz kendimizi.
Birilerini eleştirirken, sanki o eleştirdiğimiz kişi koltuğunu bırakınca, onun yerine kendimiz geçecekmişiz gibi bir izlenim bırakabiliriz okuyanlarda.
Oysa gazeteci, ister haberci, isterse yorumcu olsun, kendi meslek mensupları dışında kimsenin rakibi değildir. Örneğin CHP Kurultayı'nda Deniz Baykal yeniden genel başkan seçilmezse, onun yerine, onu eleştiren bir gazeteci gelmez ki.
CHP Kurultayı'na katılma ve aday olma şartlarına uyan bir başka politikacıdır Deniz Baykal'ın rakibi.
Yani çok ince bir çizgi var gazete yorumcusu ile diğer meslek sahipleri arasında.
Gazete yorumcusu da politika yapar ama "Politikacı" değildir.
Gazete yorumcusu da bankacılık konusunda görüş açıklar ama "Bankacı" değildir.
Gazeteci de zanlıları yargılar ama "Yargıç" değildir.
Bu ince çizgiyi, gazetecilerin de, onları okuyup bazen ölçüsüz tepki gösteren okurların da gözden kaçırmamaları gerekiyor.
Ama en fazla, medya sermayesinin bu ince çizgiye dikkat etmesi gerekiyor.
Çünkü belirli dönemlerde, medya sermayesi, kendini hem siyasetçi, hem müteahhit, hem bankacı, hem de gazeteci olarak gördü. Demokrasinin rafa kaldırıldığı, halk oyunun iki paralık bir değer ifade ettiği dönemlerde, bazı medya sermayeleri başbakanları belirlemeye, bakanları atamaya yeltendiler ve bunu başardılar da. Bu güç iyice kötüye kullanıldı ve bir gazetesi, bir televizyon kanalı olanın, devlet pastasından pay almaya hakkı olduğu da varsayıldı. Medya gücü ile haksız rekabetler yaratıldı.
Medyanın ve basın özgürlüğünün güvencesi olan "Rekabet"in yerine "Kartelleşme" yeğ tutuldu.
Yasa dışı işler yaparlarken, yasalar onlara karşı işletilmedi.
"Araştırmacı" ve "Yürekli" denilen gazeteciler, her şeyi eleştirirken, kendi patronlarının yaptıkları karşısında dut yemiş birer bülbül oldular.
O dönemlerin bedelini Türk toplumu siyasi ve ekonomik krizlerle ödedi. O dönemin baş aktörlerini de bazı istisnalar dışında, maddi ve manevi perişanlıklar içinde görüyoruz şimdi.
Bugün durum farklı. Aksaklıkları ve eksikleri olsa da, hukuk ve demokrasi, toplumda da devlette de "Yükselen Değer"ler. Üstelik Avrupa Birliği gibi, sınırlar üstü bir nirengi noktası var hepimizin ufkunda.
Yani Deniz Baykal eğer tartışılıyorsa, bunun nedenini "Güdümlü Basın" da değil, CHP'nin politik başarısızlıklarındaki yönetimin payında aramalıdır.
Eğer bir dönemde "Telefon Dinleme"nin kurbanı olan Doğan Grubu, bugün kendi içindeki Milliyet'te telefon dinlemelerini yayınlıyorsa, "Zamanında ombudsmanı susturmasak bunlar olmazdı" diye bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. En azından "Bir gün bu silah yine bize döner" diye düşünmelidirler.
Rekabet, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, demokrasi, profesyonellik, tutarlılık..
Eğer ülkede ve her meslekte kalıcı istikrarı ve gelişmeyi arzuluyorsak, bu kavramları kutsamalıyız.
Yazı: Mehmet Barlas
Kaynak: