Star'a konuşan Aydın Doğan'ın kızı Arzuhan Yalçındağ, Necef Uğurlu'ya yaptığı ilginç açıklamaları sürdürdü. Yalçındağ'a göre Aydın Doğan, medya için büyük şans..
Abone olRöportajın ikinci bölümünü: Necef Uğurlu: Açıkça sorayım, örneğin diziler ya da TV programları, birbirinin aynı, zaten aynı yapımcılar, yazarlar lastik gibi kesip kesip aynı malı değişik kanallara dağıtıyor gibiler, bu durumda rekabet var diyebilir miyiz, kanalları farklı kılan, yoksa bu ucuz rekabet mi? Bu durum içinize siniyor mu? Arzuhan Yalçındağ: Şimdi isterseniz şöyle koyalım, aslında televizyon sektöründe üretilen, sunulan sektörün büyüklüğü Türkiye’nin ekonomik boyutlarının dışında bir büyüklük, yani bugün aynı anda 60 tane dizi üretiliyor. Fransa’da Almanya’da bu miktarda dizi üretilmiyor. Bir diziye yapılan yatırım sadece Türkiye’de bir kere gösterildiğini düşünürseniz, büyük bir kaynak israfı aslında. Bu çok büyük bir sektör, yan sektörleri de besleyen bir sektör. Reklamlarda büyük bir ironi yaşanıyor Söyledikleriniz önemli saptamalar, peki niye böyle oldu? Maalesef oyuncular genellikle irrasyonel oldu medyada. Bundan dolayı mı bu halde televizyonlar... O da bir etkeni. Çok mu para istedikleri için? Bence bir irrasyonellik, medyayı esas işi olarak görmemek başlangıçta bütün bunlar çok önemliydi. Olayı bu noktaya getirmesinde. Aslında bu kendi başına evet entelektüel seviyesi daha yüksek bir iş, doğru, toplumsal kısmı çok önemli bir iş... Pek öyle görünmüyor ekranlarda... Yaratıcılık anlamında öyle, gazeteler de öyle... 60 tane dizide dünya standartlarında görünmeyen durumun nedeni acaba trial-error metodu mu, yani sına-dene yolunun seçilmesi mi? Deneyelim bakalım tutarsa bu saçmalık gibilerden... Rekabetin bizi getirdiği bir nokta aslında. Bakın reklamlarda büyük bir ironi yaşanıyor. Televizyondaki reklam sürelerinde müthiş bir uzama oldu. Bunun nedeni de reklamın ucuzlaması, reklamın bu kadar ucuzlamasının nedeni de hem reklam verenin, büyük reklam verenlerin sorumsuzca davranması hem de sektörün büyük oyuncularının bir araya gelerek hem toplumun hem kendilerinin hem reklam verenin menfaatlerini koruyacak asgari konularda uzlaşamaması. Son derece üzücü bir şey bu. Bugün Türkiye’nin pekçok konuda gelemediği bir uzlaşmayı burada da yaşıyoruz. Ortadoğu cambazlığı yapıyoruz İTO araştırma yaptırdı, esnaf siftahsız kepenk kapatıyoruz diyor, tüketici verimsiz, siz memnun değilsiniz bu işte kim karlı? Tüketiciyi etkiliyorsunuz yüzde yüz, sizin bu kadar emekle yapıp yayınladığınız yayınlardan bir müşteri tatmini alamıyorsunuz. Devamlı müşteriden, izleyiciden şikayet alıyorsunuz bu reklamlardan dolayı. Reklam veren iyi geri dönüşüm alamıyor, süre çok uzuyor, aslında fiyatı bu kadar ucuzlatarak bir reklam, ekran kirliliğine neden oluyor. Dolayısıyla nihai tüketici bazında istediği geri dönüşümü alamıyor. Burdan yatırımcı olarak bizler de zarar ediyoruz. Hem ratinglerimiz düşüyor, çok reklam yayınladığımız için hem de çok reklam yayınlamakla beraber arzuladığımız ve koyduğumuz reklam hedefine de parasal anlamda ulaşamıyoruz. Dolayısıyla buradan bir Ortadoğu cambazlığı yaptığımızı zannediyoruz, hiç kimse karlı çıkmıyor. Bütün bunları bütün oyuncular bilmesine rağmen hala uzlaşmaya varamamamız toplum psikolojimizde bir gariplik olduğunu gösteriyor. Oyuncuları açalım... Yatırımcılar, reklam verenler bunun bilincinde. Ama buna rağmen bir çözüme gidilemiyor. Yunanistan reklam pastası bizim 8 katımızken bizdeki daralma nasıl başarıldı? Çünkü maalesef, Türk girişimcisi reklamı bir masraf kalemi gibi görüyor, bir yatırım gibi görmüyor. Onun için krizlerde reklamlar bizde aşağıya iner. Sayın Caner Tunaman da aynı şeyi söylemişti. Aslında reklam spot olmaması lazım, reklam bir yatırımdır. Dediğiniz gibi gsm’ye oranı çok düşük kapı komşumuz Yunanistan’da bile bizim 8-10 katımız. Genişletmek varken, olanı rezil bir hale getirmek hangi akla hangi evrensel ölçeğe uyuyor? Hiçbir evrensel kurala uymuyor, irrasyonel bir yaklaşım var, çünkü hem ürettiğimiz diziler, bütün bu programlar, teknik yatırımlar, kullanılan stüdyolar anlamında.... Bu sektör Yunanistan’dan birkaç kat büyük bir sektör beslediği, yan sektörlerle birlikte de çalışan insan sayısıyla beraber ancak gelirde böyle bir sıkıntı var. Değişim sürekli olan bir süreçtir Türkiye’nin değişim günlerinde medyadaki tek kadın patron-yöneticisiniz. Zor günler, El Hak, toplumu değişime hazırlama, yurttaşlık bilincini yükseltmek gibi sorumlulukları olan bir sektördesiniz. Sadece sizin alanınızda değil Türkiye’de son 1.5 asırdır değişen bir şey yok. Referans Gazetenizde Avni Özgürel bu konuyu yazdı. Önünüzdeki engeliniz acaba Türkiye’de değişmeyen dar çevre mi? Kimse gelip geçmez, kimler geldi kimler geçti sadece şarkı sözü olarak kalmıştır. Zihniyet değişikliği zor, aynı zihniyetin genç, değişik yüzleriyle mi oyalanılıyor? Halbuki pederinizin medya sektörüne geçmesi bana önemli bir değişiklik gibi gelmişti, neticede Anadolu’dan ilk medya patronu. Hatta belki bundan dolayı çok sorgulanmıştır, ne işi var diye... Neticede bu sektörün ilk ‘Anadolu Kaplan’ı, ama sanki o da kıyamıyor gibi, yufka yürekli, duygusal bir aile misiniz? Değişim için silkelemek çok mu zor? Tevfik Fikret ‘zafer biraz hasar ister’ der... Sizce biz bu değişimi yakaladık ve değişim sürecinde miyiz? Nasıl görüyorsunuz? Değişimi yapmak isteyenlerle direnenler arasında ciddi bir savaş var. Örneğin bu kadar köşe yazarı nerede var? Her konuda uzman köşe yazarları sübjektif görüşleriyle tartışmayı da önlüyorlar. Usanmadı mı okuyucu nasihat okumaktan? E uzman yazdı mı doğru odur zihniyeti değişimi zorlaştırmaz mı? Bilgi çağında muhabir önemli, çok güçlendirilmeleri lazım ki tıkır tıkır bilgi aksın toplumun damarlarına. Değişim süreci nasıl olacak Arzuhan Hanım? Değişim sürekli olan bir süreçtir. Değişimi destekleyen öğeler varken mutlaka değişime karşı direnen öğelerin olması kaçınılmazdır. Bizde de bir değişim sürecini gözlemişsiniz. Sorunuzdan çıkardığım bu... Bizim şirketimize özel bir gözlem mi? Babam tam bir Anadolu sentezi Evet, karar mekanizmalarında kadınlar var sizde, sektöre girişi babanızın başlı başına bir değişim. Hürriyet’i aldığınızda da bir numaraydı şimdi de, bunu başarmak kolay olmamalı. Lakin insan değişim sürecinde ister istemez daha fazlasını bekliyor sizin gruptan. Evet, kadın yönetici sayısı bizde fazla, biliyorsunuz kardeşlerim de diğer sektörlerde yayın kuruluşlarındalar. Değişim olacaktır. Bu kaçınılmaz. Biz öğrenen organizasyonlar yaratmak istiyoruz. Değişik bir noktaya varmaktansa değişimi sürekli içimizde yaşayan öğrenen, öğrendikçe gelişen organizasyonlar olmalı. Keşke bütün bu toplumumuz böyle olsun, o zaman Türkiye istediğimiz noktaya gelecektir. Burada özel olarak köşe yazarları konusunu ele alırsak; Türkiye’de sivil toplum örgütleri ve düşünce kurumları geleneği çok yeni, çok sığ, henüz emekleme döneminde. Yeni başladı. Bence bunlar toplumu çok ileriye götüren, düşünceye sevk eden, katılımcı demokrasiyi, çoğulcu demokrasiyi arttıran öğeler. Ve bir çok şeyi kalıcı kılan ve belli konularda toplumsal mutabakatı sağlayan, her konuda toplumsal mutabakat herhalde çok sıkıcı olur. Türkiye’de bu gelenek çok sığ. Bu kadar çok, batıdaki gazetelerde olmadığı kadar burada köşe yazarlarının hem sayıca fazla olmaları hem neredeyse haftanın her gün yazmaları biraz da bundan kaynaklanıyor. Aslında orada bir düşünce platformu oluşuyor. Türkiye’de sivil toplum örgütleri ve düşünce platformları oluştukça insanlar belli düşünceleri üreten ve bunları da Türkiye’nin yönetiminde kullanabilecek duruma getirecek kadar etkin hale geldikçe belki o platform biraz da buraya kayacaktır. Ama benim şahsi görüşüm bütün bu platformların azlığından da kaynaklanıyor. Orada bir düşünce platformu oluşturuluyor. Bu Türkiye’nin kendine özgün yapısından kaynaklanıyor. Zaman zaman kendi içlerinde tartışıyorlar, Türkiye kadar az düşünen, konuşan, tartışan bir toplumda bence bir görev üstleniyorlar diye düşünüyorum. Değişimde babanızın rolü dediğiniz zaman da; babam aslında yaşam sevinciyle, yaşama bağlı, ilerici müthiş bir girişimci. Müteşebbis ruhu bazen bu yaşta bu kadar ileri düşünebilmesi ve vizyonunun geniş olması, hayata bağlı olması beni çok etkilemiştir. Ama babam aynı zamanda Anadolu’nun hüznünü, duygusallığını, romantizmini çok içinde yaşatan bir adam, öyle bir sentez babam. Doğduğu Anadolu’nun türkülerdeki hüznü var babamda. Doğulu... Bu hissedilen bir şey. Sermayenin el değiştirme tartışmalarının yaşandığı dönemlerde öncü oluşunu kabul etmeyen olabilir mi? Öncü evet, bunu aslında benim söylememem lazım aslında, belki de yazmayın. Çok büyük şanstır bu sektöre girmesi. Aile değerlerimizin, yayıncılığın ne demek olduğunu algılayarak, hem yayıncılıktan zevk alarak, hem yayıncılığı bir yere taşımak için ailece uğraşmamız bence aslında pozitif bir şey, bu ne kadar pozitif algılanıyor biliyorsunuz zaman zaman pozitif algılanmıyor, zaman içinde bunun daha iyi anlaşılacağından eminim. Değişim sürecinde babamın bu kişiliğinin çok büyük artılarının olmasıyla beraber duygusallığının zaman zaman, benim için de bu geçerlidir doğrusunu isterseniz, değişime çok açık bir insan olmamla beraber benim kişiliğimde de bir duygusallık vardır. Esastan çok usulden kaybediyoruz Onu soruyorum değişimin önünde bu ciddi bir engel değil mi? Bizim mesleğimizin bir tarafı duyarlılık ve yaratıcılık zaten. Öte yandan üniversite ile sanayi işbirliğinin daha sık olması Türkiye’de öyle şeylerin önünü açacak ki. Türkiye kapısına geldiği AB fonlarını bile doğru dürüst kullanamıyor. Nedeni de o fonlara nasıl ulaşacağımızı bilmememiz. Esastan çok usulden kaybediyoruz. Bütün bunlar insan kaynağı sığlığı ve kıtlığına dayanıyor. Belki de ilgili örgütlerin toplumu iyi bilgilendirememesinden kaynaklanıyor. Ama bence Türkiye bu sorunların farkında bütün bu sorunlar masanın üzerinde ve çok güzel bir değişim sürecine girdi. Bunları aşacak Türkiye. Bir çok insan farkında. Yaratıcılıkta biraz sorun var gibi ekranlara bakarsak... Aynı şeyler, aynı kadrolar... Doğru. Genelde acaba değişimin önündeki ‘gelen gideni aratır’ korkusu mu, gruplaşmalar mı? Kimlik, geçmiş, değerlerden kopuk, evrensel değerlerden daha da kopuk, çoktan keşfedilmişleri kendi keşfettiğini vehmeden başka bir grup saymakla bitmiyor, sizce engel sıralaması nedir? Biraz da eğitim sisteminden kaynaklanıyor. Sorgulamanın az olduğu bir eğitim sisteminde yaratıcılık törpüleniyor. Daha taklitçi olmadan özgün düşünmeye sevk edecek toplum olarak bizi. Türkiye’de süreklilik yok Türkiye’de illallah dedirten dar çevre yok mu, olan yaratıcılığın önünü kesen? Dar çevre var mı? Türkiye’de süreklilik yok... Tam aksini söylüyorsunuz, sürekli aynı kalma değişime engel değil mi... Dar çevre var mı başka bir şey. Bence Türkiye’de katılım az. Türkiye’nin eğitim seviyesini yüzde yüz yükseltmeliyiz. Doğru, yüksek öğrenim görmüş insan sayınız ne kadar artarsa o zaman o çevreler genişleyecektir. Sormaktan, sorgulamaktan korkmayan bir eğitim sistemimiz olsa, farklı pencereler açılsa, dar kapıları zorlayan, eminim daha fazla insan olacaktır. Ama sürekliliğin olmadığı yüzde yüz. Hangi anlamda süreklilik yok? Değerlerinde erozyona uğradığı anlamında, çok çabuk tüketen bir toplumuz biz. RÖPORTAJ: Necef Uğurlu KAYNAK: Star Gazetesi