Arman, 'İş hayatını Ertuğrul’a, özel hayatını sevgilisine satmış' diyen Hıncal Uluç'a da göndermede bulunuyor.
Abone olSevgilisinin tayini nedeniyle Dubai'ye gidip gitmeyeceği merakla beklenen, hatta köşe yazarlarının yazılarına da konu olan Hürriyet Gazetesi yazarı Ayşe Arman kararını bugünkü köşesinde açıklıyor.
Arman yazısında, Hınçal Uluç'un kendisiyle ilgili yazdığı yazıya da göndermede bulunuyor:
" En özgür bildiğimiz Ayşe’nin kendi hayatı yok. İş hayatını Ertuğrul’a, özel hayatını sevgilisine satmış, iki erkeğe köle olmuş gidiyor’’ diyor yazısında Hıncal Uluç.
Güldüm. Tabii ki zekasına. Ama iyi yazı budur. 8 şeyi birden söyleyebilmek. O yüzden bu adamın eline kimse su dökemez ya. Aynı yazıda, kendince doğru bulduğu bin tane şeyi tartışıyor: "
İşte Ayşe Arman'ın yazısı:
İnsan sevdiğinin peşinden gitmeli mi?
Pası atan, bu kadar sevdiğim bir yazar olmasaydı bu topa asla girmezdim. Ama kendimi tutamıyorum ve son sürat topa doğru koşuyorum.
Hıncal Uluç, pazar günkü yazısını şöyle mühim bir soruyla noktaladı: ``Siz ne diyorsunuz benim tüm okurlarım. Ayşe, her şeyi bırakıp sevgilisinin peşinden gitsin mi, gitmesin mi?’’
Takdir edersiniz ki bu meseleyle çok ilgilendim. Hatta kendime vazife edindim. Ben de Hıncal Uluç’un sıkı bir okuru olduğum için fikir beyan edeyim istedim: ``Bence Ayşe gitsin!’’
***
Hey duyduk duymadık kalmasın!
Birkaç yıl süreyle hayatım İstanbul-Dubai hattı arasında geçecek. Bundan böyle 1 var, 1 yok olacağım. 1 hafta orada, 1 hafta burada. Sadece fiziki olarak. Yoksa yazılar aynen devam edecek. Anlayacağınız, kendime göre yeni bir düzen kuracağım. İçim pır pır ediyor. Hem korkuyorum hem de acayip heyecanlanıyorum.
Kimilerine göre bu bir delilik. ``Şak-ka yapıyorsun!’’ İlk tepki, hayretler içinde böyle geliyor. Alışmışlar galiba, bu şehirde yaşayan Ayşe Arman diye bir kadının varlığına. Ama Dubaililer de alışır! ``Kafayı yedin galiba. Nasıl gidersin?’’ diyenler de var. Böyle bir ülke değişikliğini, aşk uğruna her şeyden vazgeçmek olarak değerlendirenler, birkaç aya kalmaz geri döneceğimi düşünenler...
Allah için, herkes benim yerime kafa yoruyor. E haliyle bu da hoşuma gidiyor. Kendimi önemsenmiş hissediyorum. Kimse bana fikrimi sormuyor ama hani olursa, benim söyleyeceğim şu: Mutlaka vardır bir bedeli. Ama hayatta neyin yok ki. Zaten bugüne kadar yaptığım hangi şey ``normaldi’’ ki? Hala tanımadınız mı beni, ben de buyum işte, sezgilerimi dinler, onların peşinden giderim.
***
Bir de şu mesele var tabii: Bizim 2 kişilik çekirdek ailemizde işine aşık olan sadece ben değilim. 40’larının başında parlak bir üst düzey yöneticiden söz ediyoruz, adamın tayini çıkıyor, 25 tane ülkenin Ortadoğu sorumlusu olacaksın deniyor. N’apsın? ``Hayır sevgilimin yazıları var, kabul edemem’ mi desin?
Gerçeği duymak istiyorsanız, ben zorladım onu gidelim diye. Gaz verdim yani. Kariyeri için önemli bir şeydi. Şimdi yapmazsa ne zaman yapacak ki. Haşa! Bu bir fedakarlık değil. Cesaret de değil. Ne geleceği kapsıyor ne geçmişi. Öylece, var olan gerçeğin ifadesi.
Sevdiğim adamla, bir başıma yurt dışında yaşama fikri bana heyecan veriyor. Yeniden bir hayat kurmak, korkmak, ``Yapsak mı yapmasak mı acaba?’’ demek, beni canlı ve diri kılıyor. Gencim ulan ben! Kimden, neden korkacağım ki? Az okunan bir yazar olmaktan mı? Olayım, anasını satayım. Ben gelişmek, öğrenmek, yeni şeyler keşfetmek istiyorum. Bugüne kadar görmüşüm 40 küsur ülke, 25 tane daha görürüm. Yepyeni insanlar tanırım, yeni hikayeler öğrenirim. Oradan oraya seyahat ederim. Üç yıl sonra buraya, bir de minik -oyuncak olmayan- bir bebekle dönebilirsem, fena mı yani?
Ben vahim bir şey göremiyorum. Sizden kopacağımı da düşünmüyorum. Hay Allah acaba ben mi salağım? Salaksam da, halimden memnunum!
***
``En özgür bildiğimiz Ayşe’nin kendi hayatı yok. İş hayatını Ertuğrul’a, özel hayatını sevgilisine satmış, iki erkeğe köle olmuş gidiyor’’ diyor yazısında Hıncal Uluç.
Güldüm. Tabii ki zekasına. Ama iyi yazı budur. 8 şeyi birden söyleyebilmek. O yüzden bu adamın eline kimse su dökemez ya. Aynı yazıda, kendince doğru bulduğu bin tane şeyi tartışıyor: Sabah gazetesine yapılan saldırıları kınıyor, siz kendinize bakın asıl siz çalışanlarınıza eziyet ediyorsunuz diyor, beni kullanarak yayın yönetmenime giydiriyor: ``Bu kızı çok çalıştırıyorsun!’’ ki aslında Özkök’ün gazeteciliğini çok beğeniyor, sonra bizim meslekte editör sisteminin olmaması meselesine değiniyor, tabii araya Moskova sıkıştırıyor, oradan bana dönüyor, bu kadın sizin tanıdığınız gibi bir kadın değil diyor, Allah için çalışkan olduğumu vurguluyor, işime duyduğum bağlılıktan söz ediyor, hafif alaylı bir şekilde ``Köle ulan bu!’’ diyor, hem patronunun hem sevgilisinin kölesi, oradan aşka giriyor, Dubai meselesine değiniyor: ``Ben Holly’nin peşinden Amerika’ya gitmediysem bu ona yeteri kadar aşık olmadığımı mı gösteriyor?’’
Ha unutmadan Hürriyet’ten transfer teklifi almış olduğunu da ihsas ediyor.
Her şey ama her şey var yazıda. Bir Ayşe yazısı hiç değil aslında. Ve son derece parlak bir biçimde yazıyı okuyucuya şunu sorarak bitiriyor: ``Ayşe, kafamı öyle karıştırdı ki. Peki siz ne diyorsunuz benim sevgili okurlarım. Ayşe her şeyi bırakıp sevgilisinin peşinden gitsin mi gitmesin mi?’’
Bu adam şeytana külahını ters giydirir! Bu kadar provokatif bir yazı yazmak herkesin harcı değildir. Dün de, cumartesi yazdığım yazıyı alıyor, köşesine koyuyor. Teşekkür ediyorum kendisine. Biliyorum ki, tüm bunları beni sevdiği için yapıyor. Acaba Dubai’de bizi ziyaret etmeye gelir mi?
Onu bilmiyorum da... Birazdan otelden çıkıp emlakçıyla buluşmazsam ayvayı yiyeceğimi biliyorum! Biz Dubai’ye ev bakmaya geldik de. Kedimin de seveceği şöyleee kocaman bir ev arıyoruz. Yarın yine İstanbul’dayım, sevgiyle sizi kucaklarım...