BIST 10.013
DOLAR 35,24
EURO 36,76
ALTIN 2.981,35
HABER /  GÜNCEL

Avusturya Türkiye'yi konuşuyor

Avusturya basınında ve kamuoyunda 3 Ekim öncesi Avusturya'nın tutumu ve Türkiye-AB müzakereleri tartışılıyor. Gazeteler Türkiye hakkında olumsuz bir tutum içinde.

Abone ol

Özellikle son günlerde medyada yer alan haberlerin önemli bir bölümünü Türkiye'nin AB'ye üyeliği ve 3 Ekim'de başlaması öngörülen müzakereler oluşturuyor. Avusturya basınında ve kamuoyunda yer alan haber ve yorumlarda Türkiye'nin AB'ye üyeliğiyle ilgili olumsuz tavır ön plana çıkıyor. Dıe Presse'nin Türkiye ile ilgili ayrıntılı haber, yorum ve röportajında batılı siyasetçilerin ve diplomatların değerlendirmelerine geniş bir şekilde yer verildi. Türkiye-AB İlişkileri, Kürt sorunu, basın özgürlüğü, Ermeni meselesi, Kıbrıs'ın tanınması, ceza yasası, Orhan Pamuk davası gibi birçok konu ele alındı. DIE PRESSE: Avusturya, Türkiye konusundaki sert tutumu nedeniyle, AB ortakları ile katı bir cepheleşme ve uluslararası sahnede gerginliğe yol açma riskini göze alıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül İngiliz meslektaşı Jack Straw'a, müzakere çerçevesinde yer alan formüllerin son halini görmeden, Pazartesi günü Lüksemburg'ta başlayacak olan giriş müzakerelerine gitmeyeceğini söyleyerek tehdit etti. Türkiye'de Avusturya'nın çerçeve belgesinde Türkiye'nin tam üyeliğine seçenek getirilmesi isteğinin bardağı taşıran son damla olabileceği söyleniyor. Diplomatlar, AB dışişleri bakanlarının Pazar akşamı Lüksemburg'ta yapacakları kriz toplantısına ''zorlu görüşmelerin'' hakim olmasını bekliyorlar. Halbuki yalnızca Avusturya'nın talepleri konusunda tartışılacak. AB Dönem Başkanlığı, Viyana'nın Türkiye ile müzakere çerçevesinde yapılmasını istediği değişikliklerin Aralık 2004'teki AB zirvesinin kararları ile bağdaşmadığını ima ediyor. Avusturya zirvede Türkiye ile müzakerelere 3 Ekim'de başlanmasını onaylamıştı. AB içinde AB zirvesinde alınan kararların sorgulanması tabu sayılıyor. Viyana ise, Ankara ile müzakerelere başlamaya hazır olduğunu, ancak giriş müzakerelerinin başarısızlıkla sonuçlanması ihtimali göz önünde bulundurularak, şimdiden bir çarenin düşünülmesi gerektiğini ileri sürerek, kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Avusturya'nın AB Büyükelçisi Gregor Woschnagg, dün diplomatların ihtilafa son verme teşebbüsünde de tam üyeliğe seçenek getirilmesi talebinde ısrar etti. AB Dönem Başkanı İngiltere başta olmak üzere hiç bir AB ülkesi bu konuda taviz vermeye yanaşmıyor. Söylentilere göre AB büyükelçileri Avusturya'nın bu konuda gösterdiği katılığı anlamakta zorluk çekiyor. Yakında dönem başkanlığını devralacak olan Avusturya'nın bu tutumuyla imajının oldukça zedelenmesi riskine girdiği, çünkü Ankara ile giriş müzakerelerinin başlangıcının suya düşmesinin ihtimal dahilinde bulunduğu belirtiliyor. ABD de olayları dikkatle izliyor. Viyana'daki ABD Büyükelçiliği Sözcüsü William Wanlund, AB ile giriş müzakerelerinin gerçi ''AB'nin ve AB adaylarının meselesi'' olduğunu, ancak ABD'nin Türkiye'nin AB'ne tam üyeliğini ''hala kuvvetle desteklediğini'' belirterek, ''Giriş müzakerelerine Ekim'de başlanmasının AB'nin, Türkiye'nin ve hatta ABD'nin çıkarına olduğuna inanıyoruz'' diyor. Avusturya hükümeti gerçi Türkiye ile görüşmelere başlamayı, kesinlikle Hırvatistan sorununa bağlamıyor, ama arada bir bağlantı olduğunu da inkar etmiyor. Örneğin Başbakan Schüssel, ''International Herald Tribune''un kendisiyle yaptığı bir söyleşide, ''Hırvatistan ile derhal görüşmelere başlamanın Avrupa'nın çıkarına olacağına'' işaret etti. Ancak İskandinav AB ülkeleri söylentilere göre Hırvatistan'a karşı yumuşamamakta kararlı görünüyor. İÇ POLİTİKADAKİ BASKI İç politikada da hükümete baskı artıyor. SPÖ Başkanı Alfred Gusenbauer Perşembe günü Başbakan Schüssel'den yumuşamamasını istedi. Gusenbauer, Schüssel'in Türkiye konusunda bugün söyledikleri, gelecek hafta da geçerli olmalı'' dedi. ÖVP çevrelerinde de Pazar akşamı Steiermark eyalet meclisi sonuçları açıklandığında, AB düzeyinde çark edildiğinin duyulmasının hoş bir manzara yaratmayacağı konuşuluyor. TÜRKİYE İHTİLAFINA ÜLKELERİN BAKIŞ AÇILARI: İsveç ve Finlandiya: Türkiye'nin tam üyeliğine güçlü destek var. AB'nin bir Hıristiyan kulübü olmadığı ve giriş şartlarının bütün adaylar için eşit olması gerektiği savunuluyor. Danimarka: Tam üyeliğe kuşkulu yaklaşım söz konusu, ama AB'ye sadakatten dolayı tam üyelikten yana. Polonya: Yeni AB üyelerinin en büyüğü olan Polonya, hevesli bir NATO üyesi sıfatıyla stratejik işbirliği ve gelişme düzeyi düşük olan en büyük üye ülke olarak AB yardımlarının el birliğiyle kabul ettirilmesi açılarından Türkiye'ye muhtemel bir ortak gözüyle bakıyor. DOĞU AVRUPA ÜLKELERİ: Nispeten tarafsız ve soğukkanlı. Yeni AB ülkeleri giriş müzakereleri sırasında edindikleri kendi tecrübelerine dayanarak, aday Türkiye'ye sempati ile bakıyorlar. Yalnız Çek Cumhuriyeti kuşkulu. Yunanistan: Zorlu tarihi ilişkileri telafi etmek umuduyla, açıkça Türkiye yanlısı bir tutum izliyor. Türkiye ekonomi alanında en önemli ortağı. Yalnız Kıbrıs konusunda ihtilaf var. Güneybatı Avrupa ve Fransa: Türkiye'nin tam üyeliği keyifsiz bir şekilde destekleniyor. Bunun ardında stratejik düşünceler ve laik De Gaulle'ciler ile laik Türkiye arasındaki tarihi bağlar yatıyor. Türklerin 1. Dünya Savaşı'nda Ermenilere soykırımı ihtilaf konusu. ABD ve İngiltere: İngiltere Türkiye yanlısı tutumuyla aslında ABD'nin çıkarlarını da temsil ediyor. ABD güvenlik stratejisi açısından Türkiye'nin Batı'ya bağlanmasını istiyor. Londra Türkiye'nin tam üyeliği sayesinde serbest ticaretin güçlenmesini ve AB içinde siyasi entegrasyonun bastırılmasını umuyor. Almanya: Bölünmüş durumda. SPD açıkça katılımdan yana. İktidara gelme hevesinde olan CDU ise Avusturya'nın çizgisinde ve seçenek bulunmasını istiyor. AB TÜRKİYE'NİN ARKASINDAN KOŞMAMALI Die Presse: AB'nin Türkiye ile giriş müzakereleri konusunda daha başlamadan bu kadar zorluklarla karşılaşıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, sizce müzakerelerin başarıyla sonuçlanma ihtimali var mı? Ankara, AB karşısında giderek daha katı bir tutum sergilemeye başladı, örneğin Kıbrıs konusunda. Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok: Türkiye'ye daha müzakere sürecinin başında, AB'nin en önemli şartlarını müzakerelerin ilk 2 yılı içerisinde yerine getirmesi gerektiğini ülkeye açıkça söylememiz lazım. Ankara'ya hiçbir şeyi sürüncemede bırakamayacağını açıklamak zorundayız. Kıbrıs'ın tanıması sorununa ve Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilere soykırıma hemen açıklık getirilmesi gerekiyor. Ancak AB kesinlikle Türkiye'nin arkasından koşmamalı. Zaten daha şimdiden her türlü otoriteyi kaybetmek üzere. DP: Büyük bir koalisyon kurulması halinde CDU, Türkiye ile imtiyazlı ortaklığın müzakere hedefine seçenek olarak kabul edilmesinden yana çaba harcamaya devam edecek mi? Brok: CDU iktidara geldiğinde müzakerelere başlanmış olacak. Önce geçerli olan vaatlerin yerine getirilmesi gerekir. Ancak CDU liderliğindeki bir hükümet SPD-Yeşiller hükümeti kadar yumuşak olmayacaktır. Bütün kriterlerin yerine getirilmesine son derece dikkat edeceğiz. Müzakere çerçevesinde hedefin açık bırakılması ibaresinin daha çok vurgulanması için çaba harcayacağız. Tam üyelikten başka seçenekler üzerinde de konuşulacak. Yalnız imtiyazlı ortaklık değil, Türkiye'nin AB'ne sıkı bir şekilde bağlanmasını sağlayacak, güçlendirilmiş bir ekonomik işbirliği gibi modeller de söz konusu olabilir. Kapı kapatılmamalı. Türkiye'ye bir Avrupa perspektifi verilmeli. DIE PRESSE : ''TÜRKİYE'NİN TOTALİTER YAPISI' Avusturya Dışişleri Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Albert Rohan'ın 15 Eylül tarihinde yayınlanan ''Anadolu ne kadar Avrupalı?'' Başlıklı yorumuna cevap: Albert Rohan yine Türkiye konusuna eğilmiş, her şeyi fevkalade bulmasına şaşmamak gerekir. Önasya'daki şartları bilen herkes, böyle bir tanımlamanın tamamen mantıksız olduğunun farkına varır. Ama asıl konu bu değil. Rohan, yazar Orhan Pamuk'un izini takip ettiğini söylüyor, keşke böyle bir şeye kalkışmasaydı, çünkü Pamuk, totaliter yapısı Avrupalılar için yalnız dehşet verici denilebilecek bir Türkiye'nin başlıca görgü şahidi. Almanya Yayınevleri Barış Ödülü'ne layık görülen Pamuk Türkiye'de Ceza Yasası'nın 301/1. maddesine göre, ''Türk kimliğini ve Türklüğü aşağılamak ve zarar vermek'' suçundan dava ediliyor. Bu suçun cezası 3 yıla kadar hapis. Pamuk bu suçu şöyle tasvir ediyor: ''Burada 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret etmiyor. Öyleyse ben dile getiriyorum. İşte bu yüzden de benden nefret ediyorlar'' TÜRKİYE USULÜ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ 'Die Welt am Sonntag'' kısa süre önce bu konuda: ''Bu dava düşmediği ve 301/1 gibi lastikli bir madde varolduğu sürece, AB'nin Türkiye ile müzakerelere başlamaması gerekir. Kıbrıs konusunda varsın taktik uygulasın, ama insan hakları konusunda bu olmaz'' diye yazmıştı. Burada Bilecik'teki milliyetçi bir gösteride Pamuk'un kitaplarının alenen yakıldığını da hatırlatmak gerekir. Kitap yakmanın ne demek olduğunu biz Almanlar da biliriz. Ya oradaki Vali'nin Pamuk'un kitaplarını kütüphaneden attırması- işte size Türk usulu düşünce özgürlüğü. Türkiye'nin 2 milyon 400 bin Kürt'ü sürdüğü, yaklaşık 3 bin 400 köyü yerle bir ettiği, Türkiye'de hala 3 bin 500 siyasi tutuklunun bulunduğu, Hıristiyan azınlıklara ayrımcılık yapıldığı ve bunların takip gördüğü de bir gerçek. Bir yandan Türkiye'deki yasal düzeni övüp, öte yandan mahkemelerin hala Türklere sığınmacı statüsü verdiğini (yüzde 5 oranındaki İranlılardan sonra yüzde 4,9 ile ikinci sırayı alıyorlar) bilen Alman hükümetinin mantığına diyecek yok. Türkiye'deki insan hakları örgütü ''Human Rights Foundation'' geçen yılın ilk 6 ayında 600'den fazla işkence olayının kaydedildiğini söyledi. Geniş çaplı işkence yok mu demiştiniz Sayın Rohan? Rohan'ın ''namus cinayetlerini'' gülünç gösterme eğilimi de beni dehşete düşürdü. BM'in verilerine göre her yıl dünya çapında 5 bin kadın ''namus'' uğruna öldürülüyor. Önümüzdeki günlerde Berlin'de ''namus cinayeti'' yüzünden mahkemeye verilen 3 erkek kardeşin duruşması başlayacak. Kız kardeşleri bir Alman gibi yaşamak istediği için, caddenin ortasında yüzüne 3 kurşun sıkılarak öldürüldü. Sayın Rohan, sizin deyiminizle güya bir namus cinayeti mi bu? 1996'dan bu yana Almanya'da ailenin namusunu korumak üzere 49 cinayet işlendiği tespit edildi. Böyle bir konuyu ''gülerek'' geçiştiren biri nasıl bir maneviyat içinde yaşıyor olmalı? Türk hükümetinin düşünce ve basın özgürlüğü konusundaki tutumuna gelince, ne Anadolu'da ne de Türkiye'nin başka bir yerinde Avrupa'dan eser var. Televizyon ve radyo kanalları resmi RTÜK adlı kurumun denetimi altında bulunuyor. Bu Orwell misali, bütün programları denetleyen sekiz kişilik bir mercii. rogramlar ''hakaret edici'' ya da ''tehlikeli'' oldukları için, ''nefret ve kini körüklediklerinden'' ya da ''bölücü propaganda'' yaptıkları için yasaklanıyor. Bağımsız bir medya projesi (BIA)'nın yıllık raporuna göre, geçen yıl 12 bölgesel radyo kanalı, toplam 360 gün kapatıldı, bölgesel kanalların 44, ülke çapında yayın yapan kanalların 16 programı yayından çıkarıldı ve 242 uyarı yapıldı. Gazeteciler hakkında sürekli dava açılıyor. Bir arkadaşımız 2001 yılından beri hapiste. Türkiye Reporters sans frontiers'in basın özgürlüğü listesinde 167 ülke arasında Ruanda ile 113'üncü sırayı alıyor, listenin en sonunda Kuzey Kore var. HAYALE KAPILMAYALIM Almanya'da yaşayan Türk asıllı İbrahim el Zayat'ın şu sözlerine burada yer vermek istiyorum: ''Bu toplumda yalnız kimliğimizi ve dinimizi muhafaza etmeyi başarırsak, bu toplum için bir kazanç teşkil edebiliriz ve İnşallah lider rolünü üstlenebiliriz. İslam bu toplumun sorunlarına verilecek somut bir cevap ve çözümdür. İslam'ın ülkemiz Almanya'da geleceğini şöyle şekillendiriyoruz. Önemli olan bu ülkede din özgürlüğüne sahip olmamız. Bu ülke bizim ülkemiz. Allah'ın da yardımıyla bu ülkeyi dünyadaki cennet haline getireceğiz ve İslam ümmeti ile insanlığın tümüne sunacağız'' (Hans Peter Raddatz'ın ''Türk Tehlikesi'' kitabından, Herbig Yayınevi, Münih 2004). Kimse el Zayyat'ın Almanya ile yetineceğini hayaline kapılmasın. ORF2: ''GUSENBAUER AB VE TÜRKİYE HAKKINDA: HÜKÜMET İLE MUHALEFETİN BU KONUDA BİRLİKTE HAREKET ETMELERİ ÖNEMLİ'' SPÖ Başkanı Alfred Gusenbauer, ÖVP ve SPÖ'nün Türkiye'nin AB'ne katılımı konusunda müşterek bir çizgi izlemelerini olumlu değerlendiriyor. ''Avrupa'da ne elde etmek istediğimiz konusunda hükümet ile muhalefet arasında müşterek bir anlayışın bulunduğunu görmek çok önemli. Bu birçok ülke için söz konusu değil'' diyen Gusenbauer, hükümetin ''kendisine şantaj yapılmasına ve dize getirilmesine izin vermemesi'' gerektiğini de vurguladı. Gusenbauer, oy birliğiyle karar alınması gereken konuda görüş birliğinin sağlanamaması halinde, müzakerelere daha sonra başlanması gerektiğini açıkladı. ''Federal hükümetin Türkiye konusunda ayakta kalması gerektiğini'' vurgulayan Gusenbauer, Başbakan Schüssel'in kendisi ile anlaştığı noktalara uyacağından yola çıktığını, aksi takdirde hayal kırıklığına uğrayacağını belirtti. Bu hükümetin AB ile Türkiye arasında başka ortaklık şekillerinin de çerçeve belgesinde yer alması konusunda ısrar etmesi gerektiği anlamına geliyor. Hükümetin daha Aralık 2004'te SPÖ'nün de isteği doğrultusunda, ikinci bir seçenek üzerinde ısrar etmemiş olmasının gerçi ''ağır bir hata olduğuna''işaret eden Gusenbauer, ''Ama bu hata hiç düzeltilmeseydi daha da kötü olurdu'' dedi. Bu yüzden şimdi müzakere çerçevesine başka ortaklık şekillerinin eklenmesi için her fırsattan yararlanılması gerektiğini vurgulayan Gusenbauer, ne Türkiye'nin AB olgunluğunda, ne de AB'nin de şu anki haliyle yeni üye alacak güçte olduğuna değindi. SPÖ Başkanı'nın görüşüne göre, AB'nin şimdi ''mantıklı bir rota izlemesi''zaruri, çünkü ''tehlikeye atılabilecek çok şey var'' Gusenbauer, AB'ndeki birçok ülkenin bu konuda Avusturya'nın arkasına saklandığını belirterek, ''Şimdi tam üyelik yönünde mecburi istikamet seçilecek olursa, bunu sonradan düzeltmek çok zor olur'' dedi. Ayrıca halkın arzularının da göz önünde ulundurulması gerektiğine işaret eden Gusenbauer, büyük bir çoğunluğun AB'nin Türkiye ile giriş müzakerelerinde bulunmasına karşı çıktığını sözlerine ekledi.