BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Avrupa ırkçı ve cimri

Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalıların neden bizi istemedikleri ortaya çıktı. İşte nedenler?

Abone ol

Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalı sağcıların kültürel, solcularınsa ekonomik gerekçelerle hareket ettiği bildirildi. AB çalışmalarıyla tanınan düşünce kuruluşu Avrupa Reform Merkezi (CER) tarafından hazırlanan Mark Leonard imzalı ''Avrupa'da Demokrasi: Referandumlar Döneminde AB Nasıl Ayakta Kalabilir'' başlıklı raporda, kuruluşundan bu yana AB'ye hiçbir zaman ''aşk hissedilmediği'', fakat çoğu zaman ''kabul gördüğü'' kaydedildi. AB vatandaşlarının, oylarına başvurulduğunda ''anlaşmaların ayrıntılarıyla ilgilenmedikleri'' ve sadece daha zengin ve daha güvende olup olmadıklarına baktıkları anlatılan raporda, şöyle denildi:

''Bu günler artık geride kaldı. Bunun nedenini de Fransızlar ve Hollandalılar ortaya koydu. Toplumlar artık, hükümetlerin önderliğine rıza göstermiyor. Birçok kişi, Avrupa'yı problemlerin çözümü olarak değil, problemin kendisi olarak görüyor.''

AB POLİTİKACILAR İÇİN KUM TURBASI
''Yaşlı Avrupa'nın kalbinde'' bile artan sayıda politikacının AB'yi siyasi kariyerleri için ''kum torbası'' olarak kullanma eğiliminde olduğu vurgulanan raporda, son yıllardaki referandum tecrübeleriyle gelinen ortamda vatandaşlarının onayını almadan AB'nin herhangi bir adım atmasının zorluğuna dikkat çekildi.

Fransa ve Hollanda'daki referandumların ardından belirsizliğe giren yeni AB anayasasını yeniden diriltmenin zorluğu anlatılan CER raporunda, AB'nin ''aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık'' konumunda yakalandığı ifade edildi.

Buna göre, mevcut durumda her ülke için bir komiser uygulaması ''hantallık'' yaratırken, küçük ülkelerin, nüfuslarına oranla daha güçlü temsil edilmeleri ''mantıksız'' bulunuyor. Ayrıca, altı ayda bir değişen dönem başkanlığı sistemi, ''uygun ve etkin'' bir dış politikayı felce uğratırken, AB Komisyonu'nun Dış İlişkilerden ve Komşuluk Politikasından Sorumlu Üyesi (Benita Ferrero-Waldner) ile AB'nin Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi (Javier Solana) arasındaki belirsiz iş bölümü ''gereksiz sınır kavgaları'' çıkartıyor.

''Diğer taraftan Avrupalı liderler, halklarını bir anayasayı onaylamaya ikna edebilmek için, AB'nin gözle görülebilir faydalar sağladığını göstermek zorunda olduklarını biliyorlar. Fakat mevcut yasal çerçeve içinde bunu başarmak çok zor'' denilen raporda, çözüm için Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker'in önderliğinde, Avusturya, Belçika ve İspanya'nın desteklediği ''daha fazla Avrupacıların'' Fransa ve Hollanda referandumlarını göz ardı etme eğiliminde oldukları, karşı kampı oluşturan Fransa önderliğinde ve üyelerin çoğunun desteğini alan ''adım adım ilerlemecilerin'' ise anayasa olarak nitelendirilmeyecek ve referandumlara sunulmayacak mini bir antlaşmadan yana tavır koydukları kaydedildi.

HIRVATİSTAN'IN ÜYELİĞİ KOLAYLAŞTIRILACAK
Merkezi İngiltere'de bulunan düşünce kuruluşu CER'in raporunda, Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'nin zaman zaman görüşlerini seslendirdiği ikinci grubun, Hırvatistan'ın üyeliğini göz önüne alarak strateji belirlediği vurgulandı.

Buna göre bu mini anlaşmanın, 2007 yılının ikinci yarısında imzalanarak Hırvatistan'ın üyelik müzakerelerinin sona ereceği hesaplanan 2008 ya da 2009 yılından önce uygulamaya sokulması planlanıyor. Anlaşmada yer alacak atıfla Hırvatistan'ın katılımı, önceki üyelerden farklı olarak protokol yoluyla öngörülecek ve bu sayede referandumlara gitmeye gerek kalmadan ulusal parlamentolarda onaylanması yeterli olacak.

AB içinde teorik olarak ''üçüncü bir kamp'' olduğu da belirtilen raporda, Polonyalı bazı siyasilerin dile getirdiği bu kampın görüşlerinin, ''AB'nin bütün antlaşmalarının değiştirilmemesinden yana oldukları'', ''özellikle Polonya ve İspanya'ya, nüfuslarına oranla büyük avantajlar sunan Nice Antlaşması'nın korunmasını istedikleri'', ''bu konuda İngiltere Başbakanı Tony Blair'den de destek aldıkları'' aktarılarak, ''Fakat üye ülkelerin çoğu, mini bir anlaşma yönünde görüş birliği sağlarsa Polonya ve diğer şüpheci ülkeler, adım adım ilerlemecilerin tarafında oyuna dahil olur'' değerlendirmesi yapıldı.

TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİ
Raporda Almanya, Avusturya, Fransa ve Hollanda'da ''genişleme korkusunun yayılarak sürdüğü'' kaydedilirken, şöyle denildi:
''Federalistler daha geniş Avrupa'nın derinleşmeyi imkansız kılacağından endişeleniyor. Türkiye'nin üyeliğine Avrupa'nın sağcılarının çoğu Müslüman bir ülkeyi dışarıda tutmak için kültürel nedenlerle solcularının çoğuysa ucuz işçi akınının mavi yakalıları dilenci durumuna düşüreceği korkusuyla ekonomik nedenlerle karşı çıkıyorlar. Çünkü genişleme, ekonomilerde kazananlar ve kaybedenler yaratıyor. Bu da yeni siyasi oluşumları şekillendiriyor.'' AB politikalarında en büyük farklılaşmanın referandumlarla ortaya çıktığı anlatılan raporda, şunlar kaydedildi:

''Gelecekte AB'nin derinleşmesi ya da genişlemesi yönündeki her adımda referandumlara ihtiyaç duyulacak. Yeni bir anayasa müzakere edilir ve uzlaşma sağlanırsa ulusal liderler bunu halkın önüne koymadan onaylamakta zorlanır. Anayasasını değiştiren Fransa; Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan'ın ardından bütün yeni genişlemeleri referanduma sunacak. Avusturya da Türkiye'nin katılımı için referandum düzenleme taahhüdünde bulundu.'' Raporda, ''her bedene uyan tek bir AB'' fikrinin geride kaldığı da vurgulanarak, şöyle denildi:

''Bazı ülkeler, Schengen ve ortak para sistemine dahil olmamayı seçti. Yeni üyelerin Ortak Tarım Politikası ödemelerinden tam olarak faydalanması engellendi ve işçilerinin serbest dolaşımı kısıtlandı. Gelecekte AB'nin entegrasyonu, anlaşmalardan ziyade öncü gruplarca sağlanabilir. Bazı ülkeler, daha da güçlendirilmiş bir birlik fikri yerine, somut gerekçelerle bir araya gelerek farklı alanlarda entegrasyonu sürükleyebilir. Örneğin Schengen ülkeleri, daha entegre bir güvenlik topluluğuna dönüşebilir. Bazı ülke grupları pazarlarını hizmetler için serbestleştirebilir. Ya da Avrupa Savunma Topluluğu oluşturulabilir.

AB genişledikçe, yeni üyeler için farklı listelerden öneriler yapılabilir. Örneğin Türkiye, işçilerin serbest dolaşımında daimi kısıtlamalarla tehdit edildi. Belki de üye devletler arasında, olması gerekenden daha az bir oy gücüne razı olmaya zorlanacak. Bazı ülkeler de, girmek isteseler de uzun bir süre ortak para bölgesinden dışlanabilecek.''