Atatürk'e el-Fatiha
Atatürk Müslüman bir devlette yöneticilik yaptı ve hiçbir zaman ben Müslüman değilim demedi.
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.”(Enbiya/35)
Kimilerine göre ölüm; yaşamın sona ermesi, yok olma, toprak ile buluştuğunda tozlaşan cesetler anlayışıdır.
Ölünce her şeyin bittiği inanışı ürpertir ve ölüm düşünüldüğünde hayat azaba bile dönüşebilir.
Oysaki ölüm, hayata gözlerimizi açtığımız dünyadan, planlanmış ve programlanmış yaşam sürecinin bitiminde, özümüz olan toprakla bütünleşerek başka bir dünyaya geçişimizdir.
Toprağa karışıp yok olma, hücrenin içerisinde toz olmaya bırakılmış yalnızlık değildir.
Ölüm güzelliklerle dolu meydana geçişin tüneli, o zaman ölüm hayatın en anlamlı noktası.
Hayat lisanında ölüm en büyük nasihatçidir.
Hayat ölümün dipnotu, öyle bir dipnot ki ana metni doğru yazabilme/anlayabilmenin formülü.
Ayette de buyrulduğu gibi her insan ölümü tadacaktır. Önemli olan ölümden sonrası ve geride bıraktıklarıdır.
Hayat ölümün dipnotu dedik zira ana metnin değerlendirilebilmesi için bir kaynak niteliğinde.
Kaynak doğru ise ana metnin iskeleti sağlıklı ve güçlü olacaktır. Ve doğru karşılığı görerek ödüllendirilecektir.
Hayatımızın dipnotu değerlendirmeye tabi tutulduğunda destekleyici kaynaklar seçilmişse sıkıntı yok.
Efendimiz (a.s.m)’ın buyurduklarından bu desteklere bakalım; “Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder; Çoluk-çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk-çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır.”
Gene bir başka rivayette Efendimiz (a.s.m); “Ölen kimse kabrinin içinde boğulmak üzere olup da imdat isteyen kimse gibidir. Babasından yahut kardeşinden veya dostundan kendisine ulaşacak duayı beklemektedir. Nihayet dua kendisine ulaştığında bu duanın sevabı ona dünya ve dünyada bulunan her şeyden daha kıymetli olur. Muhakkak ki, hayatta olanların ölüler için hediyeleri dua ve istiğfardır” diye buyurmuştur.
Demek ki bizim sevdiklerimizin ardından onlara olan sevgimizi göstermenin en kolay ve doğru yolu dipnotlarını destekleyici dualarımız ve okumalarımız.
Kabir taşlarında bunun için “ruhuna el-Fatiha” diye yazılır. Yakınları yoksa dahi kabrin yanından geçenlerin okumaları destek olsun diye.
Fatiha suresinin ise okunması bir alışkanlık ya
da kısa bir sure olduğundan değil duanın ve Kur’an’ın anahtarı
olduğu içindir.
Cibril (a.s.) Efendimiz (a.s.m)’a gelerek; “Sana verilen
iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere
verilmemişlerdi. Onların biri Fatiha Suresi, diğeri de Bakara
Suresi’nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana
mutlaka büyük sevap verilecektir.”
Bu müjdeden ötürü evliyaların ittifak etmiş oldukları şekliyle en azından kabir başında Fatiha suresi okunur.
HERKES İÇİN “el FATİHA”
Şimdi gelelim "ölüm" ve "Fatiha" merkezinde serdettiğim bu uzun açıklamanın sebebine; Başbakanımız Anıtkabir’de Atatürk için Fatiha suresini okuyup ellerini açarak dua ve niyazda bulundu.
Hemen bazı sesler çıkmaya başladı; “Atatürk için Fatiha mı okunurmuş?” diyenler diğer taraftan “laiklik elden gidiyor” diyenler ve “411 el kaosa kalktı” zihniyetinin sahipleri ve bazı takipçileri “eyvah irtica hortluyor” feveranında bulunmaya başladı.
Bunun sebebi birincisi; bu zamana kadar Anıtkabir’de ilk defa
dua okunmuş olması, ikincisi; Atatürk’ün İslam ile
özdeşleştirilmemiş olması.
Oysa bu zihniyet için Din Eğitim Uzmanı Prof. Dr. Fahri Kayadibi
Atatürk Araştırma Merkezi için yazdığı bir makalede şunu
söyler:
“Atatürk’ün dini yönü ya tam tanıtılamadığından ya da iyi niyetli olmayan bazı kişilerin yanlış tanıtma çabalarından bir takım çevrelerde o bir din düşmanıymış şeklinde yanlış imaj uyandırılmıştır.
Atatürk paralelinde görünerek Atatürk’ü dine karşıymış gibi gösteren bazı kimseler var ki bunlar bu tutumlarıyla zararlı olmaktadırlar. Bu durumlar ise Atatürk’ün dini yönü konusunda zihinlerde karışıklıklar meydana getirmektedir.
Atatürk’ü dine karşı gibi gösterme taktiğinde birleşen, fakat maksatları ve hedefleri değişik olan kesimin propaganda ve baskı gücü öyle boyutlara varmış ki dindar olmakla Atatürkçü olmak birbirine zıt olarak telakki edilmiştir.”
İşin özü şu; Atatürk Müslüman bir devlette yöneticilik yaptı ve hiçbir zaman ben Müslüman değilim demedi.
O zaman nedir bu telaş, bu feveran. Telaş ve feveran edenler de biz Müslümanız demiyorlar mı?
Ya da İslam düşmanlığı mı yapıyorlar?
Hepimiz Müslüman isek ve ahiret hayatına inanıyorsak dipnotumuzu ve öldükten sonra ardımızda bıraktıklarımızı doğru seçmeli ve beslemeliyiz.
Neden Başbakanımızın Atatürk’ün ardından dua etmesinden ve ona hediye göndermesinden bu kadar rahatsız oldunuz ki?
Yoksa siz Atatürk’ün ana metninin değerlendirilmesi esnasında ona destekçi olmak istemiyor musunuz?
Bence siz de artık Atatürk’ün ardından bir “Fatiha” okumalısınız.
SOSYAL MEDYADA TAKİP İÇİN: