BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,50
HABER /  GÜNCEL

Atatürk yine polemik konusu oldu

Star yazarı Engin Ardıç'ın Atatürk'ün üvey babası ve kardeşlerini yazması, Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç'i isyan ettirdi. Kekeç, "Biz yazsak bizi asarlardı" dedi...

Abone ol

Star'dan Engin Ardıç, Atatürk ile ilgili yazdığı bir yazı ile yeni bir polemiğin başlamasına neden oldu. İslamcı yazarların yazmaya cesaret edemediği konuları rahatlıkla yazan Ardıç'ın yazısını değerlendiren Yeni Şafak Yazarı Ahmet Kekeç, isyanını şu sözlerle dile getiriyor...

'Biz yazsak asarlar'

Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç, Star gazetesi yazarı Engin Ardıç'ın Atatürk'ün üvey babası ve kardeşlerini açıklayan köşe yazısını, 'Biz yazsak asarlar' diye yorumladı ve Ardıç'ın ayrıcalıklı yönüne dikkat çekti.

Herşeyden önce, insandı...

Refikimiz, niçin "İnsan Atatürk'ü" sevdiğini anlatıyordu. Onun da bir anası, bir babası, kardeşleri vardı; bildiğimiz, tanıdığımız, dokunduğumuz bir dünyaya doğmuştu. Kurtarıcı, yalvaç, Cumhuriyetimizin kurucusu, en büyük asker, en büyük komutandı da, herşeyden önce insandı. İNSAN. Bir üvey babası vardı, mesela. Çünkü Atatürk, babası Ali Rıza Efendi'yi küçük yaşta kaybetmişti. Zübeyde Hanım, Ragıp Efendi'yle bir evlilik yapmıştı.

Bunları bilmiyoruz.

Bunları öğretmediler bize.

Engin Ardıç'ın da isabetle vurguladığı gibi, bize Atatürk'ü sevmeyi değil, onu putlaştırıp tapmayı öğrettiler. Ardıç, "sekiz yaşında üvey baba eline düşmüş ve bu yüzden anasını bir daha hiç affetmemiş, evden kurtulmak için Selanik'ten Manastır'a yatılı okula gitmiş, çocukluğu çok mutsuz geçmiş ve kronik uykusuzluk çeken, bu yüzden içki içen bir Atatürk'ü" kendine çok daha yakın buluyor ve daha çok seviyor; ne güzel!

Ben, hem İnönü'yle cedelleşmelerinden birinde, küsüp kütüphaneye kapanan, kaprisli, çocukça huysuz, kahveyi kahveye, sigarayı sigaraya ulayan Atatürk'ü, hem de "Nutuk"taki Atatürk'ü kendime çok daha yakın buluyor ve seviyorum.

Ne yazık ki Nutuk'u her derde deva bir "kutsal kitap", Anıtkabir'i Kâbe, Atatürk'ü de bir tür "ikona" haline getirdiler. Bunu biz söylemiyoruz, Ardıç yazıyor yine. Biz yazsak asarlar. Engin'in, ayrıcalığı yoksa da, meşruiyeti var. İçki içiyor (!) örneğin, ne bileyim...

Bir ara, Nutuk'u, seyirci huzurunda, Atatürk'ün okumuş olduğu "reel süre" içinde okuyarak, bir tür, benzetmek gibi olmasın da, "hatim indirmekle" övünüyorlardı.

Halit Kakınç çok kızmıştı buna.

Kızmakta haklıydı.

Her fırsatta "dogma"lara karşı olduklarını söylüyorlardı, ama Atatürk'ün görüşlerini dogmalaştırmaktan geri kalmıyorlardı.

Bir zamanlar, çok değil bundan yirmi yıl önce filan, insanları düşüncelerinden, inançlarından, aidiyetlerinden dolayı sigaya çekmek ayıplanırdı: "Ben Atatürkçüyüm" demek de, Kemalizmi bir din ve "biricik düşünce sistematiği" saymak da aynı ölçüde ayıplanacak ve kınanacak bir durumdu. Hiç unutmuyorum, Emre Kongar, "Gelin bir Atatürk enstitüsü kuralım, Atatürkoloji kürsüsü oluşturalım" dediği için, bugün insanların Kemalizme bağlılığını test eden çevrelerce tefe konulmuştu.

Söylemeyi bile zaid addediyorum; Kemalizmle bir alıp vermediğim yok. Varsın o da bir renk, bir çeşitlilik, bir "hoşluk" olarak yaşasın.

Benim itirazım, Kemalizmi "çağdaşlaşma"nın olmazsa olmaz koşulu sayan "sözde ilerici" kesime. Kemalizm öyle bir çağdaşlaşma mikyasıdır ki, ondan sapmalar başladığı an ülke geriye gitmiş, bütün "çağdaşlaşma" kurgusu altüst olmuştur.

Örneğin, 1950, Kemalizm'den sapmanın, dolayısıyla "geriye gitme"nin miladıdır bu kesime göre. "Geriye gidiş"in miladı olan 1950, aynı zamanda Türkiye'de "çok partili parlamenter sistem"in başladığı tarihtir, dikkat!

Bu düşünceyi seslendirenler, aslında yalnızca Atatürk'e ve Kemalizmin altın çağına olan özlemlerini değil, böylece demokrasiye, çok sesliliğe, "hukuk"a duydukları nefreti dile getirmiş oluyorlar.

Bir de, ibretlik bir kavramlaştırma mantıkları var, "çağdaşlık-çağdışılık", "ilericilik-gericilik" gibi...

Oysa, resmî tasavvurun "ilerici-gerici" sınıflandırması tarih boyunca (hep) düz bir "pozitivist" mantığa yaslandı; bu nedenle, asıl gericiliği (belki de), temel referanslarını 1930'lardan alan ve bu çağın yeniden tesis edilmesi arzusundan beslenen doktrinde aramak gerekiyor...

Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: