BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Atatürk Q harfini neden kabul etmedi?

Dilimizce yasaklı olan "Q" harfinin aslında az kalsın Mustafa Kemal Atatürk tarafından serbest olacağı ortaya çıktı.

Abone ol

Kürt alfabesinde kullanılan dilimizce yasaklı kabul edilen "q" harfi aslında alfabeye girecekmiş. Başbakan Erdoğan'ın yarın açıklayacağı demokratikleşme paketinde serbest olması beklenen q harfi nasıl yasaklanmıştı?

Zaman gazetesindeki Mustafa Armağan yazısında 'q' harfinin aslında alfabeye gireceğini ancak Mustafa Kemal Atatürk'ün son anda veto ettiğini yazdı.

Yarın Başbakan Erdoğan'ın açıklayacağı reform paketindeki başlıklardan bazıları basına sızdı. Bunlardan birisi, q, w ve x harflerinin resmen kullanılmasına izin veriyor. Bunda Kürtçe eğitim talebinin rolü açık. Kürtler de kendi Latin alfabelerini yaptılar ve üç harf eklediler.

Bu da çocuklarına isim koymaktan tutun da resmi yazışmalarına kadar sosyal ve kültürel hayatta bazı sıkıntılar getirdi. Paketteki adımla belli bir rahatlama olacağı öngörülüyor. Siz paketin içeriğini bekleyedurun, biz bu üç harf üzerinden 1928 yılındaki harf inkılabına dair ilginç birkaç noktayı yakalamaya çalışacağız. Buna göre q harfi az daha alfabemize giriyormuş ama bakın neden girmemiş?

Ama önce harf inkılabına giden süreçteki ilginçliklere bir göz atalım.

1933 yılı, Cumhuriyet'in 10. kuruluş yılı. Uluslararası çapta törenler düzenlenir. Bu arada devlet bir kitap çıkarır. Adı “Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne. Nasıldı? Nasıl Oldu?” Kitapta 4 maddede Arap harflerinin neden kaldırıldığı ve Latin harflerinin neden benimsendiği anlatılır. En önemli iki gerekçe açıkça belirtilmiştir:

“(Arap harfleri) Bizi teokrasinin (yani şeriatın) külliyatına ve fikir yeraltlarına doğru sürüklüyordu. /Yabancıların dilimizi öğrenmelerini ve bizi tanımalarını adeta imkânsız kılıyordu. (Ekalliyetler (azınlıklar) dahil.”

Kitabın 35. sayfasındaysa yeni harflerin kolay öğrenilip modern basım tekniğinin yollarını açtığı belirtildikten sonra ilk alıntının tersine şu noktalar üzerinde durulmuştur:

“Bizi teokratik külliyatından (dinî eserler) ve fikir yeraltlarından bir darbede ayırmıştır. GERİYE DOĞRU UZANAN KÖPRÜYÜ DİNAMİTLEYİP ATMIŞTIR. / Yabancıların dilimizi kolayca öğrenmelerini ve ekalliyetlerin millet bünyemize girmelerini kolaylaştırmıştır.”

Altta resimlerinin altına şu cümle düşülmüş: “Kargacık burgacık Arap harflerini bir türlü sökemeyen halk, şimdi güldür güldür okumaya başladı!”

Bir dönemin geçmişe küfrederek kendini temize çıkaracağına dair cinnetin tezahürü bunlar. Birisi de çıkıp ‘O kargacık burgacık dediğin harflerle Çanakkale'yi ve İstiklal Savaşı'nı kazandık, yeni ‘Türk' harfleriyle hangi başarınız var?' sorusunu aşketse suratınıza, ne cevap verecektiniz? Ayrıca İnönü'nün yıllar sonra hatıralarında da itiraf ettiği gibi bunlar birer bahaneydi. Doğru cevap, “bizi geçmişe bağlayan köprülerin dinamitlenmesi”ydi. İnönü de o kaypak diliyle şöyle itiraf etmişti bunu:

“Harf inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır.” (Hatıralar, Bilgi: 2009, s. 485.)

Eğip bükmeden söylemişler: Mesele okuma yazma kolaylığı değil, hâlâ anlamadınız mı?

Mango “kral çıplak” diyor

O cümleye siz de takıldınız mı bilmiyorum. Hani şu azınlıklar Arap harflerini okuyamadıkları için bizimle bütünleşemiyorlardı, şimdi biz onların bildikleri Latin harflerine geçince artık milli bünyemize girecekler, iddiası…

Bence bu itiraf çok mühim. Zira Medeni Kanun'da olduğu gibi azınlığı çoğunluğa uyduramayınca çoğunluğu azınlığa tabi kılma ilkesi işlemiş burada da. Medeni Kanun, şeriata tabi olmak istemeyen azınlık ve Levantenlerin hukuklarına Müslüman çoğunluğu tabi kılma uygulamasıydı ve Lozan'da dayatılmıştı. Harf inkılabında da özellikle ekalliyetlerin milli bünyeyle bütünleşmesi üzerinde durulması ilginç.

Bu noktaya Andrew Mango da dikkat çekmiş. Diyor ki: “Dil ile alfabe birbirinden ayrılmazdı: Türkçe konuşan Karamanlı Rumlar Yunan harfleriyle yazarlar, Ermeni ve Museviler de kendi alfabelerini kullanırlardı. Latin harflerinin kabulüyle birlikte Türkler, Hıristiyan Batılılarla aynı safa (kampa) konulmuş oldu.” Mango'ya göre “böylece gâvurların alfabesi vatansever, milliyetçi Türklerin alfabesi haline geldi” (Atatürk, Londra: 2004, s. 464-5).

Mango'nun “kral çıplak!” diyen tarzını bizim inkılap tarihçilerimizin dikkatine sunarak şimdi alfabemize girmesi tartışılan q harfinin neden çıkarıldığını Falih Rıfkı Atay'dan okuyalım beraberce. Alfabe komisyonunda da görev yapan Atay, Çankaya adlı kitabında şöyle yazar:

Q neden Türk alfabesine girmedi?

“Bu arada bir “q-kü” harfi tehlikesi atlattık. Biz Türkçe kelimelerde “k”nın ince seslilerde daima “ke”, kalın seslilerle “ka” okunduğunu düşünerek “q-kü”yü alfabeye almamıştık. Ben yeni yazı tasarısını getirdiğim günün akşamı Kâzım Paşa (Özalp) sofrada:

- Ben adımı nasıl yazacağım? “Q-Kü” harfi lâzım, diye tutturdu. Atatürk de:

- Bir harften ne çıkar? Kabul edelim, dedi.

Böylece Arap kelimesini Türkçeleştirmekten alıkoymuş olacaktık. Sofrada ses çıkarmadım. Ertesi günü yanına gittiğimde meseleyi yeniden Ata'ya açtım. Atatürk el yazısı majiskülleri (büyük harfleri) bilmezdi. Küçük harfleri büyütmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı, Kemal'in baş harfini küçük “kü”nün (q) büyütülmüşü ile sonra da “K”nın büyütülmüşü ile yazdı. Birincisi hoşuna gitmedi. Bu yüzden “q” harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk q'nün majiskülünü (yani Q'yü) bilmiyordu. Çünkü o “K”nın büyütülmüşünden daha gösterişli idi” (Çankaya, 1969, s. 440-1).

Gördünüz mü 85 yıl sonra dönüp geldiğimiz q harfinin serencamını. Eğer Atatürk q harfinin büyük hali olan Q'yü bilseymiş (neden bilmediğini anlamadım, anlayan varsa beri gelsin) yarın Başbakan Erdoğan bu ilaveyi yapmak ihtiyacını duymazmış.

1928 yılında işler böyle keyfi yürüyordu, dediğimizde kızanlar Falih Rıfkı'nın Çankaya'sını yasaklatmadıklarına pişman olmuşlardır eminim.

Harf Devrimi'ni Sultan Abdülhamid yapacakmış!

Geçenlerde bir yarışma programında “Harf Devrimi'ni yapmayı düşünen padişah hangisidir?” benzeri bir soru yöneltilmiş. Meğer doğru cevap, “II. Abdülhamid” imiş. İzleyenlerin büyük bir şaşkınlık yaşadıklarını Twitter hesabıma gönderdikleri onlarca tepkiden öğrendim.

Ortak soru şuydu: Neydi doğrusu? İddia, Sultan Abdülhamid'e ait olduğu iddia edilen “Siyasî Hatıratım” adlı kitaba dayanıyor. Güya diyesiymiş ki: “Yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin alfabesini kabul etmek yerinde olur.”

Ali Vehbi Bey adlı kim olduğu bilinmeyen biri tarafından Fransızcaya çevrildiği söylenen bu kitabın Osmanlıca aslı bulunamadığı gibi metnin kendisinde de şüpheleri davet eden pek çok nokta mevcut. İçerisinde ona ait olduğunu söyleyebileceğimiz bazı parçalar mevcutsa da, bunlar “Abdülhamid'in hatıratı” olduğunu göstermez. (Bütün Abdülhamid hatıratlarının uydurma veya en azından şüpheli olduğunu gösteren Ali Birinci'nin Divan dergisindeki makalesi mutlaka okunmalı.)

Ayrıca bir sözün “siyak ve sibakını” da göz önünde tutmak gerekmez mi? Uzun süren saltanatı sırasında Latin harfleri için kılını kıpırdatmamış birinin tahttan indirildikten uzun zaman sonra bunları söylemesinin manası nedir? Kusura bakmayın ama devlete bağlamak için o kadar çaba sarf ettiği Arapları harf inkılabı yapsaydı kaç gün yönetiminde tutabileceğini bilemeyecek kadar saf biri değildi Sultan Hamid.

Sonuç: Cevap yanlış!