Çocuklarını 'heybeler içinde saklayarak' Mahmur'a kaçan Asya Nine “Evladım barış için çalışın. Barış sadece Kürtlerin meselesi değildir, hem Kürtlerin, hem Türklerin özlemidir” diyor...
Abone olMahmur Kampı; kiminin “terör destekçisi” diye andığı, kimilerinin ise “yaşamak için direnmenin anıtı” olarak kabul ettiği, çöl ikliminin tam ortasına kurulmuş bir kamp. Türkiye’nin defalarca “dağıtılmasını” talep ettiği, sıfırdan var edilmiş koca bir yer burası. Ahmed Arif'in lisanıyla, hayata “iş ile / tırnak ile diş ile / umut ile, sevda ile, düş ile” dayanılan bir yer. “Bu kadar acı için nasıl bir sebep olabilir” diyen bir yer... Tuğçe Tatari Türkiye'de az bilinen denklemlerden biri olan Mahmur Kampına gitti, oradakiler ile görüştü, beklentilerini, umutlarını yazdı.
, "Barış olsun araba bile beklemeden koşa koşa dönerim memleketime" diyen, Mahmur Kampının en yaşlılarından Asya Nine ile de konuştu.
İşte Tatari'nin kaleminden Asya Nine'nin anlattıkları:
"Mahmur Kampı 1998 yılında Birleşmiş Milletler’in girişimleri ile köy boşaltmaları izleyen süreçte 1994'ten itibaren Türkiye’den kaçan Kürtler için oluşturulmuş bir mülteci kampı. Özerk yönetimi ile; yerel meclisi, okulları, sağlık ocakları, mahalle idareleri ile adeta başka bir dünya…
Yaklaşık 16 yıl önce Irak Kürdistanı'nın (Kuzey Irak) ücra bir köşesini göstererek “Bundan sonra burada yaşayacaksınız” denen yerde o sırada sadece akreplerin ve yılanların yaşadığını düşünürseniz, şimdi fırını, bakkalı, oyun parkları, kütüphaneleri, bahçeleri olan bu kampa etkilenmeden bakmanın imkânsızlığını da hissedersiniz.
Kürt sorununa çözüm arayışında “peki ya Mahmur’a ne olacak” sorusunun yanıtsız kaldığı, özlemlerini inançları ile bastırmış, yazgıları belirsiz 16 bin kişiden söz ediyoruz.
Paketlerin açıklanması, müzakerelerin yapılması, geri çekilmelerin durması gibi siyasi gündemlerimizi bir yana bırakıp, “insan”a, hayata Mahmur'da maruz kalmış insanlara bakmak gerek bazen.
'Çocuklarımı heybelerin içine koyarak sırtladım'
Asya Nine Cizre’nin Şah köyünden. Hâli vakti yerinde, bahçeleri, bağları olan bir aileye mensup. 70’li yaşlarda olduğunu dile getiriyor, ama tam doğum tarihini bilmiyor. Mahmur’a ilk gelenlerden biri. Kampın da en yaşlılarından. Kocasının ölümünden kısa bir süre sonra, yani 1992 yılında köyde operasyonlar başlayınca ve korucu olmaya zorlanıp kabul etmeyince; “ya bizimle olacak ya köyü terk edeceksiniz” deniyor Asya Nine'ye. “Bazı köylüler hemen terk etti. Bazısı koruculuğu kabul etti. Ama biz direnenler arasında yer aldık. Tutuklamalar, köy yakmalar başladı” diye anlatıyor o günleri.
Tüm bunlar yaşanırken Asya Nine'nin en büyük oğlu, bir yıllık evli ve bir bebeği olmasına rağmen “gerillaya katılma” kararı alıyor. “Gitme, çocuğun ve karın var” dedim, ama durum öyle kötüydü ki gitmemesi konusunda çok ısrarcı olamadım. “O gittikten sonra bizim eve uygulanan baskı da arttı” diyor ve ekliyor:
"Direnmeye çalışırken bir yandan da elim yüreğimde oğlumdan gelecek bir haber bekleyerek geçti zamanım. Her çatışma haberinde yüreğim ağzıma geliyordu. Bir süre sonra oğlumun ölüm haberi geldi. Bu sırada köy ateş içindeydi, her an operasyon vardı. Bizlerin de gitmekten başka çaremiz kalmamıştı.”
Aynı köyden 12 aile, bir gece vakti sesizce, yola koyuluyor. Asya Nine'nin ailesi o günlerde dokuz kişiden oluşuyor. Kendisi dışında iki oğlu, dört kızı, gelini ve torunu. Çocuklarının en küçüğü beş, torunu iki yaşında. Yedi gün saklanarak sadece geceleri yürüyerek yol alıyorlar.
“Öyle acı olaylara tanıklık ettim ki, hayatımızı bırakıp, çırılçıplak kaçmak zorunda kaldığımızı bile unutmuştum. Artık hayatta kalmaktan başka seçeneğimiz kalmamıştı” diyor. “İşte tam da o acıların ortasında yaşadıklarımız, örgüte inancımızı pekiştirdi. Çünkü bizim nefes alma hakkımızı elimizden almak istediler” diye devam ediyor.
Asya Nine kendi kayıplarından, acılarından söz etmek istemiyor.
“Elbette en büyük acım oğlumun ölüm haberi oldu. Gitme diye ısrar etmiş olmayı isterdim ama başka şansımız yoktu. Her yanda acılar yaşanırken ve ben hepsine şahit olurken, bir tek oğlumun acısını yaşayamam.”
Peki Mahmur'a yolculuk?
Anlatıyor:
“Küçük çocuklarımı heybelerin içine koyarak sırtladım, aklımca sakladım onları. Mağaralara gizlenerek, etraftan yemek bulmaya çalışarak geçen günlerin ardından Irak’a doğru yol aldık.
Çok fazla kamp ve köye sığındık. Ama hepsinde benzer kıyıma maruz kaldık.
Açlık ve talan arasında geçen sürecin sonucunda birçok arkadaşımız ölmüştü.”
'Sanki telef olalım diye bize Mahmur'u göstermişlerdi'
Asya Nine Mahmur Kampı’nın ilk günlerini de anlatıyor:
‘Bize Mahmur Kampı’nı verdiler. Buralar tam anlamı ile çöldü o zamanlar. Akrepler ve yılanlardan başka şey yoktu. Günde 20 akrep sokma vakası yaşanıyor ve çoğu ölüyordu. Geceleri uyurken çocukların etrafına ateş yakar, çemberin içine yatırırdık ki onları akrep sokmasın. Suyumuz yoktu, buradan akan kükürtlü suyu içip hastalanan çok oldu, kum fırtınası yüzünden kör olan da. Sanki telef olalım diye bize bu bölgeyi göstermişler gibiydi. İlk iki yıl kamptan dışarı çıkmamız yasaktı. Çocuklar ellerinde tenekelerle gizlice civar köylerden kampa su taşırdı. Çocukların getirdiği o su ile önce saçımızı yıkar, aynı su ile elbiselerimizi yıkar, yemek yapar, yine aynı suyu kerpiç yapımında kullanırdık.
Zamanla biz burayı geliştirdik. Tarım başlattık, hayvanlarımız oldu. Kerpiç evler taşa, şimdi de betona döndü.
Burası elektiriği, suyu olan, okulları, sağlık ocağı olan kocaman bir yere dönüştü. Buraları geliştirdik ama hiç mutlu olmadık. Çünkü burası bizim memleketimiz değil.”
'Türk anneleri de, Kürt anneleri de en büyük acıyı yaşadı'
Konu sürece, barışa ve Asya Nine'nin hayallerine geliyor:
‘Savaş istemiyoruz. Türk halkı ile hiçbir zaman sorunumuz olmadı. Türk anneleri de, Kürt anneleri de en büyük acıyı yaşadı, evlat acısını… Herkes özgür olsun, biz de özgür olalım, haklarımız olsun, kendi memleketimizde beraberce yaşayalım istiyoruz. Bizim evlatlarımızın da ülkeye faydası oluyordu, vergi veriyorduk, bu kadar genç insan öldü, her biri kıymetli vatandaşlar olacaklardı. Kardeş olarak yaşayabileceğimiz günleri hasretle bekliyorum.”
Asya Nine sözü sık sık memleket hasretine getiriyor:
“Televizyonda memleketimi gördüğümde gözyaşlarımı tutamıyorum. Akarsularımı, dağlarımı, bağ-bahçeleri, köyümü, toprağımı özlüyorum. Televizyonda bizim oralar çıktı mı torunlarımı çağırıyorum, onlar da cennetimi görsün istiyorum.”
Devam ediyor:
“Evet dirayetli olmak için elimden geleni yapıyorum, sıla hasretim büyüktür ama kararımız belli, barış olana kadar dönmeyeceğiz. Biz bir arada hareket ederek hayatta kaldık, dayanışma ve direnmeyle yeni bir hayat kurabildik. O yüzden bundan sonra bizim için tek başına davranmak mümkün olamaz.”
'Barış sadece Kürtlerin meselesi değil, Türklerin de özlemidir'
“Peki Asya Nine barış olursa ilk yapacağın şey ne olur” diye soruyorum, düşünmeden cevaplıyor:
“Barış ilan edildiği anda araba bile beklemeden yürüyerek hatta koşarak memleketime döneceğim. Tek hayalim bu.”
‘Sürece inancın var mı’ diye soruyorum:
“Birçok barış sürecine tanıklık ettim. Hep dua ettim. Ama olmadı işte. Hükümetlerden umudum yok, diğer taraftan da umudum hep var. Büyük bedeller ödedik ama unutmaya hazırız. Devlet adım atsa da, atmasa da bizim önderliğimize güvenimiz tamdır. Bu barış olmadığı sürece bizim sıla hasretimiz de sürecek. Direnmeye devam edeceğiz.”
Veda anı geldiğinde elimi tutuyor Asya Nine. “Evladım barış için çalışın. Bu barış sadece Kürtlerin meselesi değildir, hem Kürtlerin, hem Türklerin özlemidir” diyor.