BIST 9.627
DOLAR 35,25
EURO 36,67
ALTIN 2.964,66
HABER /  GÜNCEL

Aşık, geç de olsa bürokrasiyi anladı

Hantal bürokrasi, ekonomi önündeki en büyük engellerden biri. Eski Bakan Eyüp Aşık da bunu çok iyi anladı. Aşık, ticarete atılınca bürokrasinin kurbanı oldu.

Abone ol İş dünyası ve yabancı sermayenin yakındığı bürokrasinin azizliğine eski bakanlardan Eyüp Aşık da uğradı.

Türk siyasetinde isminden sıkça söz ettiren, iki kez de bakanlık koltuğuna oturan Eyüp Aşık, politikaya ara verdikten sonra ticarete yöneldi. Kendisine bir ortak bularak, Kaynaşlı’da tekstil fabrikası kurmak için harekete geçti. Uzun yıllar devlet yönetiminde bulunmanın rahatlığıyla, ‘birkaç küçük prosedürü’ rahatlıkla halledebileceğini düşündü. 2004 yılında ruhsat almak için girişimlere başladı. Ancak evraklar 1 yılda 27 kez Düzce’den Ankara’ya gidip gelmesine rağmen sonuç alamadı. Bürokratik engelleri aşamayınca 500 işçinin çalıştığı fabrikayı ruhsatsız çalıştırmaya başladı. Bir yılda 10 milyon dolarlık ihracat yaptı. Kur farkı sebebiyle 700 milyar lira zarar etse de asıl sıkıntıyı bürokraside yaşadı. Aşık, devleti idare ederken önemsemediği bazı gerçekleri ticaret hayatında çok iyi gördüğünü belirtiyor. “Yıllarca masanın bir tarafında durdum. Şimdi öbür tarafına geçtim ve gördüğüm gerçekler var. Bürokrasinin bu kadar acımasız, bu kadar engelleyici olduğunu hiç düşünmemiştim. Kalkınmanın önündeki en büyük engel bürokrasidir.” diyor. Organize suç örgütü kurmakla suçlanan Alaattin Çakıcı ile yaptığı telefon görüşmesinden Mesut Yılmaz’la yaşadıkları görüş ayrılığına kadar birçok konuda Zaman’ın sorularını cevaplayan Eyüp Aşık, günlerini Bolu Tüneli’nin hemen bitiminde inşa ettiği tekstil fabrikasında geçiriyor. Eyüp Aşık, tesise ruhsat almak için verdiği mücadeleyi, “Yazsam kitap olur.” sözleriyle özetliyor. Yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Eğer dosyanın sonucunu beklesem hâlâ bekliyor olacaktım. Fabrikayı bitirince baktım beklemek akıl işi değil. 500 kişiye iş imkanı sağladım. Önce meslek öğrettim sonra işe aldım. Hükümet Teşvik Kanunu’nu çıkardı; ama bunun itici gücünden daha çok ters taraftan bürokrasinin direnci geliyor. Başımdan geçenleri Ali Coşkun’a anlattım. Gülmekten öldü. O da Başbakan’a anlatmış.”

Eyüp Aşık, yaşadıklarından sonra devlet yönetiminde bürokrasinin ‘birinci derecede halledilmesi gereken konu olduğu’ kanaatine varmış. Tesisin kuruluş aşamasında arsa tahsisi için Köy İşleri’nden görüş alınması gerekince eski bakanın brokrasi ile mücadelesi başlamış. İki günde çözüleceğini düşündüğü mesele aylar sürmüş. Eyüp Aşık, olayı şöyle özetliyor: “Normalde sorulmasına bile gerek yok, iki satırlık bir yazı. Köy İşleri bölgeye, bölge de Ankara’ya yazdı. 3 ay sonra iki mühendis geldi. Mühendisleri arsaya götürdüm. Onaylı kroki istediler. ‘Ne yapacaksınız?’ diye sordum. ‘Krokiden buranın yola ve Ankara’ya olan mesafesini bulacağız’ dediler. Ben de, ‘Size sorulan bu değil ki? Buranın üzerinde size ait yol, çeşme var mı ona bakacaksınız?’ dedim. Olmadı. Kroki için 2 buçuk milyar isteniyor. Gittim onu da alarak, ‘Verin cevabınızı hadi’ diye kızdım. ‘Biz cevap vermek için değil, size cevap verecek mühendislerin harcırahını hesaplamak için gönderildik.’ dediler. Dondum kaldım.”

Para değerlendi, ürün ucuzladı

Geçtiğimiz yıl 700 milyar lira zarar etmesi deneyimli siyasetçiyi oldukça sıkıntıya sokmuş. Kendi ifadesiyle, ‘eş ve dosttan aldığı borç paralarla’ sıkıntılı günleri atlatmış. Aşık, bütün tekstilcileri etkileyen kur farkının kendisini de zor durumda bıraktığını anlatıyor. Türk parasının aşırı değerli olmasından şikayetçi. Geçtiğimiz yıl İngiltere’ye ihracat yaparken sterlinin 2 milyon 755 lira olduğunu, sene sonu itibarıyla da 3 milyonu bulmasını beklediklerini anlatıyor. Ancak hesaplar tutmamış. Sterlin şimdi 2 milyon 300 bin lira civarında. 10 milyon dolarlık ihracatın neticesinde 1 buçuk milyon dolar zarar ettiklerini ifade ediyor. Kârı düşünce 700 milyar liralık açığı cebinden kapatmak zorunda kalmış. “TL’nin bu kadar değerli olmaması lazım. Aslında insana gurur veriyor; ama ‘param değerli’ demek ‘malım ucuz’ demektir. Başkasının malını teşvik etmek demektir.” ifadelerini kullanıyor. Eyüp Aşık, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, “Türkiye gibi gelişmeye ihtiyacı olan ülkelerin paraları yüzde 5’li değerin altında olması lazım ki üretimi teşvik etsin, tüketimi cezalandırsın.” dediğini aktarıyor.


Çakıcı görüşmesinin bedelini ödedim

Eyüp Aşık’ın organize suç örgütü kurmakla suçlanan Alaattin Çakıcı ile ilişkileri uzun süre konuşuldu. Telefon görüşmeleri basına yansıyınca ‘mafya ile işbirliği yapmak’la suçlandı. Aşık, kamuoyunun konuyu abarttığını düşünüyor. Çakıcı ile yaptığı telefon görüşmesini, “Yanlış bir şey yapmadım, bir yanlışlığı düzeltmek için bedel ödedim” sözleriyle açıklıyor. Bu görüşmeden önce ve sonra benzeri yüzlerce olay olduğunu; ama kimsenin üzerine gitmediğini savunuyor. Telefon dinlemenin amacı dışında kullanılmasının her zaman mümkün olabileceğine vurgu yapan Aşık, istihbaratın bazen, kendi siyasi tasavvur ve müdahalelerine göre bilgi toplayabileceğini öne sürüyor. Aşık, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Eğer herkesin telefonu dinlenirse insanlar dışarı çıkamaz hale gelir. Herkesin özeli vardır. En azından insanlar telefonda dedikodu yapar. Bu konuda dikkatli olunması lazım. Ben bedel ödedim, bedelini ödeyecek olanlar da var. İthamın altında kalmamak için çektim restimi. Bana olan düzenden beklenen sonuç alınmadı. O zaman döndü Türkbank olayına. Aynı senaryo oraya konuldu. Bunların hepsinde istihbarat ve güvenlik güçlerinin direkt rolü var.”

Eyüp Aşık, 2006 yılında erken seçime gidileceğini düşünüyor. Her dönemde, seçime bir yıl kala ‘ülkenin idare edilemez hale’ geldiğini ifade ediyor. Dünyanın her ülkesinde başarılı olsa bile iktidarların sürekli puan kaybettiğini belirten Aşık, “Geçim sıkıntısı olduğu zaman insanlar her şeye bahane bulur. Hükümet çok iyi şeyler yapsa da fark etmez. AK Parti yüzde 25’e inmeyi göze alacak.” diyor. ‘Düğmeye basılması’ durumunda dengelerin değişeceğini ileri süren Aşık, son yıllarda bütün başbakanların erken seçim kararı aldıklarını hatırlatıyor. Aşık, konuyla ilgili şu dğerlendirmeyi yapıyor: “AK Parti hiçbir şey yokken 20 milletvekili kaybetti. Seneye bu rakam 60 olur. 10’uncu sırasından gelmiş, bir varlık gösterememiş milletvekilini son sene tutamazsınız. Sendikaya, bürokrasiye söz dinletemezsiniz. Genel müdür yardımcıları muhalefetle işbirliği yapmaya başlar. Bürokrasi size çalışmaz, onu kontrol edemezsiniz. Milletvekiline ne baskılar, ne tahrikler gelir. Onun için başbakanlar son seneyi yok sayar. Bundan önceki hükümetlerin ne zorları vardı da erken seçime gittiler?”

Kohl: Almanya Türklerin eline geçer

Aşık, Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili tarihi bir görüşmeyi de Zaman’a anlattı. 1998 yılında dönemin Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un Mesut Yılmaz’a, “Hiçbir Alman başbakanı AB üyeliğinize imza atmaz” dediğini belirtti. Aşık, tutanaklara geçmeyen özel görüşmeyi şöyle özetledi: “Mesut Bey, ‘Ben Almanya’ya yakın biliniyorum. Destek verin AB’ye girelim’ dedi. Kohl ise ‘Ben Türk dostuyum. Ama elimizde raporlar var. Şu anda Almanya’da 3 milyon Türk var. AB’ye girerseniz 9 milyona çıkacak. Yılda yüzde 2,5 artan 9 milyon nüfusla, 40 yıl sonra Berlin eyalet başkanı Türk olur. Topraklarım Türklere geçer.’ dedi. Mesut Bey bunun üzerine sınırlı dolaşımı önerdi; ama Kohl, ‘Siz Ankara’dan İstanbul’a gidişi önleyebiliyor musunuz?’ sorusunu yöneltti.”

Paşam sen önden gidersen kimse itiraz etmez

Eyüp Aşık, Körfez Savaşı yıllarında Çankaya Köşkü’nde yaşanan ilginç bir olayı da şu sözlerle anlattı: “ABD dışişleri bakanı Türkiye’ye geliyordu. Köşk’te görüşme var. Başbakan, Genelkurmay başkanı, milli savunma bakanı var. Özal, ‘Biraz erken gelip fikir jimnastiği yapalım.’ dedi. Rahmetli, ‘Bu işin tek çözümü var. Kuzey Irak’a gireceğiz, kimseyi dinlemeyeceğiz. Kerkük’ü kontrol altına alacağız. Dünyaya da, ‘Bu bizim değil herkesin derdi. ABD saldırdı, bu çıktı ortaya’ diyeceğiz. Başka çaremiz yok.’ önerisinde bulundu. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, ‘Efendim öyle şey olur mu? Buna İran ve Suriye razı olur mu?’ tepkisini gösterdi. Bunun üzerine Özal, Güreş’in dizine vurarak, ‘Onlar razı olsa zaten ben yapardım. Sen önden gideceksin ki razı olsunlar.’ dedi. Doğan Güreş dondu kaldı. Özal ‘savaşacağız’ diyordu açıkça.”

Bürokrasi, yumurtayı gümrükte civciv yaptı

Yıllar önce bir arkadaş Hollanda’dan balık yumurtası getirdi. O dönemde hangi malların ithal edilebileceğine yılbaşında karar verilirdi. Balık yumurtası getirmiş; fakat Kapıkule’den almamışlar. Kaya Erdem ekonomiden sorumlu bakan. 10 gün dolaşıp balık yumurtası iznini aldık. Adam gitti baktı ki yumurtalar yavru olmuş. Sana yavru izni verilmemiş demişler. Ankara’ya geldi 10 gün daha dolaştı, balık yavrusu izni aldık. Adam gitti baktı ki, balıklar ölmüş. Adam ne götürebildi ne de içeri alabildi. Bir de üstüne üstlük ceza ödedi. Bürokrasi böyle bir şey işte...

Teşkilatlar, aşağıdaki arızayı yukarıya iletmeli

Siyasi partilerin kademeleri, aşağıdaki bir arızayı anında yukarıya ulaştırmalıdır. Parti çok güçlü olursa, bakan milletvekilini, milletvekili de il başkanını dikkate almaz. ANAP döneminde, başbakana direnirdik. Bir keresinde Özal, Trabzon teşkilatını feshetmişti. Biz de ‘haksızsın’ dedik. Üyeler onu haksız buldu. Karar defterini kimse imzalamayınca, “Ben bir il başkanını alamayacaksam size genel başkanlık da başbakanlık da yapmam, istifa ediyorum.” dedi. Buna rağmen direnenler oldu. Hasan Celal Güzel, “İstifa etmeye ne hakkın var? Fesih haklı değil.” tepkisini gösterdi. Yani herkes her şeyi söyleyebilirdi.

Bankalar üretime değil tüketime kredi veriyor

Ekonomi, ‘tüketimi teşvik’ üzerinde işliyor. Düzce’deki bir banka bana 10 milyarlık kredi kartı veriyor. Ama 500 kişinin çalıştığı fabrikama 10 milyar kredi vermiyor. Bırakın parayı teminat mektubu bile vermiyor. Araba alana kredi veriyor; ama fabrika kurana vermiyor. Sokağa masa kurup vatandaşa kart dağıtıyor. Ziraat mühendisi sera kurmak istese kredi vermiyor. Bankalar üretime değil tüketime kredi veriyor. Devletin bankaları zorlaması lazım, bunu yapmıyor. Hükümet bu konuda hata yapıyor. Bir an önce buna çare bulmalı.

Hükümet, dış ödemeler dengesine dikkat etsin

Dövizin değeri düşük tutuluyor. Üretim cezalandırılıyor, tüketim sübvanse ediliyor. Bir kişi 100 bin dolara Mercedes alıyor. TL olarak 170 milyar vermesi gerekiyor; ama 130 milyar veriyor. Aradaki fark devletten çıkıyor. Aynısı buğday ekene yapılmıyor. Krediyi üretene yönlendirip TL’yi gerçek dengesine getirirsek ithalat-ihracat dengesi tersine döner. Bir büyük felaket bizi bekliyor. Bu sene dış ödemeler dengesindeki açık 20-25 milyar dolara çıkacak. 1994 krizi 8 milyar dolarda, 2000 krizi 12 milyar dolarda oldu.

Dünya değişti; şüphe esas, güven istisna oldu

Rahmetli Turgut Özal’ın, “Güven esas, şüphe istisna” diye bir teorisi vardı. Türkiye döndü dolaştı, “Şüphe esas, güven istisna” haline geldi. Siyasetçi ya da bürokrat halkın gözünde hırsız. Bulabildiğiniz delillerle 100 kişiden bir tanesine “Biz buna hırsız diyorduk; ama değilmiş.” diyorsunuz. Yani beynimizde sadece yüzde 1’i beraat ediyor. İş böyle olunca her şey tıkanır. Bürokratlar soruşturma geçirmekten o kadar ürkmüş ki artık kimse imza atmıyor. İşleri yana doğru yaymaya çalışıyor.

Anavatan, Mumcu’dan önceki ANAP değil

Anavatan, Erkan Mumcu’dan evvelki ANAP değil. Uzun süre kimse genel başkanlık bile yapmak istemiyordu. Şimdi Meclis’te 15-20 milletvekili var. Ama ANAP’ın yeniden alternatif olmasına daha çok var. Seçim olursa 4 partili bir parlamento olur. ‘Alternatif yok’ partilerin çıkardığı bir yalandır. Hiçbir zaman da doğru çıkmaz. 1995 yılında Refah’ın, 99’da DSP’nin, MHP’nin alternatif olacağını kimse düşünmüyordu. Halk alternatifi bulur.

Haber: Edip Ali Yavuz
Kaynak: