Behiç Kılıç yönetimindeki Star'ın yazarı Necef Uğurlu ile görüşen Kanal D İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ, medya dünyası ile ilgili ilginç sözler sarfetti.
Abone olStar Yazarı Necef Uğurlu, Kanal D İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ'a teybi uzattı ve Doğan Grubu'nun "bilgi savaşları"nda nerede olduğunu sordu. Behiç Kılıç'ın yönettiği Star, röportajı birinci sayfadan verdi. Necef Uğurlu da röportajın giriş kısmında gruba ilişkin düşüncelerini yazdı. Arzuhan Yalçındağ ise, içinde bulunduğu medya sektörünü "akrebe" benzetti. Sıcak savaş bitti, soğuk savaş bitti ve bilgi savaşları başladı. Açık konuşacak olursak bilgi savaşlarının en önemli ayağı toplumları kurtaracak veya batıracak olan medya. Siz bu misyonun içinde görüyor musunuz kendinizi? Bir insanın medya sektörünün içinde olup, yayıncı olarak kendinde bir misyon görmemesi kabul edilemez bir şey. Eminim bütün meslektaşlarımız görüyor. Ancak öyle bir noktaya değindiniz ki, bu hep kendi kendimize yıllardır sorduğumuz bir soru aslında. Medya bir ayna mıdır yansıtır mı toplumu yoksa toplumu yönlendirmeli mi medya. Nasıl, kime göre yönlendirebilir yani evrensel değerlere göre mi medya bir toplumu, toplumdaki insanları yönlendirir veya medyayı yapılandıran ve oluşturan kimlerdir zaten? Bütün bu programları yapan bu yazıları yazanlar da aslında bu toplumun içinden çıkmış insanlar. Doğru söylüyorsunuz, adını içinde yaşadığımız çağa vermiş bir sektördeyiz. Bilgi kimsenin tekelinde değil Bu bilgi savaşında Türk medyası nerede? Aslında bilgi kimsenin tekelinde değil artık, o kadar topluma yayıldı ve bilgiye o kadar çabuk ulaşılabiliyor ki medya da bunun bir kenarında aslında. Biliyorsunuz, Doğan Haber Ajansı diye dev bir haber ajansı kurduk, yatırımlar yaptık ağımız geniş ama biliyor musunuz bazı özel haberlerimizi amatör, sokakta bir olayı tesadüfen yakalayan insanlardan kullanıyoruz. Dolayısıyla bilgi kimsenin tekelinde değil. Bütün bu internet teknolojileriyle, yaygınlaşmış iletişim araçlarıyla bilgi her yerde. Peki Türkiye bu global bilgi savaşının neresinde? İçinde mi, ilerisinde mi, gerisinde mi? Şuna geleceğim, bilgiye sokaktaki insan da vakıf ama tabii bilginin değerini anlayan ve bilgiyi doğru kullanan toplumlar kendini geliştiren toplumlar. Biz henüz bilginin değerini anlamış bir toplum değiliz bence. Bir çok örnek de biliyorum, mesela yabancılarla yaptığımız görüşmelerde bilgiye vakıflar ve değerini biliyorlar. Biz öyle değiliz. Henüz şirket bilgilerimizin bile ne kadar önemli olduğunun farkında değiliz. Girişimci olarak hangi şirketimiz Know-how denilen terimin önemli olduğunun bilincinde aslında. Dolayısıyla medya, herkeste aslında yaygın bilgiyi kullanarak, onu derleyerek yeniden ileten bir mecra. Peki şöyle sorayım, yerel, evrensel bir tehlike olan dezenformasyonu medya filtre edebiliyor mu? Medya geçtiğimiz 5, 10 senede ciddi yol kat etti. En azından kendi şirketim için bunu söyleyebilirim. Doğan Yayın Holding için söyleyebilirim, dezenformasyonu filtre edebilmek için çeşitli katmanlar kurduk, bunun için uğraşıyoruz. Yüzde 100 yapabildik mi, tabii yapamadık, bence dünyadaki bir çok medya kuruluşu yüzde 100 bertaraf edemiyor dezenformasyonu. Ama bu bizim gündemimizde buna çalışıyoruz ve filtreden geçiriyoruz. Tabii dezenformasyon olarak ne demek istediğiniz de önemli yani yanlış bilgilendirme... Dünyada pek çok ülke başka ülkeleri medya yoluyla manipüle ediyor kendi çıkarları için... Buradan herkesin doğrusuna da gelebilir ama benim söylediğim filtresini kurduğumuz ve bertaraf etmek istediğimiz dezenformasyon evrensel doğruları yani haberin doğruluk ölçüsünü belirledik, nasıl check edileceğini, haberin kaynağına nasıl gidileceğini, ve eğer doğru haber yapmaz isek o prosesten doğru geçirmez isek bunun bize maliyetlerini... AB çok inandığım bir konu Aydınlanma yapılabiliyor mu? Değişim restorasyon için aydınlanmada medya birinci kuvvet, bu anlamda sordum. Çok doğru. Biz etik değerlere, toplumun ahlaki değerlerine saygılı evrensel doğruları savunan bir medya kuruluyuz ve yayınlarımızı ona göre yapıyoruz. Ama aslında yalnız bu olmamalıyız, keşke gazeteler televizyonlar bütün medyadaki bütün mecralar öyle bir kanal açsa ki sadece toplumun değerlerine saygılı olmakla kalmayıp toplumu ileri götürebilen bir kanal olsa bu. Yani toplumdaki düşünce platformları açabilen düşünen sorgulayan, öğrenen bir mekanizma bir toplum olmanın kanalını açabilse medya. Ancak tek başına bunun medyayla olması mümkün değil. Türkiye’de bir değişimin olduğu yüzde yüz. Türkiye bir ilerlemeye doğru, özellikle AB, benim de çok inandığım bir konu bu, AB entegrasyon sürecinde Türkiye’de bazı kalıcı değişiklikler olduğu, ülkenin kendine güveninin geldiği yüzde yüz. Güçlü topluma mı inanıyorsunuz, güçlü devlete mi? Tabi ki güçlü topluma inanıyorum, devlet toplum için vardır. Anladığım kadarıyla güçlü toplum, aydınlanmaya inanıyorsunuz... Yüzde yüz, katılımcı demokrasiye inanıyorum. 10 yılda çok şey değişti Televizyon alanında laboratuar çalışmaları yapıyor musunuz? Yeni formatlar, yeni düşünceler üretilen bir departman var mı? Türkiye’deki şirketler ARGE’ye çok az kaynak ayırabilen şirketler. Hem bilinçlenmekten dolayı, hem kaynaklarının limitli olmasından dolayı az kaynak ayırıyorlar. Ayırmayan şirket yok demiyorum, bizim işimiz zaten aslında bütünüyle ARGE, çünkü biz projeler üretiyoruz yaratıcılığa tamamen dayanıyor o projeleri filtreden geçiriyoruz uygun gördüklerimizi sunuyoruz. Toplumu iyi analiz ederek projeyi buna dayandırarak doğru proje seçmek de önemli tabii. Biraz önceki sorunuza da geliyoruz aslında, yani biz o projeleri bu toplumu gözönünde bulundurarak alıyoruz, biz ticari kuruluşuz çünkü... Hiç şüphesiz, ama bir de aydınlatma meselesi var burada işler biraz karışıyor değil mi? Doğru sentezi yapabilmek, o noktaya gelebilmek. Geçtiğimiz birkaç senede çok şey değişti, geçin arkaya bakın 10 sene önceki televizyonculuğu ele alalım, bugünün televizyonculuğu arasında ciddi bir fark var. Daha interaktif olmaya başladığı yüzde yüz. Bu değişimin pozitif ve negatif yanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Geniş halk kitlelerine ulaşabilen programı yapıp aynı zamanda da ileriye götüren program yapmak istiyorsanız sonunda halkınızın da o noktaya ulaşmış olması gerekiyor. Bir de tabii bizde bir toplumsal mutabakatında en azından bir sektörel mutabakatın olmaması, bir toplumsal refleksin, sektörel refleksin gelişmemesi de ciddi bir dezavantaj bizde. Haklısınız, RTÜK Başkanı Sayın Karaca bu sektörde olacak düzenlemelere ilişkin ciddi değişimleri konuşmalarında sıkça dile getiriyor. RTÜK ötedenberi düzenleyici görevinde zorlanıyor, siz majör bir medya grubu olarak ağırlığınızı yayıncılık alanındaki düzenlemelere ne yönde koyacaksınız? Sektördeki sektörel derneklerde Doğan Medya Grubu aktif. Ancak böyle sektörde bu dernekler yönüyle koyabiliriz ağırlığımızı, ama dediğim mutabakatın sağlanamaması hem sektör için hem Türkiye’nin geneli için büyük bir dezavantaj tabii... Toplumsal mutabakat yok Mutabakatla kastınız nedir? Birkaç konuya gelebiliriz burada isterseniz, reklamlara gelebiliriz, burada mutabakatın sağlanamaması hem tüketiciye hem yatırımcıya, hem reklam verene nasıl kötü dönüyor. Bu yozlaşma isterseniz onu anlatabilirim, toplumsal mutabakat derken, toplumsal refleks derken, bizim zamanı tam hatırlamıyorum ama yanılmıyorsam Galatasaray Futbol Kulübü Fransa’ya gitti ve bir maç yaptı Paris’te bizim orada hem taraftarlarımız hem futbolcularımız hırpalandı Fransız taraftarlar tarafından. Bayağı da dayak yediler kelimenin tam anlamıyla, ancak bu Fransız basınında öyle bir mutabakat, öyle bir bazı konularda toplumsal refleks vardır ki... Milli Refleks mi? Bir refleks... Bu milli refleks de olabilir bazı konularda belki toplumu ilgilendiren diğer konularda da olabilir belki buradaki bir milli refleksti. Fransa’da şoven bir toplum bildiğiniz gibi, hiçbir basın örgütü bunu görmedi. Türkiye’de bunu sağlayamazsınız. Türkiye’de böyle bir toplumsal refleks, bilinç oluşmamış. Kurumlar arasında yok, zaman zaman kurumlarla Ankara arasında yok, toplum arasında yok. Türkiye ekstremenlerde koşuyor Olması gereken refleks, mutabakat sağlanamıyor mu? Bence sağlanamıyor. Türkiye onun için ekstremlerde koşup geliyor. Türkiye’nin ana sorunlarından biri değer yargılarının oturmaması yani bütün bu değişimler, ekonomik krizler, enflasyonist ortam değer yargılarını altüst etti. Doğruyla yanlış çok birbirine karıştı. Yalnız medyanın kendi arasında değil demek düzenleyici kurumlarda da yok mutabakat. Peki mutabakat nereye kadar olmalı, ucuz rekabet var Türkiye’de ya da belki hiç yok, bunda herkes mutabık (Serbest piyasa ekonomisinin kulakları çınlasın.) Bazen içinde bulunduğum sektörü akrebe benzetiyorum, kendi kendini sokuyor.