Artık bunları da konuşma zamanı geldi!..
Tarihler 4 Kasım 1993 yılını gösterdiğinde, Başbakanlık koltuğunda oturan ilk kadın Başbakan Tansu Çiller, PKK terörürünün taaa bugünlere kadar uzanmasına neden olacak kararını gazetecilere şu sözlerle anlatıyordu:
Tarihler 4 Kasım 1993 yılını gösterdiğinde, Başbakanlık
koltuğunda oturan ilk kadın Başbakan Tansu Çiller, PKK terörünün
taaa bugünlere kadar uzanmasına neden olacak kararını gazetecilere
şu sözlerle anlatıyordu:
"Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi
var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi,
PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele
edecektir."
Çiller'in "Her biçimde" dediği mücadele, sadece
"kanlı bir biçimde" gerçekleşti..
Batı kentlerinde, 14 Ocak 1994'te Behçet Cantürk ile başlayıp 25
Şubat'ta avukat Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden cinayet dizisinde
Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, Sağlık Bakanlığı Teftiş
Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan, avukat Medet Serhat, DEP'li
avukat Faik Candan, Fevzi Arslan, Şahin Arslan ve Ankara'nın
Altındağ ilçesinin Yüksekovalı Nüfus Müdürü Mecit Baskın karanlık
cinayetlere kurban gittiler.
O dönemin Genelkurmay Başkanı "Çiller tak diye emreder, ben
şak diye yaparım" diyen Doğan Güreş Paşa'ydı.. İçişleri
Bakanı ise Meral Akşener ve Mehmet Ağar'dı..
Bu sırada Doğu ve Güneydoğu'da ise bambaşka gelişmeler
yaşanıyordu.. Terör bir anda minimum seviyeye inmiş, öldürülen
teröristlerin sayısında günden güne bir artış yaşanıyordu..
Çok sürmeden gerçek ortaya çıktı..
Sarışın Başbakan'ın Batman"da bazıları koruculardan oluşan ve
başlarına İbrahim Şahin, Ayhan Çarkın gibi "Özel
Harekatçılar"ın verildiği bir "gizli
ordu" kurduğu kamuoyuna yansıdı.. Bu özel ordu için 14
uçak dolusu silah ve mühimmat temin edildiği belgelendi..
Hatırlayın..
Çiller'in o dönem bir bankanın şubesini gece yarısı açtırıp 500
milyar çektirdiği ve örtülü ödenekten bir yerlere gönderdiği ortaya
çıkıp da kendisine koalisyonun ortağı Mesut Yılmaz "Bu
parayı ne yaptın?" diye sorduğunda, "O paranın
nereye gittiğini açıklarsam savaş çıkar, dünya birbirine
girer!.." demişti..
O paranın tamamı kurulan o özel orduya gitti.. Bir süre
programlanmış robotlar gibi gayet güzel bir şekilde terörle
mücadele verdi kurulan o ordunun neferleri..
Ama daha sonra...
O program bozulmuş gibi bir anda namlular masum insanlara
dönüverdi.. Kendilerini bölgenin tanrısı gibi gören bu özel
yetiştirilmiş ordunun bazı mensuplarının gözünü para hırsı ve
şevhet kapladı..
Önceleri, "Siz PKK'lı teröristlere destek
veriyorsunuz" diyerek masum köylüleri baskı altına almaya
almaya başladılar.. Bir süre sonra iş öylesine çığırından çıkmaya
başladı ki, canlarının istediği eve baskın yapıp, PKK'lı diye
istediklerini katletmeye, istediklerini başka şekillerde
cezalandırmaya başladılar..
Dürst, ilkeli, namuslu ve vatanperver meslektaşlarının yüz karası
olan Ayhan Çarkın çıkıp "Çok kişi öldürdük" dedi
ve bunun için emir aldıklarını söyledi ya hani geçtiğimiz aylarda..
Keşke biraz daha şerefli davransaydı da sadece cinayet
işlemediklerini, kimlerin ırzına namusuna leke sürdüklerini kimleri
kirlettiklerini de ekleyiverseydi anlattıklarına..
Gün geldi derede yün yıkayan tertemiz kızları oracıkta iğfal ederek
şevhetlerini dindirdiler, gün geldi dağda koyununu otlatan masum
köylüyü "PKK'ya erzak götürüyorsun" bahanesiyle
delik deşik ettiler..
Bölgedeki PKK'lı avı bir süre sonra sadece genç kız veya insan
avına dönüştü..
Pınar dehşeti yaşamış tanıklardan biri.. O zamanlar daha 14
yaşında.. 15 yaşına geldiğinde ailesi İstanbul'dan bir akrabayla
evlendiriyor.. Biliyorlar ki bir gün sıra ona gelecek. Namusu
kirletilmeden, çocuk yaşta gelin ediliyor.. O Pınar bugün benim çok
sevdiğim bir dostumun eşi olarak İstanbul'da hayatına devam
ediyor.. 3 çocuk annesi olmuş ama unutamıyor:
"İlk oralara geldiklerinde köylüler nasıl da severdi
onları.. Bir ayran içirmeden, beraber bir yemek yemeden dağ yoluna
göndermezdik.. Öyle bir gün geldi ki, köye sadece evlere baskınlar
için gelmeye başladılar.. Özellikle gözüne kestirdikleri genç yaşta
kızların gelinlerin evine baskınlar yapılırdı.. "Siz terörist
saklıyorsunuz bize ihbar geldi" deniliyordu.. Ayaklarının dibine
Kuran atılırdı yeminler edilirdi ama inandıramazdık.. Bir gün bizim
evi bastılar yine bir akşam üstü.. Hasta yatağında yatan babamla
abimi kapının önüne çıkarıp diz üstü çöktürdüler.. Ellerini
ayaklarını bağladılar.. Abim çok konuşunca öldüresiye dövdüler..
İçlerinden biri ablama, "Gel bize evi gezdir bakalım içeride başka
kimse var mı?" dedi.. Benimle beraber onu da odaya soktular.. Her
şey gözümün önünde oldu.. Biri ablama tecavüz ederken bir diğeri
ise bana parmağıyla tecavüz ediyordu..
Öyle bir hale geldi ki köyde kimse kimsenin yüzüne
utancından bakamaz hale geldi.. Gece PKK, gündüz onlar.. Hayat
cehennem gibiydi. Abim dağa çıkacağını söylediğinde babam hiç bir
şey olmamış gibi ayaklarına kapanıp yalvardı.. Öyle bir dağıldık
ki, abim kendisini durdurmaya çalışan babama yumruk atacak duruma
geldi.."
Pınar bu noktada farkında olmadan hani o "Özel
Ordu"nun kurulduğu bölgeye dikkat çekiyor ve diyor ki,
"Keşke devlet Batman'daki o kadın intiharlarının ve
bölgedeki töre cinayetlerinin neden bu kadar arttığını daha iyi
araştırabilseydi.."
Bir başka köyden Hüseyin abi anlatıyor :
"Camiden çıktık cemaat halinde.. Aniden etrafımızı
sardılar.. Bu köyde terörist saklanıyor. Kim saklıyorsa itiraf
etsin diye bağırdılar.. Ben bir adım öne çıkıp da meramımızı
anlatmaya çalıştım. İleriye doğru attığım o bir adım benim kurban
seçilmeme yetti.. Kar yarı belimize kadar geliyor.. Çırılçıplak,
anadan üryan soydular beni.. Ayaklarımın dibine ateş açarak koş
teröristlerin saklandığı evi bize göster yoksa seni vururuz
dediler.. O halimle o buz gibi havada tüm köylünün önünde
koşturdular.. Girecek bir ev bulamadım çünkü köyde terörist yok..
Yüzüstü yere yatırdılar.. Silahın namlusunu bacaklarımın arasına
sokup "Sokayım mı ulan ha sokayım mı?" diye bağırdı tepemdeki..
Köylüler böyle sıra eziyeti çektikten sonra çekip gittiler..
İtibarım şerefim beş paralık edildi. Bırakıp köyümü toprağımı
şehire taşındım.. O köy içimde bir yara... Gidesim var ama yüzüm
yok ki"
O bölgenin çocuğu olduğum için anlatacağım veya şahit olduğum buna
benzer öyle çok dram var ki.. Anlattıkça kabuğu kaldırılan bir yara
misali kanayıp duracak.. Adam olana ve anlayana bu iki örnek çok
bile..
Yukarıda yazdıklarım dağa çıkanları haklı göstermek için yazılmış
şeyler değil.. Bundan önceki yazılarımı okuyanlar bu konudaki
fikrimi iyi bilir.. Demem o ki, bölgede eğitimsiz, aç-susuz
bırakılan bir halka bir de böylesi hakaretler edildiğinde, terörü
bitirmemiş, aksine bir süreliğine bastırmış olursunuz..
Çiller ve akabinde Ecevit'in koalisyonun başı olduğu dönemde
terörün minimum seviyeye inmesinin temel nedenlerinden biri budur..
Öcalan'ın yakalanmasıyla ve ardından asılmamasıyla birlikte terörün
yeniden azmasının nedeni de budur.. Bölgede yanardağ misali
patlamaya hazır bir toplum bırakıldı.. Bölgedeki baskı yok olunca,
olağanüstü hal kaldırılınca ve özgürlükler gelince dağa çıkanların
sayısının yüz kat artmasının nedeni maalesef Çiller'in, "Bu
ülke için kurşun atan da yiyen de şereflidir" diye gurur
duyduğu o özel herakatçıların bir bölümüydü anlayacağınız..
"AK Parti 2001 yılında sıfır terör teslim aldı ve yeniden
azdırdı" diyenlerin gerçekleri gözardı etmesine itirazım
bundandır..
Bir birey olarak söyleyeceğim tek şey var..
Gün, herkesin vicdan kapısının önünü temizleyeceği gündür.. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti eğer büyük bir devletse, "eline silah
almış PKK'lı eşkiyayı işin dışında tutarak" ülkesini
gerçekten seven ve sevmeye devam eden, bu bayrağın altında yaşamayı
bugün bile onur sayan acı çekmiş gerçek Kürtler'e bir özür
borçludur..
Terörü bitirmek için atılacak bundan daha önemli bir adım
olamaz..