BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Ardınç'tan Livaneli'ye dokundurma

Zülfü Livaneli'nin ‘dünya üzerindeki her kültüre olduğu gibi Amerikan kültürüne de saygı duyuyorum’ şeklindeki görüşlerine Engin Ardıç tepki verdi: Ben duymuyoru

Abone ol

Zülfü Livaneli'nin "dünya üzerindeki her kültüre olduğu gibi Amerikan kültürüne de saygı doyuyorum" şeklindeki sözlerine Engin Ardıç'tan entelektüel dozu yüksek bir tepki geldi. Ardıç, sosyalist arkadaşlarına da gönderme yaptığı başlıklı yazısının entelektüel düzeyi çok yüksek:

-Bilen bilir canım, hani ‘Anti Dühring’ gibi... Bizim kuşağımız espriyi anladı ve güldü, ötekiler kusura bakmasınlar ve Engels okusunlar.

Sevgili dostumuz Zülfü Livaneli, ‘dünya üzerindeki her kültüre olduğu gibi Amerikan kültürüne de saygı duyuyorum’ demiş.

O da kusura bakmasın, ben duymuyorum.

Unesco’da çalışmadığıma göre, Gayrettepe’de kasılıp Place de Fontenoy’da gevşemek zorunda değilim. (Bugünlerde Vatan Gazetesi’yle amma uğraşıyoruz yahu, maksat Internet sitelerine malzeme çıksın...)

Livaneli Amerika’yı hor görmüyormuş, ve Amerikan kültürünün yayılmasına da karşı çıkıyor değilmiş.

Ben çıkıyorum. ‘Unesco’da kızarlar’ diye bir korkum yok.

Fakat Amerikan ‘kitle kültürüyle’ Amerikan ‘yüksek sanatını’ ayırdetmek gerekiyor.

Büyük Amerikan sanatçıları, Amerika ‘sayesinde’ değil Amerika’ya ‘rağmen’ varolmuşlardır. Hepsi Amerika’yla kavgalıdır. Bunu, günümüzde Oliver Stone, Sean Penn ve Michael Moore’a kadar getirebilirsiniz.

Hemen hepsi ilk fırsatta daha uygar, daha ince, daha köklü kıtaya, Avrupa’ya kaçmıştır. Her iki savaş sonrası da Paris, Amerikan sanatçılarının sığınağı olmuştur. Bugün de ipini kıran Amerikalı üniversite öğrencisi soluğu Prag’da, kendi çirkin ve zevksiz, üstelik ürkütücü şehirlerinin, kelek kasabalarının yanında büyülü bir masal dünyasını andıran o benzersiz şehirde alıyor...

Ukalalık olsun diye buraya Hemingway, Fitzgerald, Dos Passos, Pound, Ford, Stein, Wright, bir sürü isim sıralarım ama sıkılırsınız.

Güneyli büyük yazarlar, William Faulkner, Tennessee Williams, Carson McCullers, sayabildiğiniz kadar sayın, iç savaşta yenilen güney insanının çürümüşlüğünü, iç çöküntüsünü, ruh bozgununu anlatmışlardı. Kahramanları katiller, sapıklar, alkoliklerdir.

Sonradan evrensel nitelik kazanan caz müziği de ezilen ve sömürülen zenci halkın çığlığı değil midir?

Amerikan sanatına bizim de saygımız sonsuz.

Fakat Amerikan ‘kültürü’ denince asıl akla gelen kitle zıpırlığından hoşlanmıyoruz. Bu, yeniyetme bir ülkenin çocuk ruhlu kalmış avanaklarını daha da sersemletmeye yönelik bir tüketim zırvasıdır.

Sevgili Livaneli, Miki Fare kılığına girip ‘fantezi yaparak’ çiftleşen dangalakları mı hoşgörüyor, yoksa hiç hoşlanmadığı ‘obez Türk oğlanlarını’ mahveden ekmeksiz ve soğansız köfteyle şekeri azaltılmış meyankökü şırasını mı?

Elektronikteki olağanüstü gelişmelere yaslanarak zeka ve gelişme düzeyi düşük zavallıların parasını almaya yönelik örümcek adam, yarasa adam, kedi kadın filmlerine mi karşı çıkmayacağız? Leman Dergisi’ndeki Kozalak Mahmut’un deyimiyle o ‘böcük kılıklı haşere sürüsünü’ Hıncal Uluç bile beğenmiyor yahu!...

Teknoloji bu patlamayı yapmadan önce çekilen bütün o Hollywood filmleri, o eski ‘büyük stüdyolar’ döneminin eserleri de bir tür ‘Amerikan Yeşilçam’ı’ değil miydi? Film ithalatçısı ahbaplarını darıltmamak için bunları hep beğenen Atilla Dorsay bile ağzını fazla açamıyor...

Ununu elemiş uzaylı bekleyen zavallı kasaba çemişlerinin, kiliseye cemaat toplamak için rock konseri düzenleyen saf protestan papazlarının, şerife yardımcı olmak için eline tüfeğini alıp ‘station wagon’ arabasına atladığı gibi zenci avına çıkan ‘vigilante’lerin dünyasını mı seveceğiz?

Yoksa uyuşturucu cenneti ‘kampüslerini’ mi?

Giyinmeyi kuşanmayı hiç bilmeyen orta yaşlı Amerikan insanının kültürü mü kabul edilebilir düzeydedir, yoksa Hindu sarığı görünce ‘Usame’nin adamı Müslüman geldi’ diye saldıran kalın enseli kamyon sürücüsünün kafası mı?

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biri olan Nat ‘King’ Cole’a derisi kara diye çürük yumurta atanları mı seveceğiz, gene dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biri olan Miles Davis’i döven NYPD polisini mi? Charlie Parker, konser vermek üzere Fransa’ya gittiğinde ‘insan olduğumu ilk kez burada anladım’ demişti...

Kullanma kılavuzunda ‘kedi kurutmada kullanılmaz’ yazmıyor diye üretici firmaya dört milyon dolar ceza yazan yargıçların hukuk fetişizmine mi hayranlık duyacağız?

‘Kitsch’ uygarlığına mı karşı çıkmayacağız? Sığlığa, yüzeydeliğe, zevksizliğe, hoş ve boşluğa mı prim vereceğiz?

Örnekler kırk yazı boyunca çoğaltılabilir. Ben de demagoji yapmıyorum sevgili Livaneli, yalnızca, ‘sevecen görüneceğiz diye aşırı kibarlığa hiç gerek yok’ diyorum.

Gençliğimizi inkar etmeye de hiç mi hiç yok tabii, partimiz sağa açılacak da oy çalacak diye...

Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: