Hıncal Uluç'un İspanya izlenimlerini yeniden okumaya açan Engin Ardıç'tan akademik tez gibi yazı.. Ardıç hem boğa güreşi analizi yaptı hem de ustaya ders verdi.
Abone olHıncal Uluç'u, 'ortalama zevkin ve bilginin temsilcisi' olarak tanımlayan Engin Ardıç'tan ilginç bir analiz daha. Uluç'un İspanya izlenimlerini yeniden okumaya açan Ardıç, adlı yazısında, sosyo-kültüel analiz yaptı.
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
Sevgili Hıncal Uluç ağabeyimiz, şen kahkahaları ve 'çıtırcılık' saplantısının yanısıra, Türkiye'de 'ortalama bilginin' ve 'ortalama zevkin' temsilcisi olarak tanınır. Kimdi o yahu, birisi Hıncal ağabeyin dünyasına 'vasatizm' adını takmıştı...
İspanya'ya gitmiş, boğa güreşi seyretmiş ve El Cordobes'in 'dünyanın en büyük matadoru' olduğunu yazıyor.
Bu sıcakta Mehmet Ağar'ın başbakana ne dediği, onun Deniz Baykal'a ne yaptığı ve de Erkan Mumcu'nun bütün bunlar hakkında ne düşündüğü beni hiç mi hiç ilgilendirmediğine göre, memleket meselelerini bir yana bırakıp bugün sevgili ağabeyime azıcık kılçık atayım. İspanya hakkında ahkam kesmeye de artık yetkili sayılırım ya...
El Cordobes, gerçekten dünyanın en büyük boğa güreşçisi midir?
Hıncal ağabeyin, altmışlı yıllarda hepimiz gibi Dominique Lapierre ile Larry Collins ikilisinin konuyla ilgili kitabını okumuşluğu var ('Yasımı Tutacaksın'), eh, Dalida'nın adamla ilgili şarkısını da dinlemişliği var, öyle düşünüyor.
Bana sorarsanız, gelmiş geçmiş en büyük boğa güreşçisi, Manolete.
Fakat Manolete, Islero adında bir boğa tarafından öldürüldü. O hafta güreşi boğa kazandı! Ünlü fıkrada olduğu gibi Manolete'nin yumurtalarını hangi lokantada ızgara yapıp Amerikan turistlerine sundular, bilmem.
Manolete'nin birçok 'güreşini' seyrettim belgesel filmlerde, uçar gibi, bale yapar gibi dövüşüyordu.
Bir piyanistin bir parçayı 'asgari el hareketleriyle' çalması gibi, mümkün olan en az hareketi yapardı Manolete... Boynuz kalçasının dibinden geçerken ayak parmaklarının üzerinde azıcık yükselir, öne arkaya hiç ırgalanmaz, boğayla sanki bir 'pas de deux' oynar gibi tekrar tabanlarının üzerine iner, boğa ona dokunamadan geçer giderdi...
Manolete, İspanya iç savaşı sonrasının kara yoksulluk ve umutsuzluk günlerinin yıldızıdır. Kırklı yılların.
Daha sonra da iki büyük yıldız çıktı piyasaya, Hıncal ağabey hatırlayacaktır: Luis Miguel Dominguin ve Antonio Ordonez... Birincisi varlıklı bir aileden geliyordu, ikincisi halk çocuğu.
Ellili yıllarda bu ikisinin rekabeti, tıpkı bizim Metin ile Lefter'in rekabetini andırırdı!
Bu müthiş çekişme Hemingway'e tükürdüğünü yalatmış, bir daha ayak basmayı düşünmediği İspanya'ya bu ikisinin güreşlerini seyretmek ve yeni bir kitap yazmak üzere kalkıp gitmişti ahir ömründe...
Pasaportuna bakan İspanyol polisi demiş ki, 'hayret, isminiz iç savaşta cumhuriyetçilerin safında bize karşı çarpışan o Amerikalı orospu çocuğunun ismine ne kadar benziyor!'
Hemingway de demiş ki, 'iç savaşta cumhuriyetçilerin safında size karşı çarpışan
o Amerikalı orospu çocuğu benim!'
Dominguin ile Ordonez de, o dönem İspanyası'nın temsilcileri oldular, yaralarını sarmış ve Amerika'dan yüz bulmuş, 'kendine gelmeye başlamış' İspanya'nın.
El Cordobes namıyla maruf Manuel Benitez de, turist akınıyla belini doğrultmuş İspanya'nın, altmışlı yılların sözcüsüdür. 'Opus Dei' örgütü eliyle kalkınan İspanya'nın.
Demek ki boğa güreşinin bile sosyo-ekonomik tabanı var.
Bizde de öyle değil mi? Futbola bakın, Lefter ve Metin yoksul bir Türkiye'nin, Menderes döneminin yıldızlarıdır. Cemil, iki arada bir derede, sıkıntılı yetmişli yılların.
Hakan Şükür de, Fethullah Hocaefendi Hazretleri'ne duyduğu 'derin saygıyla', günümüz Türkiyesi'nin!