Engin Ardıç, niçin e-mail adresi kullanmadığını yazdı. Ardıç, virüslerden ve virüs gibi bulaşan okurlardan bıkmış durumda.
Abone ol Engin Ardıç, niçin e-mail adresi kullanmadığını, alaycı bir dille anlattı.başlığı yazının ne kadar komik olduğunu gösterdi. İşte Ardıç'ı bıktıran e-mailler...Yazı : Engin Ardıç
Kaynak :
Geçenlerde isimsiz bir budala 'halktan korktuğum için' köşeme elektronik posta adresimi koymadığımı söylüyordu.
Hemen açıklayayım, halktan korktuğum için falan değil, virüslerden ve ruh hastalarından yorulduğum için!
Hürriyet okurlarından birinin de 'nazar-ı dikkatini celbetmiş', geçenlerde o gazetenin 'ombudsmanına' soruyordu: Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı gibi 'ağır topların' köşelerinde niçin posta adresi yok?
(Bu 'ağır top' lafı da bir tuhafıma gidiyor, aklıma olmadık şeyler geliyor... Tövbe ıstağfirullah...... 'İşveren' kelimesi de her zaman tuhafıma gitmemiş midir?)
Babıali ihvanı, önce bir heves, köşesine 'e-mail' adresi koymayı denedi. Denemedi değil. Buna bendeniz de dahilim.
Yeni yüzyılın yeni modasına uygun olarak 'interaktif yayıncılık' yapacak, okurla doğrudan diyalog kuracak, onun görüş ve önerileriyle beslenecektik...
Ancak kısa zamanda gördük ki, gelen ortalama yüz mektuptan sekseni virüs, beşi borç para, dördü iş istiyor, üçü ölüm tehdidi savuruyor, ikisi küfür ediyor.
Arada çeşitleme olsun diye 'nasıl yazar olunur' sorusunu soranlar, okunacak kitap tavsiye etmemizi isteyenler... Koca bulmamızı isteyen bile çıktı.
Atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmedi yani.
Üstelik, 'yararlı olduğu' kabul edilen mektuplar arasında 'Bursa Tansaş Mağazası'nın açılış kokteyline mutlaka bekliyoruz' gibi gerçekten çok yararlı olanlar da vardı!
Fakat, gazete yazarları bu trafikten bezdiler. Arada, tek merkezden emirle gönderilen ve beş bin kere kendini tekrarlayıp posta kilitleyen abuk sabuk 'protesto mektupları' falan da tüy dikti.
Çünkü, her ne kadar 'ilgilenmeyeceğim, etkilenmeyeceğim' desen de, 'olumsuz yönde' etkileniyorsun ister istemez. Herkes Hıncal Uluç gibi geniş değil ki, insanın siniri bozuluyor.
Bunlara yanıt yetiştirmek bir yana, oturup tek tek silmek bile, yazıya harcanan zamandan ve emekten daha fazlasını gerektirebiliyordu!...
Hemen herkes birer ikişer bu 'orta malı' posta adresini kaldırdı, kendi özel adresini de gözü gibi saklamaya ve çok çok gerekli gördüğü kişilerden başkasına vermemeye koyuldu.
Bugün köşesinde posta adresini yayınlamayı sürdüren arkadaşlar, ya 'yeterince' mektup alamayanlar ve bunun sıkıntısını çekenler, ya da işi 'bizatihi' okur mektubuna doğrudan bağlı olanlar.
Ruh hastaları da, doğrudan bize ulaşamayınca, ruhlarının çöpünü, birtakım 'Internet medya sitelerinde' bu amaca ayırılmış yorum köşelerine, pardon, lağım çukurlarına dökmeye koyuldular.
Ne garip, bunların içinde sevdiklerim de var... Örneğin Atiye diye bir kız var, beni çok eğlendiriyor. Delişmen bir şey olduğu belli ama bizim de yaşımız geçti... Otuz beş yıl önce yumurta gibi çocuktum, ama o zaman da ne Atiye vardı ortalıkta ne de elektronik devrimi!
Yıllardır ısrarla beni izleyen 'kadrolu sapığım' İsmail'e de teşekkür borçluyum... Geçenlerde gene böyle bir çöp dökme oturumunda, benim 'ayda onbinlerce dolar aldığımı' yazmış. (Kimbilir nasıl mutlu oluyorsun seni adam yerine koyup burada adını andığım zaman... Eh, yazarın bir görevi de okurlarını mutlu etmek değil midir? İşte görevimi yapıyorum.)
Allah söyletiyor İsmail! Gözünü seveyim şunu otuz dokuz kere daha yaz! Bakarsın...