Engin Ardıç, medya dünyasının tepkisine yol açacak bir yazı yazmış. Ardıç'ın son yazısı çoğu yazarla arasını bozacak gibi. Ardıç, yazarların AB için zırvaladığı kanısında.
Abone olEngin Ardıç, son yazısı ile tüm yazarları karşısa almış. Yazar, bazı yazarların sadece zırvaladığını belirtmiş. Yazara göre çoğu yazar sadece gündeme göre yazıyor. Çoğuda olmayacak şeyleri olacak gibi gösterip sonra hüsrana uğruyor. Yazıyı okuyanlar kendilerine pay biçsinler. İşte yazarların yazısı:
Kavunun değil ama yazarın keleğine bayılırım. Avrupa Birliği üzerine ahkam keserken keserken birdenbire dönüp ‘halka inmek’ için Fenerbahçe maçını yazana biterim.
Her Türk doğuştan asker ve doğuştan futbol uzmanı olduğu için aslında bunda şaşılacak bir şey de yoktur.
Fakat apışarasını yazan kadın yazarlar da olaya ayrı bir güzellik katarlar. (Kızlar haklı, ‘ondan’ güzel şey var mı yahu?)
Yazarın konuyu iyi seçip lafta zırvalaması da bende ayrı bir sevinç yaratır. ‘Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlandığımız şu günlerde...’ diye başlayan yazıları ayrı bir keyifle okurum.
Hele, yıllardır Avrupa tantanası yapıp da şimdi ‘yahu bunların bizi almaya niyetleri yok galiba’ şeklinde hidayete erenler apayrı lezzetler üretiyorlar...
Biz de, yıllardır ‘giremezsiniz’ dediğimiz için basının eşeği oluyoruz.
Olanı biteni size özetleyeyim de kararı kendiniz verin:
Yapılan bir araştırmada, Fransız halkının yüzde 56’sının, yani çoğunluğunun Türkiye’yi birliğe üye görmek istemediği ortaya çıktı.
Bu oran elbette zaman içinde değişebilir, fakat cumhurbaşkanı Chirac şimdi anayasayı değiştirmeye, daha doğrusu ona bir madde ekletmeye hazırlanıyor. Buna göre, ‘AB üyesi olacak bütün ülkeler hakkında halkoyuna başvurulması’ gerekecek. Fikir aslında içişleri bakanı Sarkozy’den çıkmış, ya da öyle gösteriyorlar.
Böylece, ‘almamak için referanduma gidecekler, kendileri açıkça karşı çıkamadıkları için halklarına danışıp öyle reddettirecekler’ yazıp duran bu fakirin basit bir adam olduğu ve bu konulara aklının ermediği meydana çıkıyor...
Yılbaşında Yeni Türk Lirası’na geçileceğini beşte birinin bütün gürültü patırtılara rağmen hala bilmediği aziz Türk halkı da, 6 Ekim’de Avrupa Birliği’ne gireceğimizi sanıyor. Daha uyanık geçinenler bu tarihi 17 Aralık olarak gözlerine kestirmişler.
Muhterem arkadaşlar, önümüzdeki hafta komisyon raporu yayınlanacak, aralık ayında da ‘görüşmelere başlama’ tarihi verilecek. (Müzakere, bunun Osmanlıca’sı.)
Verilebilir de, verilmeyebilir de.
Verilirse, bu görüşmeler 2005 yılında da başlayabilir, 2007 yılında da.
Kaç yıl süreceği bilinemez. Türkiye’nin girmesine sıcak bakan yöneticileri bile, ‘on, on beş yıl sürer’ diyorlar.
Görüşmelerin 2015 ya da 2020 yılında bitmesi, Türkiye’ye ‘hadi tamam artık girin’ denilmesi anlamına gelmiyor. ‘Görüşmeler sonucunda olumlu bir çözüme ulaşılamamıştır’ deyip konuyu kapatabilirler.
Bunun da iyi gittiğini kabul edelim, referandum var.
Bir tek ülkede referandum yapılsa ve bir tek ülke reddetse, bu iş yatar.
Bunu da atlattığımızı varsayalım, ‘eşit şartlarla tam üye’ yapmayacaklar. Bazı haklara sahip ama bazı haklardan mahrum, ikinci de değil üçüncü sınıf üye olacağız.
Elinizi kolunuzu sallaya sallaya gidip ‘Alamanya’larda’ işe giremeyeceksiniz.
‘Towers’ kelimesinin kodlamasını anlayamayıp mektup zarfına ‘Trabzon Ordu Debülü Edirne Rize Samsun’ yazan vatandaş belki o zaman Avrupalı sayılır ama... ‘Gavurca’da ‘debülü’ harfi vardır ya, onu bile öğrenmiş olur. Belki Internet’i de öğrenir de ‘debülüü debülüü debülüü’ diye sitelere mitelere girebülüü...
Lakin Avrupa yolunda daş da düşebülüü, ayu da çıkabülüü...
Ama o tarihte bendeniz çok büyük bir ihtimalle hayatta olmayacağımdan, ne halt edeceğiniz de beni hiç ilgilendirmiyor vallahi!
Fakat bir sürü hokkabaz bu konuda daha binlerce yazı yazacak, tonlarca kağıt tüketecektir. Ekmek parası başka türlü nasıl kazanılacaktır ‘debülülü’ tavırlarda mavırlarda plazalarda mlazalarda?