BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  GÜNCEL

Ardıç iki faşizmden birini tercih etti

Engin Ardıç, Türkiye'de köylü-şehirli çatışmasının daha çok süreceğini iddia etti. Türkiye'de iki türlü faşizm olduğunu belirten Ardıç'ın tercihi 'laik faşizm'den yana

Abone ol

Mine Kırıkkanat'ın başlattığı tartışmalara Akşam yazarı Engin Ardıç da katıldı. Ardıç bugünkü başlıklı yazısında Vatan yazarı Haşmet Babaoğlu'na cevap verirken, Türkiye'de esas meselenin köylü-şehirli çatışması olduğunu öne sürdü. Ardıç, aynı zamanda Türkiye'de iki türlü faşizmin yaşandığını belirterek 'kötünün iyisi' yaklaşımıyla tercihini yaptı ve 'laik faşizm'den yana olacağını söyledi:

Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: www.aksam.com.tr


Evet Haşmetciğim, ucuz, üstünkörü, sıradan sosyolojik yorumları bırakalım. Cesur olalım ve siyaset yapalım, peki.

Ben, donla denize girenlerden rahatsız oluyorum kardeşim. 'Onlardan'.

(Bu ülkede büyük harfle 'O' diye yalnız Tanrı'dan ve Atatürk'ten sözedilir, sen niçin 'ONLAR' yazıyorsun yahu?)

Irkçı olduğum için değil. Ben Türk'üm, Türk'e karşı nasıl ırkçılık yaparım?

'Kısa bacaklı, uzun kollu ve kara kıllı olduklarından' değil. Ben de pek kılsız sayılmam hani... Bana sarışın diyeni de akıl hastanesine yatırırlar.

Seçkinci olduğum için değil, sosyaldemokratların sosyaldemokrat olmaları ve emekçiye eğilmeleri için yıllardır kıçımı yırtıyorum.

'İktidara gelirler' diye korktuğumdan değil, zaten iktidardalar. Daha ne gelecekler?

'Malımı mülkümü elimden alırlar' diye korktuğumdan da değil, malım mülküm yok.

'Üstüme saldırırlar' diye korktuğumdan da değil, tabancam var.

Neden mi Haşmetciğim? Şehirli olduğum için.

Bu elbette bir sınıf çatışmasıdır. İşçi-işveren çelişkisi değil, köylü-şehirli çelişkisidir. Türkiye'de başat olan bu çelişkidir.

Şehirli olmak ayıpsa, ben bu ayıbı aldım kabul ettim, alnıma astım. İster 'Beyaz Türk' diye dalganızı geçin, ister 'Yeşil Türk' diye, ne derseniz deyin. Ben bu olayda tarafım.

Biz şehirliler, lumpenlere gıcık oluyoruz Haşmetciğim.

Nedenini ve nasılını anlatacağım ama 'sosyolojik bilmemne' diyeceksin. Onun için politika yapayım. Lumpenlerden hoşlanmıyoruz.

Donundan da, mangalından da, müziğinden de.

Çirkinlik sevmiyoruz, başıboşluk, çapaçulluk, salaşlık sevmiyoruz. Kuralsızlık sevmiyoruz. Zevksizlik sevmiyoruz. İlkellik sevmiyoruz. Bu seçkincilik midir?

On bir milyon lumpenle kuşatılmış bir milyon, bir avuç İstanbullu olarak azıcık bizim de sesimizi yükseltmeye hakkımız olsun yahu!

Peki rahatsız oluyorum da ne yapıyorum? Faşistler gibi 'asalım keselim' demedik. 'Ucuz mayo verelim' gibi saçmalıklara da gülüp geçeriz. Peki çözüm olarak ne öneriyorum?

Hiçbir çözüm önermiyorum, çünkü çözüm yok. Çözüm, zaman içinde bunların şehirlileşmeleri, ki neresinden bakarsan bak yüz yıllık, en az üç kuşaklık bir süreç... Oysa 2105 yılında ikimizin de kemikleri bile kalmayacak.

Haa, o zaman ne yapıyorum? Donla denize girilen plajlara gitmiyorum. Radyoda ya da televizyonda arabesk duyunca düğmeyi çeviriyorum. Gecekondu mahallesinde oturmayı düşünmüyorum.

(Aslına bakarsan mayoyla denize girilen plajlara da gitmiyorum, çünkü hipertansiyon hastası olduğum için doktor güneşi yasakladı!)

Fakat, senin de belirttiğin gibi, 'bir tarafta seçkinci, ayırımcı darbecilik ve makro faşizm, öbür yanda totaliter halkçılık ve çoğunlukçu zorbalık' arasında seçim yapmayı da reddediyorum.

Çünkü bu ülkede döne döne 'laik faşizm' ile 'dinci faşizm' arasında seçim yapmak zorunda kalmaktan da bıktım. Seçmek zorunda kalınca laik faşistleri tercih ediyoruz, çünkü onlar hiç olmazsa rakı içmeye izin veriyorlar! Bu da beni yordu.

Demokrasi gelince de donuyla geliyor, ne yapalım?

Boşverelim, çünkü iki ay sonra deniz mevsimi bitince bu don geyiği de rafa kalkacak. Hangi sınıftan olursa olsun, lapa lapa kar yağarken hiçkimse donla gezmez.