BIST 9.660
DOLAR 34,61
EURO 36,25
ALTIN 2.924,92
HABER /  DÜNYA

Arazi kavgaların sebebi ’’otorite boşluğu’’

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Sosylog Germanist Prof. Dr. Sabri Eyigün, Diyarbakır’da yaşanan arazi kavg...

Abone ol

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Sosylog Germanist Prof. Dr. Sabri Eyigün, Diyarbakır’da yaşanan arazi kavgalarında meydana gelen katliamların nedeninin çözüm süreci sonrası oluşan otorite boşluğu olduğunu söyledi.
Bütün şiddet türlerinin çok sayıda nedeni olduğunu ve tek bir nedene bağlanamayacağını aktaran Eyigün, çözüm süreci boyutunun son yaşanan olaylarda etkili olduğunu dile getirdi. Çözüm sürecinden önce insanların silah kullanmada ve kavga etmede bu kadar rahat olmadıklarına dikkat çeken Eyigün, “Bir tarafta PKK’nın korkusu, diğer tarafta da jandarmanın otoritesi ve korkusu vardı. Veya bazen devlet iki aşiret arasında veya aile bireyleri arasında uzlaştırıcı bir rol de oynayabilmekteydi. Bu ikisi de kısmen çekilince, bir anlamda köylülerin hem silaha davranması daha kolay oldu, hem de uzlaştırıcı otorite devreye giremedi” dedi.

’’BASTIRILMIŞ DUYGULAR YENİDEN CANLANDI’’
Hayatın eskiye oranla normalleştiğini dile getiren Eyigün, bastırılmış duyguların yeniden canlandığını ifade etti. Eyigün, “Aslında hayat eskiye oranla normalleşiyor, bastırılmış duygular, ertelenmiş duygular yeniden canlanıyor. Eski hesaplar kaldığı yerden devam etmeye başlıyor. Bu bölgede kırsal kesimden kentlere doğru büyük göçler yaşandı. İnsanlar bir gecede köyünü ve toprağını terk etmek zorunda kaldı. Daha sonra, yani çözüm sürecinden önce, köye dönüş izni verilmiş olsa da kırsal kesimde yaşanan şiddet olaylarından dolayı güvenli olmadı için insanlar geri dönmek istemiyorlardı. Çünkü hem ortam güvensiz hem de topraklar değersizdi. Çözüm süreciyle beraber Güneydoğu Anadolu Bölgesi taşıyla toprağıyla daha da değerlendi ve bu süreçte araziler, kartopu gibi sürekli katlanarak değer kazanmaya devam ediyor. Çözüm sürecine paralel olarak köye dönmeler başladı, terk edilen köyler yeniden dolmaya, araziler sulanmaya, ekilip biçilmeye başlanıldı. Bunun için de daha önce terk edilen yerler, korkudan dolayı kimsenin ekip biçemediği ve büyük bir aileden sadece bir kardeşe terk edilen arazilere ailenin diğer fertleri de sahip çıkmaya başladı. Bu da çıkar kavgalarını gündeme getirdi. İnsanlar adeta geçmişin zararlarını bir an önce telafi etme aceleciliği içinde arazilerine sahip çıkmaya başladılar. Sınırlı olan araziler hem aynı aile içindeki bireylere az gelmeye başladı hem de rakip aileler ve aşiretler arasında geçmişte var olan, ama terör döneminde küllenen rekabeti yeniden su yüzüne çıkardı” diye konuştu.

“OLAYLARA ÇOK BOYUTLU BAKMAK GEREKİYOR”
Diyarbakır’da yaşanan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine neden olan arazi kavgalarının sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne özgü bir olay olmadığına dikkat çeken Eyigün, ülkenin tüm bölgelerine özgü bir durum olduğunu, ancak diğer bölgelerde aşiret yapısındaki duygunun olmadığını aktardı. Eyigün, “Bu şiddet eğilimi yalnız Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne özgü ve arazi kavgalarıyla sınırlı değildir. Maalesef ülkemizin tüm bölgelerinde ve her alanda şiddetin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın diğer bölgelerinde hayatın her alanında, hem kırsalda hem de şehirde bizden daha yoğun bir şiddet yaşanıyor. Kardeşler ve yakın akrabalar arasındaki kavgalar, miras ve arazi anlaşmazlığı sorunları Güneydoğu ölçeğinde olmasa da ülkemizin batı bölgelerinde de yaşanmaktadır, bu bölgelerde de sorunun zaman zaman şiddetle çözüldüğüne medyada şahit oluyoruz. Örneğin Hatay’da geçen aylarda benzer bir anlaşmazlık yüzünden bir kişi ölmüş, 300 kişi de köyü terk etmek zorunda kalmıştı. Hangi tür şiddet olursa olsun, hangi bölgede yaşanırsa yaşansın, nedeni çok boyutludur ve ancak çok sayıda değişken tarafından çözümlenebilir. Bu çerçevede sosyolojik açıdan şiddet eylemleri genelde; yaşam biçimimizi belirleyen değerler yapısı, toplumsal ve kurumsal yapı, sosyalleşme süreci, bireyler arası ilişkiler ve ekonomik durum üzerinden değerlendirilir. Bu çerçevede bölgemizde yaşanan arazi anlaşmazlıklarına baktığımızda ise katliamların ana nedenini öncelikli olarak bölgeye özgü sosyo-kültürel dinamiklerde, yine bölgeye özgü köy ve aşiret yapısında ve tabii ki çözüm sürecinin sosyal hayata etkilerinde aramak daha doğrudur" şeklinde konuştu.

“YA DAHA GÜÇLÜ OLACAKSIN, YA DA BOYUN EĞECEKSİN”
Bölgenin şiddet yapısıyla ilgili olarak karşı tarafa boyun eğdirme gibi bir düşüncenin olduğunu belirten Eyigün, bunun itaat kültürünü oluşturduğunu kaydetti. Eyigün, “Bölgenin yapısında var olan şiddet kültürü, tarihsel koşulları içinde güçlüye boyun eğme, itaat kültürün doğurmuştur. Erkekler, bir güç karşısında, ’Ya daha güçlü olacaksın, ya da boyun eğeceksin’ gibi ikili bir seçenekle karşı karşıya bırakılıyor. Üçüncü bir yol izleme şansı bırakılmıyor. Güçlüden korkma, zarar vermeme, ona boyun eğme kültürü, insanları hep güçlü gözükme zorunluluğu içinde bırakmıştır. ’Güçlü olmazsam beni yaşatmazlar’ anlayışı kişileri herhangi bir çıkar zedelenmesinde hakkını korumak için daha fazla güç kullanmak zorunda bıraktığından, anlaşmazlıklar bir yerde güç gösterisine dönüşmektedir” ifadelerini kullandı.

“TOPRAK NAMUSTUR ANLAYIŞI”
Olayların yaşanmasında toprağa biçilen rolün ve verilen değerin de etkili olduğunu aktaran Eyigün, toprağa namus gözü ile bakılmasının toprak için adam öldürmeyi olağan karşılamaya neden olduğunu belirtti. Eyigün, “Bölge insanının ’toprak’ kavramına bakışı da önemlidir. Gerçi tüm Anadolu kültüründe, hatta Ortadoğu kültürlerinde toprağa ayrı bir anlam atfedilmiş ve toprak ’Namus’ olarak algılanmıştır. Hatta Anadolu’da ’ev satılır, araba satılır, ama toprak satılmaz, çünkü toprak namustur’, gibi bir algı var. Bu algı, yani toprağı namusla eşdeğer görme algısı, Anadolu’nun diğer bölgelerine göre Güneydoğu’da daha da güçlüdür. Toprağa tecavüz, namusa tecavüz gibi algılanmaktadır. Namusa tecavüzün de karşılığı ölümdür. Güneydoğu’da toprak namustur, denilmiş ve ona namus ve şeref gibi olgular yüklemiştir, toprağa tecavüz namusa tecavüz gibi algılanmıştır” dedi.

"KİŞİSEL ÖÇ ALMA DUYGUSU”
Yaşanan öldürme vakalarında vatandaşların kendi öçlerini kendilerinin alma düşüncesinin katliamlara neden olduğunu kaydeden Eyigün, devletin ilgili mercilerine başvurma kültürünün henüz oturmadığını ifade etti. Eyigün, “Toplumumuzda kişisel olarak öç alma veya cezalandırma bicimi yaygın bir davranış tarzı olarak dikkat çekmektedir. Bireyler bazen kendi aralarındaki sorunları, devletin ilgili merci ve kurumlarının dışında kendi inisiyatifleriyle çözmeye çalışmaktadırlar. Bu tutumun temelinde, sorunun yetkili merciler ile çözümünü olanaklı kılan bir tavrın aynı şekilde korkaklıkla eş değer olarak görülmesidir” diye konuştu.
(İHA)