Araplar mı değişiyor yoksa bizler mi? Kesin olan bir şey var ki toplumlar eskisi gibi değil..
Abone ol “Tercihini cumhuriyetten yana kullanan Türkiye, alın teri, kan ve gözyaşı ile kendisine milletler arasında bir yer ayarladı... Türkiye artık, Ortadoğu’da hedef ve çıkarları olan etkin bir devlet...Araplar da artık Türkiye’ye farklı açılardan bakmalı.”Türkiye uzun zaman süren yokluğun ardından, Ortadoğu’ya yeniden etkin bir aktör olarak döndü, çünkü ülkenin çıkarları bölge sorunlarına müdaheleyi zorunlu kıldı. Bu dönüş, Ortadoğu siyasetindeki dengelerde, Arap elitlerinin düşünce formatlarında ve Türkiye’ye yönelik bakış açılarında etkisini gösteriyor. Fakat aynı Arap elitler 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesinden bu yana Türk tarihi deneyimini değerlendirirken bazı önyargılara boyun eğmişlerdi!
Türkiye’nin bölgede aktif rol oynamadığı yılların, nispeten uzun bir dönem olduğu doğru. Ancak Arap elitlerin ve solcusundan sağcısına Arap siyasi akımlarının kullandığı ‘ideolojik mercek’ bu büyük, köklü ve bölgenin tarihinde etkili ülkeye doğru bakmayı engelledi.
Milliyetçi ve solcu eğilimlere sahip Arap elitlerin büyük bir kesimi, geçen yıllar boyunca olayları ve olguları kendi değerli(!) yargılarına göre değerlendirdiler. Çoğunlukla Türkiye’nin soğuk savaştaki duruşuna ve NATO üyeliğine bakarak, onu belli bir uluslararası grubun parçası olarak gördüler. Bu yüzeysel bakış açısı, bölgedeki bu önemli ve etkili ülkede yaşanan gelişmelerin ve değişimlerin takibini engelledi.
TÜRKİYE İMPARATORLUKTAN KALANLARI KURTARDI
Arap Siyasal İslamı’nın destekçileri ise cumhuriyeti, İslam hilafet devletinin düşüşünü hazırladığı ve bu devletin enkazı üzerine kurulduğu noktasından hareketle algıladılar. Yani Siyasal İslam’ın bakışına göre Türkiye Cumhuriyeti ‘tarihi bir suç’ üzerine inşa edildi. Oysa Türkiye Cumhuriyeti yıllar önce çözülen ve Batı dünyasının öldüğü hükmünü verdiği bir imparatorluktan kurtarılabilecekleri kurtaran tarihi bir başarı oldu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, Türk topraklarını İngiliz, İtalyan ve Yunanlı işgal güçlerinden geri almadan önce, sadece hilafetin merkezi değil, Türkiye’nin büyük bir bölümü işgal edilmişti.
LAİKLİK TARİHİ TERCİH
Türkler cumhuriyet ile Batıya katılma ve laik değerleri hayata geçirme tercihini yaptılar ve modern tarihlerindeki bu hayati tercihin ağır bedelini ödediler. Fakat cumhuriyetin ilanından seksen küsur yıl sonra adil bir inceleme yaparsanız, bu tercihin Türkiye’nin çıkarına olduğu sonucu çıkıyor. Türkiye’de laikliğin bazen sert olduğu doğru. Ancak Türkiye’nin laikliğini eleştirenler, aynı zamanda İslamcı arka plana sahip bir partinin Türkiye’de iktidara gelmesinin de laikliğin olumlu bir sonucu olduğunu da gözlemlemeliler. Türkiye’nin Arap komşularındaki büyük gerilemeye karşın, siyasi ve ekonomik olarak elde ettiği büyük ilerleme de göz ardı edilmemeli. Arap-İsrail çekişmesi, Arap ülkelerinde ekonomik, siyasi ve sosyal kalkınmanın gecikmesinde önemli rol oynasa da, Türkiye’yi Arap ülkelerinden ayıran büyük uçurumu sadece bu sebebe dayanarak açıklamak mümkün değil.
TÜRKİYE ALIN TERİ İLE KENDİNE BİR YER AYARLADI
Türkiye alın teri, kan ve gözyaşıyla kendisine milletler arasında bir yer ayarladı. Şu an petrol zengini bütün Arap ülkelerinden, İran ve İsrail’den de önde dünyanın 17. ekonomisi. Türkiye melek değil, ancak şeytan da değil. Ayrıca bu bölgeye de tepeden şemsiye ile inmedi. Türkiye geçmişte olduğu gibi, süper güçlerin bölgedeki vitrini değil. Şu an Türkiye, uluslararası ve bölgesel koalisyonlar kanalıyla gerçekleştirmek istediği hedefleri ve çıkarları olan etkin bir devlet. Türkiye’ye bu çerçevede bakmak gerekli. Türkiye yeni dış politikasını, bazı ülkelerle kurulan paktlara üye ülke konumundan, herkesle mesafesini koruyan ve aynı anda iletişim kuran bölgesel bir merkeze taşımayı hedefliyor.
Bu noktada son dönemde Kahire’ye gelen Türk aydınlardan duyduğumuz, Arap komşularının kendilerini yeterince anlamadığına dair gözlemler dikkat çekici. Arap ülkeleri şu an Türkiye’ye, bölgedeki İran nüfuzunu dengelemekte kullanılabilecek bir “ağırlık” temelinde bakıyor. Türk aydınlar, kendilerinin bölge ülkeleri tarafından örnek alınacak bir model olmadığını ifade ediyor ve İran’a bölgesel bir rakip olarak bakmıyorlar. Bu yüzden gerek Kuzey Irak ve Kürt oluşumunda, gerekse Suriye ve İsrail arasındaki müzakere çalışmalarında, öncelikle ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ediyor.
“AKP’NİN BAŞARISI ARKADAŞIMIZIN ZAFERİ”
Arap dünyası, bölgeye yeniden dönen komşularını, bir denge unsuru olarak kullanmayı hedefliyor. Oysa bütün bölgesel taraflara aynı mesafede durduklarını ifade eden Türk aydınları gibi bakmayı beceremiyorlar. Bütün Arap eliti ve siyasilerinin Türkiye düşmanı olduğunu söylemek mümkün değil. Fakat Türkiye’ye karşı eksik bir bakış açısı olanlar var.
Mesela Türkiye’nin İran’a karşı ‘denge unsuru’ olabileceğini düşünenler, AKP’nin iktidara gelişini, “laik düşmanlara karşı arkadaşlarının zaferi” olarak yorumluyor. Yaşanılan bu abartılı sevinç, seçim zaferinden bu yana Türkiye ile ilişkileri şekillendiriyor. Türkiye ile diyaloğa önem verenlerin taktığı bu yeni ‘ideolojik mercek’ ile Türk-Arap ilişkileri, beş yıl önceki haline değil, Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukları dönemindeki haline gidiyor. Bunun en önemli sebebi ise İslamcı olmayan Türk elitlerden büyük bir kesimin Ortadoğu’ya ilgi göstermemiş olması ve AKP ile bölgeye yeniden ilgi gösterilmeye başlaması. Artık Türkiye’ye birçok kişi AKP penceresinden bakıyor ve çoğu zaman Türkiye “AKP’nin ülkesi” olarak görülüyor. AKP’nin, Türk partilerinden sadece biri olduğu unutuluyor.
Araplar, Türkiye’ye görmek istediğimiz bakış açısıyla değil, farklı boyutlarla ve çeşitli açılardan bakmalıdır. Çünkü coğrafya milletlerin kaderidir ve Arapların Türkiye ile tarihi bir komşu ve medeniyet olarak ilişki kurması gerekmektedir. Belki Türkiye ve farklı partileri bölgeye yönelik düşüncelerini ifade etmeye ve bölge sorunlarına daha ciddiyetle yaklaşmaya başlarlar. Ve böylece Türkiye, 1923’ten bu yana Araplar gözündeki tekelleşmiş imajından kendisini kurtarabilir.
* Mustafa Ellibad (Bölgesel ve Stratejik Araştırmalar Doğu Merkezi Direktörü), Lübnan gazetesi El Nehar, 3 Aralık 2008, Arapçadan çeviri: HALİL ÇELİK