BIST 9.470
DOLAR 34,58
EURO 35,99
ALTIN 3.005,27
HABER /  GÜNCEL

Arap değil Şerif Hüseyin isyanı

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kurşun, kimi çevrelerde Araplarla ilgili dile getirilen görüşe dair değerlendirmelerde bulundu.

Abone ol

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, "Arap isyanı" olarak adlandırılan isyana artık tarihçilerin ve pek çok sosyal bilimcinin "Şerif Hüseyin isyanı" dediğini belirterek, "Arap liderlerden İbn Reşid, İmam Yahya, Uceymi Sadun Paşa ve Şekip Arslan, savaşın sonuna kadar sabırla Osmanlı'nın yanında oldular." dedi. 

Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, AA muhabirine "Arap isyanı" olarak adlandırılan "Şerif Hüseyin isyanı" ile bazı muhalefet çevrelerinin Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) yönelik ithamlarına ilişkin değerlendirmesinde, 1517'den 1914'e kadar geçen sürede Arap coğrafyasındaki Osmanlı idari yapısının değişiklik gösterdiğini, meseleyi anlamak için dönemin yönetim yapısı ve koşullarının iyi bilinmesi gerektiğini söyledi.

İngilizler adına Şerif Hüseyin'i organize etmek üzere görevlendirilen Lawrence'in sürekli Arap milliyetçiliğine veya Arap birliği fikrine vurgu yaparak Arapları Türklerden koparmayı hedeflediğini dile getiren Kurşun, "Her halükarda şunu bilmemiz gerekiyor ki, bu isyanın adı 'Arap isyanı' değildir. Bu vakaya artık modern Arap tarihçileri ve pek çok sosyal bilimci 'Şerif Hüseyin isyanı' demektedirler. Tarihteki diğer isyanlarla da kıyasladığımızda bunu çok net görebiliriz." diye konuştu.

"Bütün Arapların Osmanlı'ya isyan ettiğini söylemek tamamen cehalettir"

Hicaz'dan, Necid merkez olmak üzere, kısmen Yemen'e ve Irak sınırına doğru uzanan coğrafyada binlerce kabile yaşadığı bilgisini veren Prof. Dr. Kurşun, şöyle konuştu:

"Bunların toplamına baktığımızda Şerif Hüseyin'e destek verenlerin toplam nüfusun onda biri olduğunu söyleyebiliriz. İkinci bir husus da bunların isyana destek verme nedenleridir. Yani bunlardan bazıları güçlü bir otorite yokluğundan kim isyan ederse etsin, destek verecekti. Şerif Hüseyin'in güçlerinin büyük bir bölümü bedevi Araplardan oluşmaktaydı. Bu da isyanın niteliğini açıklamaya imkan vermektedir. Diğer taraftan Arap dünyasının yarısı zaten işgal altında ve Osmanlı ile bağlantısı yok. Ama Osmanlı idaresinde kalan şehirlerde halk ile Osmanlı ordusu arasında büyük bir dayanışma var. Hatta hizmetleri karşılığında onlara yüzlerce madalya gönderilmiş. Cemal Paşa'nın dördüncü ordusunda özel Arap birlikleri vardı ve sonuna kadar Osmanlı saflarında savaşmışlardır. Aynı şekilde Arap liderlerden İbn Reşid, İmam Yahya, Uceymi Sadun Paşa ve Şekip Arslan, savaşın sonuna kadar sabırla Osmanlı'nın yanında oldular. Özetle bütün Arapların Osmanlı'ya isyan ettiğini söylemek tamamen cehalettir. Artık bu söylemi geride bırakmak zorundayız."

"Yakın tarihi biraz daha fazla okumalarını öneriyorum"

Prof. Dr. Kurşun, ÖSO üzerinden Şerif Hüseyin isyanını ele almayı da "garabet" olarak niteleyerek, Osmanlı döneminde ÖSO gibi Osmanlı ordusu ile dayanışma göstermiş pek çok grup olduğunu söyledi.

İki olayı birleştirmeyi anakronik bir yaklaşım ve bilgisizlik olarak gördüğünü ifade eden Kurşun, şöyle devam etti:

"Ya da en azından bugünü izah etmekte yetersiz kalındığından tarihten bir referansla anlatma girişimdir. CHP'nin Esed ve taraftarları ile bir dini ve mezhebi dayanışma sergileyeceğini asla düşünmek istemiyorum. Zaten böyle olursa Türkiye Cumhuriyeti Partisi olarak varlıklarını da sürdüremezler. Muhtemelen siyaseten Suriye meselesinde ellerinde hiçbir çözüm önerisi olmadığı için tarih üzerinden ÖSÖ'yu tanımlama gayretine girmiş olabilirler. Her fırsatta Türkiye'nin kurucu partisi olduklarını iddia eden CHP'ye ve kurmaylarına 'yakın tarih'i biraz daha fazla okumalarını öneriyorum. Mesela, Mustafa Kemal'in 24 Nisan 1920'de TBMM'de kapalı oturumda Suriye ve Irak hakkında yaptığı konuşmayı okumalarını öneririm." 

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Toplum ve Medya Araştırmaları Direktörü Yrd. Doç. Dr. İsmail Çağlar ise Araplara karşı olan öfkenin temel kaynağının Türkiye'deki resmi ideoloji ve tarih yazımı olduğunu öne sürdü.

Cumhuriyet ilk kurulduğunda bir "Türk" kimliği inşa edilmek istendiğini dile getiren Çağlar, şunları anlattı:

"Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan sonra Cumhuriyet, Anadolu coğrafyasında kalan Türklere bir milli kimlik vermeye çalıştı. Bu kimliği de din ve gelenek karşıtı bir yerden vermeye çalıştı. O noktada İslami geçmişin kötülenmesi, yok sayılması temel bir stratejiydi. O dönemdeki tarih kitaplarına bakarsanız Türklerin atası olarak Sümerler, Etiler zikredilirken Osmanlı ve Selçuklu geçmişi, dinle olan irtibatı nedeniyle yok sayılır. Bu kimlik oluşturma sürecinde Araplar İslamiyet'in temsilcisi olarak görüldü. Yüzünü batıya dönen Türkiye'nin kötü geçmişini çağrıştırıyordu. O nedenle bir Arap düşmanlığı ortaya çıktı ki bu düşmanlığın arkasında aslında İslam düşmanlığı, İslamı toplumdan silme çabaları yer alıyordu."

"Arapların hepsini bir kalemde değerlendirmek oryantalist bir bakış açısıdır"

Arapların isyan edip "Türkleri arkadan vurduğu" söylemini değerlendiren Çağlar, şöyle konuştu:

"Yunanlar, Arnavutlar ve Osmanlı tebası olup daha sonra bağımsızlığını kazanmış diğer toplumlar bizi ne kadar arkamızdan hançerlediyse Araplar da bizi o kadar arkamızdan hançerlemiştir. 'Araplar bizi arkamızdan hançerledi' derken Şerif Hüseyin isyanı kastedilir. Bu bile bu düşüncenin ne kadar toptancı olduğunu gösteriyor. Yarımada Arapları ile, Şam beldesi Arapları, Kuzey Afrika'daki Araplar hepsi birbirinden hem tarihi olarak hem de günümüze çok farklı topluluklardır. Bunların hepsini bir kalemde değerlendirmek oryantalist bir bakış açısıdır. Osmanlı imparatorluğunda ayrılan diğer tüm etnik gruplar gibi Araplar da kendi bağımsızlık sevdalarına düşmüşlerdir." 

Popüler anlatıdaki Arap algısına da değinen Çağlar, "Turhan Selçuk yıllarca Cumhuriyet gazetesinde 'Abdülcanbaz' karikatürleri çizmiştir. Abdülcanbaz Arap değildir ama kötü, düzenbaz Arap imajını yeniden üretmektedir. Türk sinemasında görgüsüz, kaba, cahil ve pis Arap tiplemeleri yaygındır. Bu unsurlar üzerinden toplumumuzda bir ön yargı oluşmuştur. Resmi tarih yazımının Arap nefreti bu popüler ürünlerle beslenmiştir." şeklinde konuştu.

Bugün ÖSO üzerinden yapılan karalama kampanyasının bu popüler algıdan güç bulduğunu söyleyen Çağlar, şunları kaydetti:

"Suriye'de savaşan grupların kim olduğu, hangilerinin uluslararası sistem tarafından terörist olarak kabul edildiği bellidir. Örneğin bugün Türkiye'nin yanında savaşan ÖSO güçlerinin bir kısmı geçmişte ABD tarafından da desteklenmiştir. Bunların dünyanın terör örgütleri olarak kabul ettiği DEAŞ, El Kaide, Nusra ve türevleri ile ilgisi yoktur.