Birçok önemli davada ismi gündeme gelen Talak Şalk, hatıralarını Aksiyon Dergisi'ne anlattı.
Abone olwww.aksiyon.com.tr'de yayınlanan Faruk Mercan imzalı röportajda Şalk, çok çarpıcı açıklamalarda bulunuyor.. “APO idam edilmekten çok korkuyordu” Talak Şalk, 17 Şubat'ta emekli oldu. Şalk 33 yıllık meslek hayatını tamamladıktan sonra hatıralarını ilk kez Aksiyon'a anlattı. Talat Şalk, tam bir yıl önce, enerji ihalelerindeki yolsuzlukları soruşturan Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı olarak gündemin bir numaralı ismiydi. Soruşturma kapsamına ANAP’lılar alınınca hükümetin ateş hattına girmişti. Düello en üst seviyede yapılmaktaydı. Başbakan Bülent Ecevit ve ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın doğrudan hedefi oldu. Şalk o meşhur çıkışını yaptı: “Beni korkutup kaçırtmak istiyorlar. Ancak ben korkup kaçmayacağım. Olayların üstüne gitmeye devam edeceğim.” Gerçekten de Şalk kaçmadı ve enerji yolsuzlukları ile ilgili üç ayrı iddianame yazdı, üç dava açtı. Çok sayıda dosyayı da ayrıntılı bilgilerle Ankara Adliyesi’ne gönderdi. Şalk’ın açtığı ilk dava mahkumiyet kararlarıyla sonuçlandı, diğerleri ise devam ediyor. Şalk’ın Enerji Bakanı hakkında doğrudan dava açma yetkisi yoktu ama iddianamesinde açıkça bakanı suçladı ve Meclis’in bakanı Yüce Divan’a sevketmesinin yolunu açtı. Ancak Meclis Soruşturma Komisyonu, hükümetin desteğiyle Ersümer’i Yüce Divan’a göndermedi. Talat Şalk, 33 yıl süren savcılık hayatını 17 Şubat 2003 günü noktaladı ve emekliliğinin ikinci gününde Aksiyon dergisine konuştu. 15 yılı Ankara DGM’de geçen Şalk’ın açıklamaları bir dönemin perde arkasını aydınlatacak kadar önemliydi. Çünkü Şalk, 1991—95 döneminde Türkiye’nin nasıl bir sıkıyönetim ve askeri müdahalenin eşiğinden döndüğünün en önemli tanığıydı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ı sorgulayan ve Öcalan’ın “Beni asarlar mı?” sorusuna muhatap olan savcı oydu. Sadece Türkiye’nin değil, Batı dünyasının da yıllarca peşinde koştuğu ünlü uyuşturucu kaçakçısı Urfi Çetinkaya’yı kuvvetli delillerle donanmış bir iddianameyle mahkemeye çıkaran savcı oydu. Şalk, görev süresinin son iki yılında, gümrüklerdeki ve enerji ihalelerindeki yolsuzlukların üzerine cesurca giderek Türk kamuoyunda “Süper Savcı” unvanını kazanmıştı. İspanyollar da, “Bizde İspanya Kralı kadar meşhurdur” dedikleri Urfi Çetinkaya’yı cezaevine gönderen Şalk’a borçlarını “devlet nişanı” madalyası vererek ödediler. Özal’a suikast günü nöbetçi savcı Talat Şalk, Prizrenli bir baba ve Kırcaalili bir annenin çocuğu olarak 1938’de Edirne’nin Keşan ilçesinde dünyaya geldi. İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’nden 1957’de mezun olduğunda hukukçu olmaya hiç de niyetli değildi. Bir yıl Edebiyat Fakültesi’nin tarih bölümünde okuduktan sonra hukuk okumaya karar verdi ve 1966 Şubatında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1969 Eylülünde Tekirdağ’da staja başlayan Şalk’ın ilk görev yeri Mardin’in Kızıltepe ilçesiydi. 1974 başına kadar burada kaldı. Kızıltepe’den sonra dört yıl kadar İskilip Savcılığı yapan Şalk, Türkiye adım adım 12 Eylül 1980 müdahalesine giderken 1978’den 1981’e kadar Mardin’deydi. Altı yıl da Düzce Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptı ve 1987’de Ankara Cumhuriyet Savcısı oldu. 1988’de Başbakan Turgut Özal’a suikast yapıldığı gün Ankara Adliyesi’nin nöbetçi savcısı Şalk’tı: “1988’in en önemli eylemi Turgut Özal’a yapılan suikasttı. Tesadüfen o gün ben nöbetçiydim. Olay yerine ilk giden bendim. Gittiğimde kongre sebebiyle Adalet Bakanı oradaydı. Polisler gerekli tedbiri almıştı. Biz ilk incelemeyi yaptık. Ondan sonra DGM savcıları geldi, soruşturmayı devraldılar.” Şalk’ın Ankara Savcılığı dokuz ay sürdü. Özal suikastinden kısa süre sonra 1988 Temmuz ayında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne tayin edildi: “Beklemediğim şekilde bir tayin oldu. Emekli oluncaya kadar da Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde çalıştık. Meslek hayatımın hemen hemen yarısına yakın bir zamanı Ankara Devlet Güvenlik’te geçti.” Komutanlara evlerinde tuzak 3 Kasım seçimlerinde Doğru Yol Partisi’nden milletvekili adayı olan Şalk, eğer DYP barajı geçseydi Meclis’e İzmir Milletvekili olarak girecekti. Konuşmamızda ilk olarak 1980’li yılların sonuna gidiyoruz. Türkiye yeniden bir “terör kıskacı”na alınmış ve yeni bir askeri müdahale beklentisi yükselmişti. “1991—95 arasındaki çalışmalarımızla yeni bir askeri darbeyi önledik” diyen Şalk’ın şu sözleri, Ankara DGM’nin o tarihte Türkiye’ye uygulanan bu stratejinin farkında olduğunu gösteriyor: “1990’dan itibaren Ankara’da adam öldürmeler başladı. Terör örgütlerinin faaliyetleri çoğaldı. 1991—95 arası hakikaten Türkiye için önemli yıllardı. PKK terörünün en azgın olduğu dönem. Ayrıca DHKP—C, TİKKO, MLKP gibi örgütlerin en hızlı olduğu dönemdi. Bu dönemde —ben Ankara’da olduğum için Ankara DGM’yi söylüyorum— iyi hizmet ettiğimize inanıyorum. Hakikaten halkın bir çoğunun bu terörden haberi bile olmadı. Mücadelesini biz ve terörle mücadelede görev alan polisler, istihbarat birimleri yaptık. Bu mücadele olmasaydı en azından Türkiye bir sıkıyönetim ilanı ile karşı karşıya kalabilirdi. Zaten Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kuruluş amacı bu. Terör olaylarını sıkıyönetime gerek kalmadan önlemek. Ama siviller görevlerini yapamayınca asker ister istemez gelir. Sıkıyönetim kendiliğinden gelir. Biz o dönemde sivil birim olarak görevimizi yaptık.” Bu zaman dilimini Türkiye için çok kritik bir dönem olarak gören Şalk’tan, “daha açık” konuşmasını istediğimizde şunları söylüyor: “Mesela Hulusi Sayın Paşa öldürüldü. İsmail Selen Paşa öldürüldü. Mehmet Topaç (Adalet eski Bakanı) bu dönemde öldürüldü. Bir astsubay, bir doktor öldürüldü. Ve bu öldürmeler çok devam ederdi. Mesela generallere yapılmak istenen suikastler vardı. Hem de evlerinde. Herşeyi hazırlamışlar. Bunlar eyleme geçmeden yakalandı. Suikast yapılacak komutanlar üst seviyede komutanlardı. Bu teröristlerin bir bölümü çatışma ile ele geçirildi. Bunun gibi birçok şey var. İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde büyük bir eylem yapılmıştı. Gazi olaylarının benzerini yapmak için MLKP esaslı adamlarını gönderiyor buraya. Polis bunları, eylem yapma fırsatı vermeden delilleriyle birlikte kıskıvrak yakaladı. Ondan sonra tekrar ikinci elemanlar gönderildi. Onlar da yakalandı. Halkın bilmediği bir çok şey var. Bu, DGM ile polisin bir ekip çalışmasıdır. Bu şekilde başarıya ulaşıldı. Biz o dönemde karşılıklı güvenle bunu sağladık. Hakikaten Türkiye için iyi işler yaptığımıza inanıyorum.” Hablemitoğlu suikasti zor aydınlanır Ancak, 1988’den itibaren Ankara’da yabancı diplomatlara ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok gibi isimlere yapılan suikastlar 10 yıl süreyle aydınlatılamamıştı ve bu olayları aydınlatma görevi de Nusret Demiral başkanlığındaki Ankara DGM savcılarınındı. Bu konuyu sorduğumuz Şalk şu cevabı verdi: “Uğur Mumcu olayının, Bahriye Üçok olayının hiçbir delili yoktu. Bunların faillerinin yakalanacağından da umutlu değildim. Sadettin Tantan zamanında tesadüfen böyle biri ele geçmiş (Hizbullah operasyonundan sonra yakalanan Yusuf Karakuş). Adam gevezelik yaparken bir yere vardırıyorlar. Ondan sonra operasyon başlıyor, çorap söküğü gibi arkası geliyor. Güzel bir operasyon yapıldı, deliller iyi toplandı. Bazıları şüphe ediyor, hiç şüpheniz olmasın, mahkum olanlar bunları gerçekleştiren şahıslar. Mahkeme çok güzel karar verdi. Bazı olayların aydınlanması gerçekten zor oluyor. Mesela yakında Necip Hablemitoğlu öldürüldü. Hablemitoğlu olayı da öyle. Ne zaman ortaya çıkar, bilinmez. Devlet bütün gücüyle çalışıyor. Her olayın üzerine gidiliyordu. Hele bir savcı için, en büyük üzüntü olayın faili meçhul kalmasıdır.” Bu arada Emniyet’in, “Gazi olayları tipik bir terörist faaliyete benzemiyordu” yorumunu, bu olayların arkasında Yeşil olduğuna dair bilgileri, aynı dönemde Sivas’ta Aziz Nesin’e yönelik protestonun Madımak otelindeki faciaya kadar uzanmasını ve Ankara’da “Bosna mitingi” adı altında tezgahlanıp Amerikan Büyükelçiliği’nin işgali girişimine kadar uzanan provokasyonları hatırlatıyoruz. Şalk’ın yorumu şöyle oluyor: “Ben İstanbul’da olan olayları bilmiyorum. Yeşil denilen şahsın orada rolü olup olmadığını da bilmiyorum. Ama buraya gelenler MLKP elemanlarıydı. Savcı Bey beni asarlar mı? Talat Şalk, Abdullah Öcalan’ı İmralı’da sorgulayan üç kişilik savcılar heyetinin en kıdemli üyesiydi, dolayısıyla fiilen ekibin başkanıydı. Öcalan’ın yakalandığını o sabah Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürü telefonla haber vermiş: “Gözün aydın, Abdullah Öcalan yakalandı dedi. Çünkü ben arada sırada inşallah Abdullah Öcalan’la bir gün karşılaşırız, diyordum.” Şalk, Öcalan Türkiye’ye getirilir getirilmez, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin devreye girdiğini belirtiyor. Savcıların hava muhalefeti sebebiyle iki—üç gün İmralı’ya gidemediği sırada öteki devlet birimlerinin yaptığı sorgulamalar DGM savcılarının izni ve bilgisi dahilinde olmuş. Öcalan’ın hukuk karşısındaki pozisyonu “gıyabi tutuklu” olduğundan bu prosedüre özen gösterildiği anlaşılıyor: “Devlet bizden birşey saklamadı. Buraya getirilir getirilmez hemen hukuki prosedür işletildi. Bizden habersiz öyle 15—20 gün tutmadılar.” Şalk, İmralı’da Öcalan ile ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Abdullah Öcalan çok namlı bir adam olduğu için, sadece o değil biz de heyecanlıydık. Ne göreceğiz acaba diye. Onu bir masaya oturtmuşlardı. Bizi görünce ayağa kalktı. Biz de oturduk. Kendimizi tanıttık. Dedik ki biz cumhuriyet savcısıyız. Seni sorgulamak için geldik, sen de şusun. Abdullah Öcalan biraz ölümden korkan bir insan. Bizi görünce rahatladı. Çünkü hukuki prosedürün başladığını anladı. Şimdiden sonra ne olursa, mahkemede olacağını gördü. Abdullah Öcalan örgüt lideri olduğunu, örgütün eylemlerinden sorumlu olduğunu kabul etti. Devletin istediği bilgileri vermedi ama hukuken bize yetecek bütün bilgiyi verdi. Sorgudan sonra tutuklanmasını istedik. Hakim de bizimle beraber gelmişti. Hakim de sorguladı ve tutuklandı.” Acaba “devletin istediği bilgiler” neydi? Şalk, bunların “PKK’nın arşivi ve parası” gibi konulardaki detaylı bilgiler olduğunu ifade ediyor. Bu sorgudan sonra Öcalan Ankara DGM’ye bir mektup göndererek, “Söylemek istediğim şeyleri söyleyemedim” diyor. Yeniden ifadesi alınmak üzere Talat Şalk ve Cevdet Volkan bir daha İmralı’ya gidiyor. Ancak bu sorguda da Öcalan savcılara önemli sayılabilecek yeni bilgiler vermiyor. Ancak bu sorguda çok ilginç bir gelişme yaşanıyor: “Bilgisayardaki polis memuru çok acemiydi. Bir sürü hata yapmış. Bizim Başsavcı Cevdet Bey, onları düzeltmeye uğraşıyordu. Ben yanına yaklaştım. ‘Beni asarlar mı?’ dedi. İlk sorduğu soru da bu oldu. Ben de tabii, ‘Yok, Türkiye’de kaç senedir idam olmuyor’ dedim. ‘Ama beni asarlar mı?’ dedi. Birşey diyemiyorsun. Yok yok olmaz herhalde dedim. Ondan da belli ki hayati endişesi vardı, korkuyordu.” Cumhur Ersümer gözümde suçludur Acaba Abdullah Öcalan’ın ifadelere geçmemesi kaydıyla savcılara söylediği bir şey olmuş muydu? Bu soruya “Hayır” diyen Şalk onunla ilgili ilginç bir gözlemini de şöyle aktarıyor: “Bizim karşımızda çok sempatik duruyordu. Galatasaraylılığından bahsediyordu ama görüldüğü gibi değil. Gözü kanlı bir insandı, verdiği emirlerden belliydi. Hiç gözünü kırpmadan yanındakilerden üç beş kişiyi öldürttürebiliyormuş. Öyle tip bir adam. Öldürülmekten korkan bir insandı.” Enerji ihalelerindeki yolsuzluk soruşturmasını hatırlatarak, “Galiba meslek hayatınızda sonuçlandıramadığınız tek dosya” dediğimizde Şalk buna itiraz ediyor: “Yok, sonuçlandırdım. Benim yazdığım iddianame üzerine mahkeme karar da verdi. Yargıtay Başsavcılığı da benim bildiğim kadarıyla onama istemiş. Arkadan iki dava daha açtım. Biri TEDAŞ’la ilgili, diğeri BEDAŞ ile, yani Başkent elektrik ile ilgili. TEDAŞ davası bizde görülüyordu. Ben de duruşma savcısı olarak mahkemeye çıkıyordum. 313. madde değişikliği ile bu davalar DGM’den alındı. Şimdi Ankara Adliyesi’nde devam ediyor. BEDAŞ dosyası da öyle, o da devam ediyor. Orada tutuklama olmadı ama benim dava açtığım şahısların hepsi suçluydu. Bir ölçüm aleti varmış, test ölçüm aleti. Vatandaş bir tesis yapınca oraya elektrik döşüyor. Orada elektrik kaçağı var mı diye bu test aletini istiyor. Bu test ölçüm aleti BEDAŞ’ta. Vatandaş bunu parayla alıyor. Parayı makbuz karşılığı vermesi lazım. Vatandaş bu aleti istemeye gelince, makbuzsuz para toplamışlar. Biz bu parayı daireye harcadık diyorlar. Ben ne bileyim senin daireye harcadığını? Bu, bal gibi suçtur. Ne karar verecekler bilmiyorum. Davayı açalı bir seneden fazla zaman oldu, sonuçlanmadı. Daha bir çok konu hakkında görevsizlik kararı verdim. Bizim mahkemenin görev alanına girmediği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılğı’na gönderdim. Görevsizlik kararı verirken de üşenmedim. Çalıştım, oradaki savcılara yardımcı olsun diye 15—20’şer sayfalık gerekçeli görevsizlik kararları verdim. Bu davalar açıldı mı, açılmadı mı bilmiyorum. Bunlardan biri nükleer santral ihalesi ile ilgiliydi. Hepsini yaptım. Ben sonuca gittim ama dosya sayısı çok fazla olduğu için birtakım işleri belki inceleyemedik. Ama çoğu neticelendi. Şalk, “Akkuyu Nükleer Santrali İhalesi”ndeki yolsuzluk dosyası için Ankara Adliyesi’nden takipsizlik kararı çıkmasına şaşırdığını gizlemiyor: “Niçin bu kararı vermişler anlayamadım. Aslında orada da bir sürü şeyler yapılmış. Daha işin başında, zarf açmadan ihalede belli bir firma hep kollanmış.” Savcı Şalk ile Anavatan Partisi arasındaki büyük savaşa yolaçan kavganın en önemli sebeplerinden biri bu nükleer santral ihalesinde partiye verildiği öne sürülen 50 milyon dolar rüşvet olayıydı. “O olay olmuş mudur, olmamış mıdır bilmiyorum ama sanıklardan bir tanesinin lafıdır” diyen Şalk, sanığın bu ifadeyi hakim önünde de tekrarladığını belirtiyor. Şalk, enerji ihalelerinde dönen yolsuzlukların boyutlarını anlatırken çok çarpıcı bir örnek veriyor: “Bir enerji firması yetkilisi, bir bürokrata ‘Sen çok yoruldun, git biraz dinlen, tatil yap’ diyerek 40—50 bin doları sırf bu amaçla veriyor. Rakamlar o kadar uçmuş ki 50 bin dolar onlara çerez gibi geliyor. Çok şeyler vardır dosyalarda.” Mavi Akım soruşturmasını da kendisi başlatacakken gazeteci—yazar Nazlı Ilıcak’ın Mavi Akım olayı ile ilgili verdiği bir dilekçenin, DGM Başsavcısı Cevdet Volkan tarafından başka bir savcıya (Nuh Mete Yüksel) havale edildiğini belirten Şalk, bir konunun altını özellikle çiziyor: “ANAP aleyhine çalışmam diye bir şey sözkonusu değil. Ama enerji bakanlığı onlarda olduğu için o parti aleyhine çalışmış gibi göründüm. Beni sadece sanıklar ilgilendirir, parti ilgilendirmez. Cumhur Ersümer’i suçlu gördüm. Bugün de görüyorum. Ama ANAP’lı olduğu için değil. Tahkikat sonucuna göre. Ersümer Doğru Yol Partili de olabilirdi.” Şalk’a göre gerek dönemin Enerji Bakanı Cumhur Ersümer, gerekse yolsuzluk davasıyla ismi gündeme gelen Bayındırlık Bakanı Koray Aydın mutlaka yargı önüne çıkıp hesap vermeliydi. Enerji ihaleleri soruşturması sırasında yaşananlar sebebiyle Adalet Bakanlığı’nın kendisi hakkında soruşturma açtığını belirten Şalk, soruşturma sonucunda, “Mesleğin vakarına uygun düşmeyen davranış”tan dolayı uyarı cezası aldığını belirtip, “Başımıza bu da geldi” diyor. 33 yıl devlete hizmet etmiş ve 15 yılını terörle mücadeleye ayırmış Şalk’a toplum, “Süper Savcı” unvanı verirken, Adalet Bakanlığı’nın bu “uyarı cezası” ile uğurlaması belli ki onu derinden yaralamıştı.