Anlaşılmak için yaşamak, peşinen ölmek midir?
Yaratılanlar arasında son nefesine kadar anlaşılmayı bekleyen, hatta gerçek manada öldükten sonra anlaşılacağını uman tek varlık insan. Yaşadığımız zor zamana rağmen bu özlemimizi devam ettirebilmek, umutlarımızı canlı tutmak için şimdilik yeterli.
Gözlerimizi kapayıp, dünyadaki sorunları şöyle bir düşünsek, temel sorun olarak bir insanın başka insanı ya da toplumun başka bir toplumu anlayamamasının derin izlerini her yerde görebilmek mümkün.
Toplumsal ve bireysel ilişkilerimizde yaşadığımız sorunları, bir bina olarak tahayyül etmeye kalksak, o binanın “halden ya da birbirimizi anlamamak” üzerine kurulu olduğunu açıkça görebiliriz.
Ciddiyetle ve öncelikle ele alınması gereken hastalıklarımıza şifa aramasak da, birçok reklamda; “halden anlamak” ve “sizi anlıyoruz” gibi cümleler duyuyor; ürünlerine insanilik katma gayretindeki şirketlerin varlığına şahitlik ediyoruz. Fakat bu sloganlaştırılan ağır ifadeler, insanı anlamak için değil; insanı, iç dünyasından yakalamak için sinsi bir strateji.
Önceleri bir insanın yaşadıklarını dinlemek, kendimizi onun yerine koyabilmek, anlamasak bile anlamaya çabalamak ve hatta anlar gibi yapmak, bizim için daha kolaydı. Şimdi “yaşamak zor”, “herkesin derdi kendine”, ”geçim dünyası” diye başlayan, sonrasında ise “ben, ben…” diye devam eden silaha dönüşmüş cümlelerimiz var. Bu dili silahlı ve halden anlamaz tavrımız, insanın dibe doğru olan yolculuğuna inanılmaz bir hız kazandırıyor.
Peki, bu durum ne kadar devam edecek?
İnsani bir tecrübeyle sabittir; insanları anlamamaktaki inadımız, aynı veya benzer olaylar kendi başımıza gelene kadar devam edecek. Anlaşılmadığımızı hissettiğimiz ilk anda biz de şikâyet etmeye başlayıp insanların ne kadar duyarsız olduğundan, bencilliklerinden ve diğerkâm yoksunluğundan dem vurmaya başlayacağız. Karşımızdaki insanı, onun yaşadıklarını yaşamadan da anlayabildiğimizde “seni anlıyorum” cümlesini de klişe olmaktan çıkaracağız.
Kabul edelim; insan başkaları tarafından tastamam anlaşılacak kadar üstünkörü ve basit yaratılmış bir varlık değil. Dahası, insan kendisini dahi anlayamayacak kadar girift bir yaratılıştadır. Neden böyle davrandım? Şeklindeki soruları düşününce, bu daha iyi anlaşılabilir.
Hal böyle iken ve yapay zekânın bizi anlamasını bekleyen bir teknolojik çaresizliğin içinde bocalarken, yapmamız gereken tek şeyin birbirimizi anlamaya çalışmak olduğunu, idrak etmek gerekiyor. Çünkü çıkarları uyuşmayan hemen herkesin dile getirdiği tek bir gerçek var; insanların birbirini anlamadığı bir dünyada işler yolunda gitmiyor, gitmeyecek!
İşleri yoluna koyabilmenin tek çaresi, insan için kullandığımız kelimelere yüklediğimiz anlamları unutmak ve önyargılarımızı bir kenara bırakmak. Belki de Fuzuli; “Söz söylemek irfan ister, anlamak insan...” derken bunu kastetmiştir.