BIST 9.627
DOLAR 35,20
EURO 36,66
ALTIN 2.954,89
HABER /  GÜNCEL

Ankara gazeteciliğinin zorlukları

Tecrübeli gazeteci, Ankara gazeteciliğinin zorluklarını anlatırken, genç gazetecilere ilginç mesajlar gönderiyor..

Abone ol

Meslekte yirmi yılı geride bırakan Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila, internethaber EKO+ Dergisi’ndeki medya köşesinin Mart ayı konuğu. Fikret Bila ile ‘asker-bürokrat-siyasetçi’ üçgeninde gazetecilik yapmanın inceliklerini konuşmak üzere buluşuyoruz. Ama sohbet o kadar tatlı bir şekilde uzuyor ki, biz hükümetin Kıbrıs politikasına da, Bila’nın gezdiği internet sitelerine de atlıyoruz. Geçtiğimiz günlerde “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları” adlı kitabı yayımlanan ve büyük ilgi uyandıran Fikret Bila’ya göre, Ankara’da belgeli haber üretmek hiç de kolay değil. Basın dünyasının en sağlam kaynaklı gazetecilerinden biri olduğu kabul edilen Bila’ya, geçtiğimiz yıl Genelkurmay tarafından yalanlanan ‘Asker Rahatsız’ haberinden yola çıkarak, gazeteci-haber kaynağı ilişkilerini soruyorum. Aldığım yanıtlar, ilginç. Ve genç gazeteciler için oldukça önemli mesajlar taşıyor… Siyaset, bürokrasi, asker üçgeninin ortasında olmak, Ankara gazetecisine ne gibi sorumluluklar yükler? Ankara gazeteciliğinin kendine özgü kuralları var. Bu kuralları da, işlevi yaratmış durumda. ‘Ankara gazeteciliği’ diye bir kavramdan söz etmek mümkün. Bunun en önemli faktörü güvenilir olmak. Yani Ankara gazetecisinin verdiği haber, mutlaka doğru olmalı. Çünkü haber kaynağına çok yakın. Bu nedenle kontrol edilmiş, doğrulanmış haberleri vermeye özen göstermesi gerekiyor. Böyle özel bir yönü oluyor Ankara gazeteciliğinin. Demin bahsettiğiniz üçgende çalışırken, üçgenin her köşesi ile kanallarınızı açık tutmanız gerekir. Kanallarınızı açık tutabilmeniz için de, haber kaynaklarının size güven oluşturması gerekiyor. Bu da çok kısa bir sürede oluşmuyor. Oluşsa bile, bunu çok uzun süre korumak zor oluyor. Yıllarca aynı kaynaklarla aynı güven ilişkisini sürdürmek, gerçekten büyük bir özen gerektiriyor. Farklı siyasi partilerin farklı karakterdeki bireyleri ile çalışmak, onları objektif yansıtabilmek, o güveni sürdürebilmek için, zaman zaman yaptığınız haberlerin oluşturduğu rahatsızlığı giderebilmek ayrıca uğraş vermeniz gerekebiliyor. Gazeteci-haber kaynağı ilişkisinde dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Sadece yorumcu değilseniz, sadece köşe yazarı değilseniz, biraz da haber sorumluluğu taşıyorsanız, bu dengeyi sağlamak zorundasınız. Bu, çok uzun yıllar gerektiren bir olay. O yıllar boyunca haber kaynakları sizi, siz de haber kaynaklarını bir çok kez teste tabi tutuyorsunuz. Eğer bu testlerin çoğunluğu olumsuz oluyorsa, o ilişkiyi ya hiç kuramıyor, ya da kurduğuz ilişkiyi kaybediyorsunuz. Aslında Ankara, haber vermemeye kurguludur. Bizde haberi almak kolay değildir. Demokratikleşme, şeffaflaşma diye sürekli savunuyoruz, Türkiye’de bürokrasiden ya da siyasetten haber üretmek ama batıdaki gelişmiş ülkeler kadar kolay değil. Hele belgeli haber üretmek çok zor. Bugüne kadar bildiğiniz halde yazamadığınız önemli bir haber oldu mu? Niteliği gereği yazamadığımız olduğu gibi, yazmamıza izin verilmediği için yazamadığımız konular da oldu. Bugün yazamadığınız haberler, bir gün kitap haline gelebilir mi? Doğrusu öyle bir biriktirme yapmıyorum. Of the record verilen bilgiler, zaten yazılmamak üzere verilmiş oluyor. Onlar yazılacak olsa, belki bir kitap malzemesi olarak kullanılır. Ama kitapta dahi kullanılırken, yine kaynağı saklama sorumluluğu devam eder. Yani bu, zaman aşımı olan bir konu değildir. Ancak önemli bir belge ya da bilginin, artık yasaların öngördüğü süreler geçtiği için açık bilgi haline gelmesinde sorun yoksa, onlardan yararlanılabilir. Bugüne kadar hiç, haber kaynaklarınızın size olan güvenini zedeleyen bir haberiniz yayınlandı mı? Benim liderler seviyesinde güvensizlik yaratan bir haberim olmadı. Tabii zaman zaman yanlış anlaşılmalar oluyor. Çok sık olmamakla beraber, onları ben de yaşadım. O da, yazılı basının çalışma tarzından kaynaklanıyor. Sizin yaptığınız görüşmeyi, yazdığınız haberi, ya da yorumu gazeteye yansıtan mekanizma, İstanbul’da. Bazen habere başlık atılmasında, birinci sayfaya çıkarılmasında, hatalar ya da amacı aşan ifadeler olabiliyor. Türkiye’de daha çok gazetenin birinci sayfasına bakıldığı için, onu gören haber kaynağı bunu sizin yazdığınızı düşünerek bundan rahatsızlık duyabiliyor. Bunları bildiğim için, eğer çok önemli bir konuda haber yapacaksam, İstanbul’daki arkadaşlarımla bunu çok sık görüşerek, takip ederek yapmaya çalışıyorum ki, böyle bir rahatsızlık duyulmasın. Sizce gazeteci neyi ne kadar yazmalı? Haberi aldığınız kaynağın verdiği bilgiyi aslına uygun olarak yansıtmalı, onu yorumlayacağım diye amacı dışına taşımamalı, kanıtlanmamış bir bilgiyi kontrol etmeden kullanmamalı, haber kaynağı izin vermiyorsa onu işaret edecek bir üslupla haberi yazmamalı, mahkemelerde dahi konu edilse haber kaynağını sürekli korumalı. Yoksa manşet olur, ama haber kaynağını kaybeder. Fikret Bila’nın haber kaynağı ile ilişkilerinin ölçüsü nedir? Bence gazeteci, haber kaynağı ilişkisi mutlaka bir mesafe taşımalıdır. Ben haber kaynağı ile arkadaş olunmaması gerektiğini düşünürüm. Resmi bir ilişkidir bu. Gazeteciden de aslında haber kaynağı açısından bir arkadaş olmaz. Samimiyetin belli bir seviyede tutulması gerekir. Karşılıklı saygıya dayalı bir resmiyet taşıması gerekir kanaatindeyim. Ne kadar uzun yıllar birlikte çalışmış olursanız olun, o mesafeyi korumanız gerekir. Haber kaynağınızla ilişki geliştirirken yada konuşurken karşısındakinin gazeteci olduğunu unutmaması gerekir. Milliyet Gazetesi’nde asker kaynağınızı oldukça rahatsız eden bir haberiniz yayınlandı geçtiğimiz aylarda. Bu rahatsızlık nereden kaynaklandı? Irak Savaşı’nın öncesinde böyle bir şey yaşadım. Haber kaynağımı açıklamamın mümkün olmadığı bir haberdi. ‘Asker Rahatsız’ diye bir manşetle bir haberim yayımlandı. Bu tam 1 Mart tezkeresinin onaylanmasına yakın günlerdeydi. Haberin kurgulandığı bilgi birinci elden bir haber kaynağına dayanıyordu ve Kuzey Irak’ta grupların Amerika tarafından silahlandırılmasına olan bir tepkiyi yansıtıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çok üst düzey birinin bu tepkiye ifadesiydi. O sıralarda Ankara’da Türk ve Amerikan görüşmeleri yürütülüyordu. Bu süre içinde Amerikan heyeti, Kürt gruplarını koruyan, Türkiye’nin kaygılarını çok dikkate almayan bir tavırla uçarsavar, ağır silahlar gibi silahların Kürt gruplara verilmesini öneriyor ve onların toplanması, kayda geçirilmesi konusunda da Türkiye’nin taleplerini dikkate almıyor. Türk tarafı hem ağır silah verilmesini istemiyor, hem de verilen hafif silahların Türk subaylar eşliğinde bir zapta geçirilmesini ve operasyondan sonra toplanmasını talep ediyor. İşte bu süreç devam ederken, Türk tarafı Amerika’nın bu tavrından rahatsız oldu. Bu rahatsızlık bana yansıtılmış oldu. Ve bu aynı zamanda askerin de bir rahatsızlığıydı. O başlık politik bir mesaj olarak değerlendirildi ve sanki 1 Mart tezkeresinden rahatsızlık duyuluyormuş gibi bir sonuç yarattı. Aslında yansıtılan 1 Mart tezkeresinin yaratacağı siyasi gelişmedeki rahatsızlık değil, tamamen silahlardan kaynaklanan teknik bir rahatsızlıktı. Fakat bunu AKP, Başbakan, milletvekilleri siyasi bir rahatsızlık gibi algıladılar ve öyle tepki gösterdiler. O zaman o tepkiler sadece bana değil, Genelkurmay’a da iletildi. O zaman Başbakan, Sayın Gül’dü. Böyle bir yaklaşımın parlamentoda AKP grubundaki milletvekillerini de rahatsız ettiğini, ‘Eğer asker bu işten rahatsızsa biz niye 1 Mart tezkeresine oy verelim’ gibi tepkiler geldiğini, zaten AKP tabanının ve grubunun Irak savaşına karşı olduğunu dolayısıyla böyle bir haberi okuyunca olumsuz davranacaklarını ifade etti sayın Gül. Ve haber 24 saate yakın bir süre sonra Genelkurmay Başkanı tarafından ‘bizim görüşlerimizi yansıtmıyor’ diye yalanlanmış oldu. Tecrübeli bir gazeteci olarak haberinizin yalanlanması, sizi rahatsız etti mi? Tabii etti. Ertesi gün, bunu gazetedeki köşemde açıkladım. Bundan rahatsızlığın ne olduğunu tekrarladım. Bu tepkinin, silah dağıtılmasından ve Amerika’nın ikili tutumundan kaynaklandığını açıkladık. Yapabileceğim iki şey vardı: Ya bunu ısrarla devam ettirmek, nitekim ben bunu yaptım, ya da rencide olup haber kaynağını açıklayarak sıkıntıyı büyütmek. Bazen gazetecinin de haber kaynağına güvenini kaybettiği anlar oluyor. Haber kaynağı bir bilgi veriyor, yazıyorsunuz. Ertesi gün o bilgiye gelen tepkiler, eğer haber kaynağının amaçladığı gibi değilse, beklediği olumlu tepki gelmiyorsa veya üstü tarafından ‘neden bu bilgi verildi’ diye eleştiriliyorsa, bu sefer kendisinin o bilgiyi vermediğini söyleyebiliyor. Bazen ‘off the record’ olmadığı halde, kendi verdiği bilgiyi kabul etmeyenler olabiliyor. O zaman o kaynağı bir daha kullanmamamız gerekiyor. Son zamanlarda, özellikle seçim dönemlerinde siyasilerle bunu çok sık yaşadık. Size verilen bilgiyi kaydedip sonradan yalanlanmasının önüne geçemez misiniz? Tabii, bunun giderilmesi bizim ses kayıt cihazı, kamera gibi bazı aletleri kullanmamıza bağlı. Fakat çoğu kez bu tür aletleri kullanmamız hoş karşılanmıyor. Sohbeti yapay hale getirebiliyor, güvensizlik yaratabiliyor, kaynak söyleyeceği bir şeyi söylemeyebiliyor. Fakat, haber kaynağının teyp kullanmaya izin vermemesi ile bir güvensizlik oluşuyor. ‘Demek ki alacağı tepkiye göre doğru veya eğri diyecek’ diye düşünüyorsunuz. Bu da beni rahatsız ediyor. O tür ilişkilerde güven sürdürülemez diye düşünüyorum. Siz nasıl bir tedbir getiriyorsunuz o halde? Ben böyle durumlarda biraz daha empatik düşünmeye çalışıyorum. Yani, ‘bunu böyle yazarsam haber kaynağına böyle bir tepki gelebilir, haber kaynağı da bunu yalanlayabilir’ diye bir mantık yürütmeye çalışıyorum. Bu durumlarda, sorun yaratabilecek kavramları kullanmamaya çalışıyorum. Yarın öbür gün bir sorunla karşılaşmayayım diye, bir otokontrol yapıyorum. Ayrıca, kamu gücünü sürekli olarak basın aleyhine kullanan bir kaynak zihniyeti de oluyor. Bunu da yaşadık. Bunun son örneği İstanbul’daki bombalamalardır. O saldırılar sonrasında “Basın olmasaydı biz suçluyu yakalayacaktık” gibi açıklamalar dinledik. Bu, sorumluluktan kaçmaktır. Nasıl orada asker, polis, savcı, hakim mesleğini icra ediyorsa, biz de mesleğimizi icra ediyoruz. Buna saygı duyulması lazım. Basına yapılan haksız ve bu derece ileri bir suçlamaya karşı, bizim de derneklerimizle, örgütlerimizle kurumsal tepki göstermemiz gerekiyor. Yaptığınız bir haberin negatif etkilerinden dolayı, çalıştığınız kurumun ya da basının sizi yalnız bıraktığı oldu mu? Hiç öyle bir şey yaşamadım.Genellikle meslektaşlarımın desteğini gördüğümü söyleyebilirim. Bazen rekabetten ya da kişisel ilişkilerden kaynaklanan böyle durumlar olabiliyor, ama ben hiç yaşamadım. Ayrıca ben zaten meslek mensuplarının atışmalarını da çok onaylamam. Biraz daha kamusal bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Köşeler itibariyle de bu geçerlidir. Halka bilgi vermek, halkı aydınlatmak gerek. Bunlar bizim malımız değil. AKP hükümetinin basınla olan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP iktidarının basınla ilişkileri henüz kurumsal hale gelmedi. Daha çok el yordamıyla ya da eski alışkanlıklarla yürütülen bir sistemle çalışılıyor. Ama henüz yeni bir iktidar. Onun için zamanla yerleşeceğini düşünüyorum. Basınla ilişkileri açısından Başbakan Erdoğan’ı, bir önceki hükümet lideri Ecevit ile kıyaslayabilir misiniz? Sayın Ecevit, bizim meslekten geldiği için basını daha iyi değerlendiren bir liderdi. Mesela zaman zaman gazetecileri toplayıp, yazılmamak üzere bilgilendirme toplantıları yapardı. Bunlar off the record olurdu ama, yazı yazanlar olayların perde arkasını, doğruları bilerek yazarlardı. Özellikle, ulusal çıkarların söz konusu olduğu konularda böyle bir sistem kurmuştu. Ama Sayın Erdoğan, basınla henüz böyle sistemli bir ilişki geliştiremedi. Hükümetin bir buçuk yıla yaklaşan süredeki performansını bir gazeteci gözüyle nasıl değerlendirirsiniz? AKP Hükümeti göreve gelir gelmez, iki önemli sorunla çalışmaya başladı. Bunlardan bir tanesi Irak kriziydi, diğeri Kıbrıs. Türkiye’nin ulusal hedefleri açısından değerlendirdiğimizde Irak’ta da, Kıbrıs’ta henüz ulusal çıkarlarımıza uygun gelişmeler olduğunu söylemek zor. İç politikaya baktığımızda, makro ekonomik göstergelerde büyük düzelmeler olduğu bir gerçek. Ancak bu sonuçların doğmasında, eski hükümetlerin IMF ile o dönemde başlattığı programa uyulması etkili oldu. Henüz AKP, bir ekonomik tercih ortaya koymadı. Fakat, AB kriterlerine uygun hukuk reformları yapma konusunda, AKP’nin performansı yüksek görünüyor. Yine bir önceki hükümet döneminde başlamış ataklar, çok daha süratli bir şekilde yürütülüyor. Bunda, tek parti hükümeti olmanın da avantajını yaşıyor. Hükümetin Kıbrıs politikasını eleştiren gazetecilerdensiniz. Sizce bu politikanın yanlış tarafı nedir? Kıbrıs sorununun, Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile bağlantılı hale getirilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. İki ayrı konu olarak görülmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü AB’ye girmek bir lütuf değil, Türkiye’nin hakkı. AB, hiçbir ülkeyi bünyesine katarken başka bir özel koşul öne sürmedi. Sadece Türkiye için böyle bir koşul öne sürüdü. AB, Yunanistan’ı üyeliğe kabul ederken, ‘Sizin Kıbrıs’ta sorununuz var. Bunu halledin. Yoksa size tarih vermeyiz” gibi bir koşul yoktu. Burada AB’nin çifte standart uyguladığını ve haksız olduğunu düşünüyorum. Türkiye önüne konulan Kopenhag kriterlerini bence yerine getirdi. Ama Hükümet, belki AB’ye girmeyi Kıbrıs sorunundan daha çok önemsediği için tarih almaya endeksli bir politika izliyor olabilir. Bu politikayı kaygı verici mi buluyorsunuz? Sadece tarih almak uğruna bazı ödünler verilecekse böyle bir kaygı ortaya çıkabilir. Böyle bir politikayı izlemek ve bunu kabul etmek, aslında Türkiye’nin 1974’de gerçekleştirdiği Kıbrıs Harekatı’nda haksız olduğunu kabul etmesi anlamına gelir. Çünkü AB’nin ve Amerika’nın tavrı şu: Güney Kıbrıs’ı resmi bir devlet ve hükümet olarak kabul ediyorlar, Güney Kıbrıs bir ülkenin yarı parçası olduğu halde AB’ye almaya karar veriyorlar. Bu, ‘Biz Türkiye’nin müdahalesini meşru bulmadık’ demektir. Oysa ki o, resmi bir harekattır. İnternet medyası ile ne kadar ilgilisiniz, örneğin vaktinizin ne kadarını internette geçiriyorsunuz? İnternet sonsuz bir kaynak. Onu kontrol edip yararlanabilir bir hale getirmek çok lüks, bizim işimiz de buna çok müsait değil ama, günün belirli vakitlerinde belli başlı internet sitelerine girip ‘yeni gelişmeler var mı’ diye göz attığım oluyor. Bu sitelerle ilgili de çok seçici olmak, güven oluşturulmuş sitelerden yararlanmak gerekiyor. Çünkü internet medyasının bir kontrolü yok. Her türlü söylenti internete yansıyabiliyor. Gerçek olmayan ya da şaka amacıyla düzenlenmiş siteler olabiliyor. Onun için, internet sitelerini çok sağlıklı haber kaynakları olarak değerlendirmek zor. Ancak haber sitesi olarak yerleşmiş, haberleriyle kendini kanıtlamış bazı sitelere bakıyorum. Çünkü bir bakıma ajans işlevi görüyorlar. Günlük gelişmeleri hemen anında yansıtabildiği için oradan istihbarat toplamış oluyoruz. Sonra kendi kaynaklarımızla olayı araştırıp habere dönüştürdüğümüz oluyor. Yazılı basın ile internet medyası arasındaki farkı nasıl tarif ediyorsunuz? İnternet gazeteciliğinin bazı avantajları var tabii. Şöyle ki, basının kendi sorunlarının çok fazla internet ortamına yansımadığını bunun da internet gazeteciliğine özgürlük verdiğini düşünüyorum. Daha rahat bir çalışma ortamı gibi gözüküyor. Bu sitelerin hem yazılı kuralları yok, hem de o sitelerde çalışan arkadaşlar belki kendi görüşlerini daha rahat yansıtma fırsatı buluyorlar. Her yere ulaşma imkanları var. Kuralsızlığın sağladığı bir takım avantajları var. Ama diğer taraftan bir güven sorunu var. Bu da bir dezavantaj bence. Ama bu işi ciddi yapan, emek sarf eden, gazetecilik ilkeleriyle çalışan arkadaşlar bakımından hem alternatif bir istihdam ortamı, hem de alternatif bir medya olanağı yaratıyor. İnternet medyasını, yazılı ve görsel basına rakip görüyor musunuz? Bir alternatif olarak görüyorum. Ama bu alternatifi o şekilde görmüyorum. İnternet basını ortaya çıkmadan önce bu tartışma, yazılı basın ile görsel basın arasında yapılıyordu. ‘Acaba özel televizyonların artması yazılı basını ortadan kaldırır mı?’ gibi tartışmalar sadece Türkiye’de değil dünyada da yer aldı. Ama bunun böyle olmadığı görüldü. Hepsinin işlevinin ayrı olduğunu ve yazılı basına her zaman ihtiyaç olacağını düşünüyorum. Alternatiflerin artması, iletişim zenginliği olarak değerlendirilebilir. Okuyucunun farklı kaynaklara ulaşmasını sağlayan bir olanaktır bu. Bu bakımdan, birbirlerini tehdit eden bir unsur olarak değil de, bir zenginlik, alternatif çokluğu sağlayan seçenek olarak düşünüyorum. FİKRET BİLA’NIN GÖZÜYLE LİDERLER… Bizim lider seviyesindeki haber kaynaklarımız, haber verme konusunda pek açık değillerdir. Zorluk derecesi belirtmek gerekirse; -Sayın Mesut Yılmaz’la hem konuşmak zordur, hem de konuşturmak zordur. Zaten az konuşmasıyla tanınan bir liderdir. Çok az ve çok kısa cümlelerle bilgiyi verir. Onu deşmek, ilerletmek çok zor olur. Sayın Mesut Yılmaz ile söyleşilerimizde, ben hep biraz daha fazla bilgi alabilmek adına çaba göstermişimdir. -Sayın Demirel, bu konuda çok zengin bir haber kaynağıdır. Her gazeteyle veya televizyon temsilcisiyle aynı gün içinde konuşma yapsa bile, her birine ayrı ayrı manşetlik malzeme verebilecek kadar siyasetçi-basın ilişkisini iyi bilen bir liderdir. Sayın Demirel bu konuda çok deneyimlidir ve onun için çok rahat konuşulan, çok rahat ulaşılan biridir. -Sayın Ecevit de haber kaynağı bakımından zengindir. Ancak, daha fazla eşitlik düşünerek hareket eder. Gazeteciler arasında aynı bilgiyi tekrarlar. Sayın Ecevit çok seçici gibi bilinir, ama öyle değildir. Ankara Temsilcilerine hep eşit muamele etmeye çalışır. Önemli konularda onları çağırarak, toplu açıklama yapar. Aslında, bu yönü pek de bilinmez. Çok seçici çalışıyor gibi bilinir. Ama bu bütün liderlerde vardır. O güven duygusu ile ilgili bir şey. - Henüz Sayın Başbakan’ın basınla ilişkilerinin bir sistematiği yok. Aslında zaman ayırıp da bir düzenleme yapmasında fayda var. Sayın Başbakan ile birebir görüşecek kadar rahat bir iletişim imkanımız henüz yok. Zaten öyle bir sistem de kurulmuş değil. Daha çok tesadüfi oluyor. Tabii zamanının çok az olduğundan hiç kuşkum yok. Ama çağımızın koşullarında, kamuoyuna ve halka saygı gereği basına zaman ayırmak gerekir. Sayın Başbakan bunu yapmaya çalışıyor. Habere giden muhabir arkadaşlarımızla mutlaka görüşüyor. Ama bunlar çok kısa ve ayaküstü oluyor. Bu ilişkileri düzenlemek ve gazeteciyle rahat konuşabilecek bir zaman ve ortamı yaratmak gerekir ki, kamuoyunun aydınlatılması daha kolay olsun. AKP iktidarının basınla ilişkileri henüz kurumsal hale gelmedi. Daha çok el yordamıyla ya da eski alışkanlıklarla yürütülen bir sistemle çalışılıyor. Ama henüz yeni bir iktidar. Onun için zamanla yerleşeceğini düşünüyorum.