Zina meselesi, bitmeyecek gibi

Abone ol

Nihayet zina tartışmalarının yol açtığı gerginlik bitti. TCK'daki düzenlemeler bizi AB'ye bir adım daha yaklaştırdı. Ama tüm sorunlar aşılmadı. Özellikle zina meselesi...

Zina krizi bitmedi... Meclis nihayet zina krizine nokta koydu. Ceza yasası olağanüstü toplantıda neredeyse külliyen değişti. AB kapısı biraz daha açıldı. Özgürlükleri engelleyen pek çok hüküm ortadan kalktı. Ama zina meselesi henüz kapanmadı. Başbakan aralarında şeriatça ilişkiye izin verilen bir bağ olmadan, bir erkekle (zani) bir kadının (zaniye) cinsel ilişkide bulunmasının cezasız kalmasını içine pek sindireceğe benzemiyor. İlk fırsatta bu konu tekrar gündeme gelirse hiç şaşmamak gerek. Üstelik Başbakan da yalnız değil. Toplumdan destek var. Kadının namusunu korumaya bu kadar hevesli insanların yaşadığı bir ülkede başka türlü olması zaten imkansız. Burası kızını, namusunu korumak uğruna öldürebilen insanların yaşadığı, mahallelerin namus bekçileriyle kaynadığı, belediye zabıtalarının el ele tutuşanları uyardığı bir yer. Erkeğin sadakatsizliğinin kahramanlık, kadının sadakatsizliğinin alçaklık olarak görüldüğü, iki yüzlülüğün kol gezdiği, erkekler dünyası değerlerinin kadın aklına ve vücuduna hükmettiği bir düzen. Sadakatsizliğe müeyyide getirilmesine karşı çıkanlar Başbakanın dediği gibi azınlıkta kalan küçük bir grup. Toplumun büyük bir kesimi sadakatsizliğin cezalandırılmasını meşru gören değerleri içselleştirmiş halde mutlu mutlu yaşıyor. Çoğunun da yasalardan pek bir şey beklediği yok. Yüzyıllardır kendi sorununu kendi çözmüş, bundan sonra da çözecek. Kadınları taşlayacak, kırbaçlayacak, boğacak, bıçaklayacak, kurşunlayacak, yakacak, yani cezalandıracak. Ne de olsa toplumun huzuru, sistemin bekası için kadının namusunun korunması şart. Zinanın zina olmaktan çıkması ancak erkekler dünyasının değerlerinden kurtulmakla mümkün. Kurtuluş da hiç öyle kolay değil. En özgür olduğunu iddia edenlerimiz bile kadınını boyunduruk altına almayı sevgi gösterisinin parçası sayıyor. Mülkiyet dürtüsünün en ilkel biçimi olan kıskançlık hegemonyanın kılıfı olup çıkıyor. Erkekler ne kadar çok severse kadını, o kadar çok boyunduruk altına alıyor. Popüler kültürün taşıyıcıları da erkek dünyasının, ataerkil düzenin değerlerini her gün yeniden üretmemizi sağlıyor. Karşımızda hep “iyi kadın”, “kötü kadın” örnekleri var. İyi kadın sadık eş, vefakar ve fedakar anne özellikleriyle temsil ediliyor. Kötü kadınsa, baştan çıkartıcı, genellikle sarışın ve tabii ki vefasız. İyi ile kötüyü birbirinden ayıran en önemli özellik de bu kadınların seks karşısındaki tutumları. İyi kadının aseksüel olması iyilik için ön koşul. Onun cinselliğini ancak sevdiği biriyle evlendikten sonra ilişkiye girmesi halinde kabullenebiliyoruz. Bu kural kadın senaristlerin yazdığı yeni dizilerde biraz gevşetilse de, dizi kadını namusunu korumak için hala platonik aşka mahkum. Senaristin kalemi bir türlü toplum vicdanını yaralamıyor. İyi kadın için ihanet söz konusu değil. Gerçek hayat kurguya o kadar şartlanmış ki, ihanet edenlere dizilerde bile yer yok. Tabii kurgu gereği bazen iyi kadın da kötü yola düşebiliyor. O zaman da senarist veya yazar cezasını veriyor ve toplumu kötülükten korumak için kötü yola düşen kadını öldürüyor. Ceza bazen ince hastalık, bazen kaza kurşunu, bazen sevdiğini korumak ve iyiliğini tescil etmek için yapılan bir hamlenin sonucunda geliyor. Biçim ne olursa olsun sonuç değişmiyor, kadın bedeni üstünde kurduğumuz hakimiyet sayesinde toplumsal düzenimizin bekası sağlanıyor. 1970’lı yıllarda iyi ile kötü arasında bir yerlerde bir başka kadın tipi daha belirdi, fakat fazla tutmadı. Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i, yani Müjde Ar daha sonraki filmlerinde iyi de olabilecek baştan çıkartıcı kadın tipini canlandırdı. Senaristler Müjde Ar’ı günahlarından kurtarmak için arada sırada öldürse de, duşa sokmayı ve kötülüklerinden yıkayarak arındırmayı tercih etti. Ama ele avuca sığmaz, şekil-sınır tanımaz Müjde Ar, seyirciyi tatmin etmedi. Türkiye’nin çok fazla Fahriye ablalara tahammülü yoktu. Modern Türkiye’nin modern kadını Meltem Cumbul bile kurgusal düzlemde yeniden üretilen geleneğin gazabından kurtulamadı. “Eşkıya” paradigmayı zorladıysa da aşamadı. “Duvara Karşı” gibi aşmaya çalışanlar da oldu. Ama onlar da popüler kültür ürünü haline dönüşemedi. Basın filmi baş karakteri Sibel Kekilli’nin kişiliğinde daha vizyona girmeden mahkum etti. Seyirciye böylesi bir kadın tipinin ancak porno yıldızlarınca canlandırılacağı mesajını iletti. Zaten seyirci de Kekilli’nin canlandırdığı karakteri kötü değilse de, düşmüş kadın olarak gördü. Magazin basını da oldum olası önyargıları beslemekte başa güreşti. Namuslarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan kadınlar hasret ve hayretle seyretti “zenginlerin” yaşantısını. Bir yandan onlar gibi olmaya özendiler diğer yandan olamayacaklarını anlayınca içlerine kapandılar, hallerine şükrettiler. Erkekler dünyasının değerlerini, iki yüzlülüğünü kendi aralarında yeniden ürettiler. Konuştular, koşuştular, magazinin girdabına kapıldılar. Televizyon programlarında sinsice başkalarını gözetlediler. Değişimin taşıyıcısı olacaklarına ahlak bekçisi oldular... HÜRRİYETİM

Günün Önemli Haberleri