Meşhur bir hikayedir…
Tanzimat fermanının ilan edilmesinden sonra halkı
bilgilendiren bir münadi şöyle bağırıyordu: “Duyduk duymadık
demeyin. Bundan sonra gavura gavur denmeyecek. Bundan böyle gavura
gavur diyen cezalandırılacaktır.”
Ülkemizde tam da bu günlerde bu meşhur hikâyeyi hatırlatan
olaylar yaşıyoruz.
Sivil toplum kuruluşlarının da büyük tepkisini çeken gıda yasası
bugünlerde Meclis’te görüşülmeye başlandı.
Hem haber portallarında bu konu ile ilgili arama yaptığınızda
yeterli bilgiye ulaşabiliyorsunuz hem de arzu etmiş olmanız
durumunda yasa hakkında arayış içinde olmanız size olanı ayan beyan
gösteriyor.
Yasa, kısaca tarif etmek gerekirse zararlı bir gıda maddesine
“zararlı” demeyi yasak hale getiriyor ve
“zararlı” diyenleri para cezası ile cezalandırıyor. Hem de
öyle az bir miktar değil. 20 bin liradan başlayıp 50 bin liraya
giden para cezası bunlar.
Gıdalarda kullanılan zararlı maddelerin halk sağlığını
etkilediği yönünde yapılan program ve açıklamaların engellenmesini
de içine alan “gıda güvenliği düzenlemesi” TBMM’de
görüşülmeye başlandı.
Ekini ve nesli ifsat eden kapitalizm, daha çok kazanma
hırsı yüzünden halk sağlığını hiçe sayan holding ve şirketlerin
önünü yasalarla açıyor.
46 maddelik yeni torba yasa teklifinin gıdaya ilişkin ifade
özgürlüğünü kısıtlayacağı ve sansüre neden olacağı nedeniyle
tepkilere neden oldu.
Düzenlemeye göre, bir gıda bilim kurulu oluşturulacak
ve kurulun onaylamadığı açıklamaların yer aldığı yayınlar, gerçeğe
aykırı kabul edilecek.
Gıda güvenliği ve güvenilirliğinde yanıltıcı yayın yapan
kişilere 20 bin liradan 50 bin liraya kadar idari para cezası
verilecek. Ayrıca Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)
yasasına eklenen madde ile de idari yaptırım uygulanacak.
Gıdalarda kullanılan sağlığa zararlı maddeleri gıda
şirketleri daha çok kâr hırsı yüzünden kullanıyor.
Bu maddeler gıdaların bozulmasını geciktiriyor ya da doğal aroma
yerine yapay aroma ve boya kullanılıyor. Kanserojen içeren bu
maddeler, vücutta etkisini uzun yıllar sonra gösterebiliyor. Bu
zararlı maddelerin kullanımı konusunda ekranlarda uyarı yapan
uzmanlar da yasa TBMM’den geçerse susturulmuş olacak.
Tasarıda bahsedilen tanımda, kişi veya amaç fark etmeksizin
yazılı, görsel ve sosyal medya mecrasında yapılacak, gıdanın üretim
ve işleme süreçleriyle ilgili her türlü paylaşım yüksek miktarda
para cezasıyla karşılaşma riski taşımakta.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), tohumlar, tarım
zehirleri (pestisitler), helal gıda, veganlık/vejetaryenlik gibi
geniş bir yelpazeye sahip olan bir konu hakkında tasarı sunuldu.
Tasarıda, bu içerikler hakkında halkı endişeye düşürecek bilgilerin
verilmesinin yasaklanması maddelerden biri.
Kanun tasarısına karşı birçok sivil toplum kuruluşu tepkili ve
bu tasarının yasalaşmaması için büyük gayret sarf ediyorlar.
Habercilik doğru bilgiyi topluma vakıayı değiştirmeden
ulaştırmaktır. Bu minvalde haberlere konu olmuş mezkûr durumu ben
de bu sütundan ihbar etmiş oldum. Zira uzun haber metinleri ihtiva
eden bu önemli meseleye karşın sadece büyük puntolu başlıklara
nazar edilerek iktifa edilmesin diye.
Bazı kesimler tarafından “İkinci İstanbul
Sözleşmesi” olarak nitelendirilen tasarının yasalaşması
halinde toplum sağlığına büyük zararları olacağı kesin.
Bazen bu ülkede bir “akıl tutulması” yaşandığına dair
şüpheler duyuyorum.
Zararlı olan bir şeye zararlı denmesi niçin ve hangi
mantıkla yasaklanır ki?
Zaten yasalarımız gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişileri
cezalandırıyor. Eğer bir şey doğru ise bu niçin söylenmesin ki?
Sanırım bu yasadan en çok zararı Canan Karatay ve
Rasim Küçükusta, Mehmet Ali Bulut gibi toplumu gıda
konusunda bilinçlendiren insanlar görecek. Canan
Karatay’ın her bir kelimesi, her bir cümlesi bu yeni tasarının
cezalandırmayı öngördüğü sınıfa giriyor. Keza diğer isimlerin
de…
Siz olsanız böyle bir ortamda zararlıya zararlı diyebilir
miydiniz..?
Allah akıl fikir versin…
*Cumhurbaşkanının gıda yasası eleştirilerine karşın sansür ile
ilgili düzenleme konusunda geri çekin talimatı verdiği haberini de
paylaşalım.
İnşallah talimat buyruğu yerine harfiyen getirilecektir.