Zapsuya soru yağmuru
Abone olZapsu İnternethaber'in sorularına cevap verdi
Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyd Zapsu ile ilgili medyada
sık sık yeralan haberlere tek elden cevap, Türkiye'de ilk defa
gerçekleşti. Zapsu, 13 gazetecinin soru yağmuruna tutuldu.
Zapsu, biraz izin istedi ve tüm sorulara tek tek cevap verdi.
İnternethaber yazarı Dilek Yaraş'ın da 39 sorusuna cevap veren
Zapsu'nun en büyük silahı ise, başlıkta da belirttiğimiz gibi
İnternet oldu...
Cüneyt Zapsu, gazetecilerden gelen 177 soruyu cevaplayarak
bunu tüm gazetelere yolladı. Başlangıç olarak, Zapsu’nun
İnternethaber’in sorduğu sorulara verdiği cevapları noktasına
virgülüne dokunmadan yayınlıyoruz. Diğer soruları ve cevapları da
ayrı bölümler halinde hazırlayarak bilgilerinize sunacağız.
El-Kadı ile hangi alanlarda ortaklık yaptınız?
Yatırımlarınız, El-Kadı kapitaliyle mi oldu?
Yasin Kadı’nın şahsı ile benim şahsımın doğrudan herhangi bir
şirkette ortaklığı söz konusu değildir. Bununla birlikte onun ortak
olduğu bir şirketle benim ortaklığım olmuştur. Fakat şuna dikkat
edilmeli: Kendisi ile dolaylı ortaklık kurduğumuz dönemlerde,
ülkemizde oturma müsaadesi olan, yurtdışından getirdiği kaynaklar
için Hazine’den yatırım izinleri alan, ülkemizde yatırım yapmasında
hiçbir sınırlama olmayan, gözde bir yatırımcı idi. Ayrıca, ticari
hayatımın hiçbir döneminde, ailemin dışında, herhangi bir kimsenin
kapitali ile yatırım yapmam söz konusu olmamıştır. Kendisi ile BİM
A.Ş. başta olmak üzere bazı şirketlerde bulunan dolaylı
ortaklıklarımız ise 2001 öncesi sona ermiştir.
BİM şirketleri ile bütün bağlarınız kestiniz mi? O konuda
yapılan suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yasin Kadı yasal hiçbir problemi olmayan, Türkiye’de çalışma ve
oturma müsaadesi devletimiz tarafından verilmiş, İstanbul ve
Türkiye hayranı, dünyanın çeşitli yerlerinde yatırımları bulunan,
ciddi, kültürlü, çalışmamıza ve projemize inanmış bir kimse olarak
bizim aradığımız ortak tipine çok uygundu.
BİM ile başlayan ortaklığımız, BİM’ in ihtiyacından doğan bazı yeni
şirketlerde de devam etti. Ben BİM yönetiminden Haziran 1999
tarihinde ayrıldım. 20.05.2000 senesinde hisselerimi de sattıktan
sonra BİM ile hiç bir şahsi ilişkim kalmadı.
Yasin Kadı’nın Caravan adlı şirketinin sahibi olduğu BİM
hisselerini Nisan 1999’da sattığını biliyorum. 11 Eylül 2001
akabinde ise BİM şirketine bir zarar gelmemesi için BİM in İdare
Meclisi’nden ayrıldığını ve 2002-2003 senelerinde de yukarıda sözü
geçen diğer ortaklıklarından ayrıldığını biliyorum.
Benim şahsen BİM dışında kendisiyle doğrudan ortaklığım olmadı.
Ancak benim ortağı bulunduğum şirketler onun ortak olduğu
şirketlerle ortaklık yaptılar. Ortak olduğum tüm şirketlerden
ayrıldığım 2002 senesinden itibaren de kendisiyle dolaylı yada
dolaysız hiçbir ticari münasebetim kalmadı.
Kendisi ile çok uzun zamandır ticari bir ilişkimiz bulunmadığı için
pek görüşmüyorum. Fakat belirtmem gerekir ki bunun Yasin Beyin
adının “ listede” olması ile hiçbir ilgisi yoktur. Gerekirse her
zaman görüşebilirim. Zira ortak olduğumuz devre içinde en ufak
olumsuz nitelikte bir hareketini, bir tutumunu görmedim. Aksine çok
uyumlu ve hayırsever bir insan olarak tanıdım. En son olarak
kendisini Türkiye’de çıkan haberlerle ilgili olarak aradım.
BM ( Birleşmiş Milletler’in )’nin ABD Hazine Bakanlığı’nın
listesini sorgusuz sualsiz kabul ettiğinde, BM’nin ne kadar reforma
ihtiyacı olduğunu bir kez daha düşündüm. Ancak Türk hükümeti de
uluslararası anlaşmalara bağlı olması dolayısıyla bunu kabul
ettiğinde, hiç olmazsa kendi memleketimizde adaletin işleyeceğine
dair ümidimi hep taşıdım. Nitekim Danıştay’ın bu konudaki son
kararı ile adaletin memleketimizde hakikaten işlediğini birlikte
gördük. Şimdi ise merakla bekliyor ve ümit ediyorum ki Yasin Kadı
ismi listeden silinsin. Biliyorsunuz Suud hükümeti resmen BM’ ye
müracaat edip listeden çıkarılmasını istedi. Ayrıca da Yasin Bey’in
bir avukat tutup kendisine bir ay boyunca terörist adı altında
iftira atan medya ve siyasilerimize ciddi davalar açacağını ve bu
yolda açacağı davaları da kazanacağını tahmin ediyorum. Eğer
kendisini biraz tanımışsam bu davalarla kazanacağı tazminatları iyi
bir iş için harcayacaktır.
El Kadı hakkında çıkan haberlerden sonra Cidde'yi arayıp
Kadı'ya durumu anlattığınızda tepkisi ne oldu? Neler dedi
size?
Önce inanamadı, çok üzüldü, daha sonra buna karşı ne yapılabilir
diye sordu. Bende avukat tutmasını tavsiye ettim.
Albaraka Türk ve El kadı ile olan maddi ilişkileri sizin
sağladığınız iddialarına ne diyorsunuz?
Soruyu tam anlayamadım. Eğer Albaraka’ nın ortağı Mustafa Topbaş
bey ile Yasin Kadı’yı benim mi tanıştırdığımı soruyorsanız cevabım
hayırdır.
El Kadı'nın hesaplarına el konulunca, ABD Savunma Bakanı Yardımcısı
Wolfowitz'e şikâyet ederek:'' Bu adamın iş hayatını kararttınız.
Ladin'e gittiğini söylediğiniz yardımları 1993'te yapmış. O
yıllarda Bin Ladin sizin adamınızdı...'' dediğinizde Wolfowitz'in
tepkisi ne oldu?
Tam bu şekilde dediğimi sanmıyorum ama kendisiyle bu doğrultuda bir
konuşmamız oldu. Tepki beklemiyordum nitekim de alamadım.
El Kadı'nın gönderdiği ilan büyük gazetelerde yayınlanmamış
bunu neye bağlıyorsunuz?
Yasin Bey’in, hiçbir kanıt, bulgu, delil bulunmadığı halde listede
5 yıldan beri tutulması nasıl Amerikan Hazinesi’nin ayıbı ise bence
bu da Türk medyasının ayıbıdır.
Başbakanın El Kadı’ya sahip çıkmasını, ona kefil olmasını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Başbakanımızın bu konudaki görüşleri kendi tanıklığı ile
ortaya koyduğu görüşlerdir. Kendisinin kanaatini tartışma gibi bir
hakkımın olmadığını düşünüyorum.
Aslında söylediğiniz bu sözler bir kısım medyanın yorumları üzerine
kurulu. Yalnız varsayımınızda ciddi hatalar var: Benim bildiğim
,Yasin bey hiç bir zaman Albaraka’ nın ortağı veya yöneticisi
olmadı.
Sayın Başbakan’ın “ben kefilim” demesi, Sayın Kadı’nın uluslararası
terörizmle herhangi bir ilişkisi olamayacağına dair bir söylemdi.
Kendisini tanıdığından ve şu ana değin bu yolda onun aleyhinde bir
delil de ortaya konulamadığından bu tür bir finansör olamayacağını
dile getirdi.
Yasin Kadı’nın Al Baraka’da hesabı olması çok normaldir; çünkü BİM’
deki diğer ortak Topbaş ailesidir ve onlar o tarihlerde Albaraka’
da hem yönetici hem de ortak bulunmakta idiler. Bundan “İslami
sermaye ittifakı” gibi ortaya bu kadar “ileri” bir yorum yapmak
bana biraz “ileri” gidilmiş gibi geliyor.
Almanya'dan Türkiye'ye dönerken ne gibi hayalleriniz,
vizyonlarınız vardı? Bunların ne kadarını gerçekleştirdiniz? Ya
gerçekleştiremedikleriniz? Hiç pişman oldunuz mu
döndüğünüze?
Almanya’dan Türkiye’ye rahmetli Turgut Özal’ın getirdiği olumlu
havadan dolayı dönmüştüm. Yeni bir kalkınma havası, yurt dışında
Türk pasaportu taşımaktan gurur duyan, tüm dünyaya mal satmaya
uğraşan birçok genç girişimci ortaya çıkmıştı ve “artık eski
dönemlere dönmeyiz” diye düşünüyorlardı. Ben de onlardan biriydim.
O zamanlar henüz 20’li yaşlarımın sonundaydım.
Ancak eski siyasetçilerin dönmesi ile tekrardan eski kötü
alışkanlıklar da başladı. Bu durum Özal’a yapmak istediklerini
yapabilecek imkan bırakmadı. Tekrardan başlamak üzere Çankaya’dan
inmeden az önce vefat etti ve ne yazık ki tüm kazanımlar bir bir
yıkıldı. 90’lı yıllar Türkiye’miz için tam bir kayıp oldu. Deprem
sırasında, merkezi sistemin tam çöküşünü en yakından gördüm. Bu hiç
işe yaramayan sistem hem kendisi bir şey yapamamakta, hem de
yapmaya çalışan sivil topluma engel çıkarmaktaydı. Geri döndüğüm
yükselen Türkiye tam tersine her açıdan geriye gitmekteydi. İnsan
hakları en başta…
Tayyip Bey’i Belediye Başkanlığı’ndan daha önce tanımış, takdir
etmiş ve sevmiştim. Onun lider yapısı ile çok şey değişebileceğine
inandım ve bunu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında
gördüm. Ona olan sevgiden yararlanmalıydık. Halkın güveni ve
sevgisi o kadar fazlaydı ki, bu düşen trendi ancak o tekrar
durdurup ters yöne çevirebilirdi.
Bu inancım aynen devam ediyor. Örneğin Meclis’te son 3,5 senelik AK
Parti iktidarında kararlaştırılan 1000’den fazla kanunun 1/3’ünden
fazlasının insan haklarıyla birebir alakalı olması benim
gerçekleşen hayallerimden en önemlisidir. Tabii ki çoğu daha “kağıt
üstünde”, yani daha yapacak çok şey var. Ama bu yolda aldığımız
mesafeyi de gözardı edemeyiz.
Hiçbir zaman Türkiye’ye döndüğüm için veya Tayyip Bey’in yanında
siyaset içerisinde olduğum için pişman olmadım. Ülkeme döndüğümden
beri yakamda Türk bayrağı rozetini gururla taşıyorum. Hiç bir zaman
“partizan” olmadım. Her konuya mümkün oldukça objektif bakmaya
çalışıyorum ve 4-5 sene önceki Türkiye ile şu anki Türkiye
arasındaki farkı görmek bana haz veriyor. Her ne kadar medyamız
güzel haberleri verip halkın enerjisine enerji katacağına kötü
haber vermeyi adet edinmişse de gerçekte durum bu değil. Artık hiç
birşey eskisi gibi olmayacak. İnşAllah biz rahmetli Özal’ın yaptığı
yanlışı yapmayıp bizden sonra herşeyin yine eskisi gibi kötüye
dönmesini önleyici, kalıcı tedbirleri alabileceğiz. Mühim olan bunu
gerçekleştirecek zamanın olması.
Soros’la birçok sefer görüştüm
Soros'a ve onu temsil eden Açık Toplum Enstitülerine
yaklaşımınız nedir? Soros ile görüştünüz mü? Görüştüyseniz hangi
amaçla?
George Soros’la birçok sefer görüştüm. Açık Toplum Enstitüsü’nün
araştırmalarının çoğunun bizim görüşlerimize yakın olduğunu
düşünüyorum. Örneğin Kıbrıs konusunda yaptıkları son araştırmada,
bizim ve KKTC’nin istediklerinin hepsini savunduklarını
görebilirsiniz. Kıbrıs konusunda bizi ve AB üyeliğimizi, AB
başkentlerinde sürekli desteklemektedirler. Aynı şekilde Çeçenistan
konusundaki çalışmalarını incelemenizi tavsiye ederim.
Bu kuruluş, “ Türkiye’yi parçalamak amacındaymış vs ” şeklindeki
dedikodular hiç bir araştırma yapmaya gerek duymayan komplo
teoricilerinin söylemleridir. Kendisi ABD’nin bugünkü dış
politikasına karşı çıktığı için bilhassa neo-con’lar tarafından
sevilmiyor olabilir. Bu söylentileri yayan bizimkiler de bu şekilde
neo-con’larla aynı safta yer almaktadırlar. ( Fırsatınız olursa
Soros’un Wall Street Journal’da 17 Ağustos’ta çıkan yazısını
okumanızı tavsiye ederim.)
Görüşme amacıma gelince, AK Parti Genel başkan Veri Koordinatörü
olarak vazifelerimden biri dünyadaki kanaat önderleri ve yabancı
sermayeyi çekebilmek için de önemli iş adamları ile temastır.
George Soros her iki kategoriye de girdiği için temas ettiğim
kişilerden biridir.
Rupert Murdoch'ın sahibi olduğu News Corporation'a TGRT'yi
aldırdığınız iddiası için ne diyorsunuz?
Türkiye’ye yabancı sermaye çekmek ve Türkiye’de yatırım yapmak
isteyen yabancılara yardımcı olmak benim baştan beri görev
tanımımın içinde yer almaktadır.
Bunun için senelerdir çalışıyorum. Murdoch’la da Türkiye’de yatırım
yapması için görüştüğüm doğrudur, ancak yapacağı yatırımın hangi
şirket olacağına kendi karar vermiştir.
TÜSİAD üyeleri hakkınızda çıkan spekülasyonlardan sonra
size sahip çıktılar mı?
Genel Sekreter ve Yönetim Kurulu Başkanı tarafindan
TÜSİAD’da benimle ilgili herhangi bir sorunun gündeme gelmediği
bildirilmiştir. Ayrıca TÜSİAD Haysiyet Divanı Başkanı Can Paker,
basın bunu kendisine sorduğunda bunun “TÜSİAD ile alakalı
olmadığını, hükümet ile TÜSİAD’ın arasının bozulmasına
çalışıldığını, siyasi yıpratma aracı olduğunu ve TÜSİAD’ın
kullanılmak istendiğini” söylemiştir. Anladığım kadarı ile bir
gazetenin tamamen uydurmasıdır, zaten gazete hakkında gereken
hukuki yola da başvurulmuştur.
Wolfowitz ve Wilson gibi kişilerle evlerinde kalacak kadar
olan samimiyeti hangi tarihlerde ve nasıl kurdunuz? Bu şahıslarla
şu andaki samimiyetinizin ölçüsü nedir?
Bu evlerinde kalma dedikodusunu kimin çıkardığını bilmiyorum. Ben
biriyle ne kadar samimi olursam olayım evinde kaldığım yok denecek
kadar azdır. Sorduğunuz iki kişi ile de normal bir tanışıklığımız
vardır.
2002 yılında Türkiye'nin Başbakanı Ecevit olduğu halde,
Davos'a Erdoğan'ın davet edilmesini sizin sağladığınız söyleniyor.
Bunu hangi gerekçeyle yaptınız ve nasıl
başardınız?
Ben ve ağabeyim çok uzun yıllardır Davos toplantılarını düzenleyen
WEF’e (World Economic Forum) üyeyiz. WEF’in hem her yıl Davos’da
yaptığı yıllık toplantıya, hem de diğer platformlarına katılmaya
çalışırız. Davos her zaman yeni açılımların, yeni akımların ve yeni
buluşmaların yeri olmuştur. 2002 toplantısında biz partiyi kuralı
yaklaşık 6 ay olmuştu ve tüm Dünya bu yeni yükselen partiyi ve
liderini merak ediyordu, bundan dolayı WEF yönetimi zaten davet
etmek istiyordu. Ben de kendilerine yardımcı oldum.
Ortadoğu'da alevlenen savaşa ilişkin Türkiye'nin
yaklaşımını ve taraflardan beklentileri Büyükelçilik yetkililerine
aktarmışsınız. Hangi büyükelçiliklerdi bunlar? Nasıl bir yaklaşım
ve ne tür beklentilerdi aktardıklarınız?
Benim Türkiye’nin yaklaşımını ve beklentilerini Büyükelçilik
yetkililerine aktardığım sadece bir söylentidir. Herhangi bir
şekilde Türkiye’nin yaklaşım ve beklentilerini aktarmış olmam söz
konusu değildir. Çünkü ne ben Türkiye Cumhuriyeti hükümetini temsil
ediyorum, ne de büyükelçiler benim böyle bir temsil yetkim olduğumu
zannediyorlar.
Benim büyükelçilerle görüşmem çalışma rutinimdedir. O dönemde uzun
süre yurt dışında bulunmam gerektiğinden, büyükelçiler ile görüşmem
mecburen aynı güne denk gelmiştir.
İlgilenen Amerikan Dışişleri Bakanlığı Ankara Büyükelçiliği’nin
resmi web sayfasına girip, 24 Temmuz 2006’da Büyükelçi Wilson’un bu
konuda söylediklerini orjinalinden okuyabilir.
Büyükelçiler ile yaptığınız bu görüşmelerin sonucunda
ortaya oldukça karışık bir manzara çıktı. Bu konudaki temel sorun
neden kaynaklanmıştı. Geriye dönüp de olan bitene baktığınızda
''Şöyle yapsaydım daha iyi olurdu.'' dediğiniz oldu
mu?
Ortaya çıkan manzaranın karışık olduğunu düşünmüyorum. Bu benim
Ankara’daki rutinim. Bundan önceki günler, aylar, senelerde de aynı
program, aynı yoğunlukta sık sık yaşanmıştır. Sadece basın benim bu
rutinimi geç fark etti. Ben Sayın Genel Başkan’ın bana verdiği
görev tanımı çerçevesinde gerektiği durumlarda temas etmem gereken
herkesle fikir alış verişinde bulunup, onların bana aktardıklarını
özetleyerek Sayın Genel Başkan’a iletmekle yükümlüyüm. Buna
Türkiye’deki büyükelçiler de dahildir.
1 Mart tezkeresinin geçmesini arzuladım
15 Ocak 2004 tarihinde TurkishTime'da yayınlanan söyleşinizde:
''Amerikalılara sürekli şunu soruyordum: Amerika'ya yatkın, Iraklı
bir lider yetiştiremediniz mi on senedir? Böyle bir lider olması
gerekiyordu. Halbuki Ahmet Çelebi gibi Amerika'dan gelen değil Irak
içinden, Iraklı bir iki lider koymaları gerekirdi. Irak gibi bir
yer ancak Iraklılar tarafından idare edilebilir. '' diyorsunuz. Bu
sözlerinizle, Amerika'nın yayılmacı, müdahaleci politikalarını
onaylamış, hatta desteklemiş olmuyor musunuz? Bu konuya siz hangi
pencereden bakıyorsunuz?
Hayır, tam tersi. Bu sözlerim ile Amerika’nın politikasını
onaylamış, hatta desteklemiş olmuyorum. Reel siyaset gereği, eskide
olanı bir kenara bırakıp, şu an ne yapılmalı diye düşünmek gerekir.
ABD’ye, onların bakış açısından daha iyi bir bakış açısı sunuyor,
Irak için de çok daha iyi netice verebilecek bir şey söylüyorum.
Söylediğim, Irak’ın Irak’lılar tarafından yönetilmesi gereği idi,
yoksa Amerika’dan gelen yöneticiler tarafından değil. Benim hala
bugün dahi anlayamadığım nasıl olur da – bırakın dünyayı – sadece
ABD olarak vergi veren vatandaşınızın cebinden belki 500 milyar
dolarlık bir Irak savaşı yapacaksınız ve savaşı askeri anlamda
kazandıktan sonra ne yapacağınızı, ülkeyi nasıl, kimle
yöneteceğinizi bilmeyecek, planlamayacaksınız? Şimdi ben bunu
sorduğum için ABD planını uygun mu görmüş oluyorum?
Evet ben 1 Mart tezkeresinin geçmesini arzuladım; Çünkü öncelikle
memleketimizi düşündüm. Şu anda bana “gördün mü, ya geçseydi
yanmıştık” diyenlere karşı da, şunları söylüyorum: Belki haklısınız
ancak geçseydi ne olabileceğini, sağlayacağı maddi avantajları kim
nereden biliyor? Çok daha önemli şeyler vardı: Şu anda bizim
askerimiz Kuzey Irak’ta geniş bir emniyet şeridini kontrol ediyor
olacaktı. Acaba PKK bu şekilde gelişebilir miydi? Kürt tarafı
Irak’ta bu kadar önemli rol oynayabilir miydi? Şu an vesveseye
gerek yok. Ama bu geride kaldı, şimdi bize düşen önümüze
bakmak.
Sizi, başbakandan rol çalmak, başını belaya sokmak ve kriz
çözmek yerine kriz çıkarmakla suçluyorlar. Ne
diyorsunuz?
Çok hoş! Benim ne yapıp ne yapmadığım sadece basında çıkanlarla
sınırlı değil. Bunları ben biliyorum, Sayın Başbakan biliyor.
Bilmesi gerekenler biliyor. Bu da bana yeter. Üstelik basında
çıkanların da ne kadarı gerçek? Zaten gerçekler yazılmadığı için bu
kadar dava açıyorum, şu anda da sizlere bilgi vermeye
çalışıyorum.
Türkiye için neler yaptınız ve daha neler yapmak
istiyorsunuz?
Neler yaptım? Ülkem için elimden geldiği kadarını yaptım. Belki
birgün tarih yazar. Doğru yazması için uğraşacağımdan emin
olabilirsiniz!
Hedefim bu ülkenin her geçen gün daha yaşanabilir bir hale gelmesi,
her türlü özgürlük ve her türlü hakkın olduğu, hiçbir korkunun
olmadığı bir ülke olmasıdır. Bunun dışında siyaset arenasında
kendime şahsi bir hedef koymadım.
“İnsan hakları” dendiğinde komünist olmanıza gerek yok, başörtüsü
dediğinizde şeriat gelmez, Kürtçe dediğinizde memleket bölünmez.
Biraz kendimize güvenirsek bizim korkularımıza hiç gerek
olmadığını, aslında başkalarının bizden korkmaları gerektiğini
göreceğiz.
PKK'yı desteklediğiniz iddiaları hakkında ne diyorsunuz?
Nereden çıkıyor bu söylentiler?
Bu bana ailemin bir kısmının (Babaannem ve bir koldan büyükbabam)
kökeninden dolayı vurulan bir damgadan başka bir şey değil. Başka
hiçbir tutanakları yok bu iftira atanların. Olsa şu ana kadar
ortaya çıkmıştı zaten. Tek söylenen Babaannemin eski bir Kürt
ailesine mensup olması ve bu ailenin bazı mensuplarının bundan yüz
küsür sene önce devlete baş kaldırmış olmaları. Dedemin ise Said-i
Nursi ile dost olması ve kızlarından birinin (yani halamın) meşhur
Musa Anter ile evlenmiş olması.
Ancak şunları yazmıyorlar: Diğer kızını bir Binbaşı olan Remzi
Yılmaz’a vermiş, oğluna (yani babama) Rumeli göçmeni İbrahim
Uzel’in kızını almış, Necip Fazıl ile birlikte milliyetçi Büyük
Doğu Cemiyeti’nin kurucusu olmuş. Bu gerçekler acaba niye görülmek
istenmiyor. Bir de Kürt Teali Cemiyeti’nden bahsediliyor. Halbuki
benim bildiğim rahmetli dedem Kürt Teali Cemiyeti kurucusu değil,
Kürt Hevi Cemiyeti’nin kurucusudur. Kurucusu olduğu Cemiyet
Cumhuriyet döneminde resmi izinle kurulmuş İstanbul’daki Kürt
talebeleri destekleyen bir cemiyettir. Hatta bu cemiyet o
zamanlarda Kürt talebelere el atan Bolşevizm karşıtı olarak
çalışmış. Bunu dahi yanlış yazıp yayıyorlar! Kaldı ki dedem dindar
bir insandı ve dinimizde ırkçılığa dayalı milliyetçilik anlayışının
olmadığını herkes gibi elbet dinimizi çok iyi bildiği eserlerinden
anlaşılan dedemin kendisi de biliyordu.
Benim hakkımda söylenen bir başka husus daha var, o da
şirketlerimde Kürt Teali Cemiyet Başkan ve üyelerinin torunlarını
çalıştırdığım. Bu konuda da söyleyeceğim var!
1. Bu bir yalandır, değil diyenler iddialarını ispat etsinler!
2. Bir an bu iftirayı doğru kabul edin. Farz edinki katil bir kişi
var. Şimdi onun soyundan gelenlere, torununada mı iş vermemek
lazım? Yazık ki, modern Türkiyemiz’de hala bu anlayışta kimseler
var.
’Biz şu Cuneyd Zapsu’yu nasıl PKK ile ilişkilendiririz,’ diye bir
şeyler bulmaya çalışıyorlar. Fakat ortada bulunan bir şey yok,
çünkü olmayan bir şeyi arıyorlar.
Bırakın bana, aileme karşı atılan tüm iftiralara karşı da dava
açtım. Üzüldüğüm, zaten büyük yük altında olan Türk adaletinin
benim yüzümden daha fazla meşgul olması. Ancak bu gibi iftira ve
asılsız iddialar karşısında suskunluğum yanlış yorumlandı, bu
konuda zayıf bir yanım var sanarak daha da fazla üstüme geldiler. O
kadar ileri gidildi ki bunlara inanarak “Bu Cuneyd Zapsu zararlı
biri, bunu yok edelim,” diye düşünenler dahi çıktı.
Eşinizin başı açık namaz kılması ve bu konu hakkında çıkan
tartışmalar için ne düşünüyorsunuz?
Ben bunun yerleşik din anlayışımıza, örf ve adetlerimize uygun
olmadığı kanaatindeyim. Ancak kendisine “yap- yapma”şeklinde
telkinde bulunmam. Ne yapacağını kendisi bilir. Ben kızlarıma da ne
örtün ne de açıl derim. Doğru bildiğimi anlatmaya çalışırım ama
karar kendilerinindir. Nasıl ki başörtülü bir kızımızın okuma
hakkının elinden alınması insan hakkı ihlalidir, başörtüsüz birinin
de ibadet hakkı olmalıdır. Ancak hak başkasının hakkına tecavüz
edildiği an, hak değildir. O da ayrı bir mevzu.
Bugün bunu cevaplarken bir hadiseyi hatırladım. Partimizin bir İl
Yönetim Kurulu üyesi (başı örtülü olmayan genç bir hanım)
tanımadığı biri tarafından eleştirildiydi. “Önce başını ört, bu ne
hal” diye. İşin üzücü yanı hanım kendi baş örtüsü takmadığı halde,
başörtülülerin hakları için birçok başörtülüden daha fazla
uğraşıyordu. Bu tür tavırlarda bulunanların başörtülü kızlarımızın
okullarda başörtülerini zorla çıkaranlardan hiç bir farkı yoktur.
Toplumumuzun bunun farkına varması lazımdır. Başörtülü kızlarımız
başörtüsüzlerin hakkını, başörtüsüzlerin de başörtülülerin hakkını
koruması gereklidir.
Amerikada,Türk basınında çok tartışılan ''Bu adamdan
faydalanın…'' sözlerinizle gerçekte neyi kastetmiştiniz? Durum
basında yansıtıldığı gibi midir?
Sayın Dişli ve ben, Amerikalı Ak Parti muhaliflerine hitap etmek
için söz konusu toplantıya katıldık. Toplantının hiç usulü olmadığı
halde, biz bu toplantıyı Türk gazetecilere açtık ki kapalı kapılar
ardında ne konuşulduğunu duysunlar. Orada bulunan Türk
gazetecilerin aksine Amerikalılar kastettiğim “faydalanmak”
fiilinin gerçek anlamının bazı Türk gazetecilerin yorumladığı gibi
“manipüle” etmek olmadığını, burada “kullanmak” fiilinin “iletişim
kanalı olarak kullanmak” manasında ve de kendi şahsi
kredibilitesini verdiği mesaja katabilen bir kanal olarak
kullanılmak manasında olduğunu anladılar. Durum hiçbir şekilde
basında yansıtıldığı gibi değildir. Zaten bu konu ile ilgili olarak
hakkımda “Türkiye Cumhuriyeti ve Başbakanı’nı aşağıladığım” için
suç duyurusunda bulunulmuş, Şişli Başsavcılığı 18.07.2006 tarihinde
gördüğü belgelerden sonra takipsizlik kararı vermiştir. ( Karar No
: 2006/950 )
CIA ajanı da Amerikan vatandaşı da değilim
ABD ile olan bağlantılarınız şekli ve boyutu konusunda
okuyucularımızı aydınlatır mısınız?
Uzun yıllar işlerim sebebi ile ABD ile pek çok bağlantım ve bir çok
tanıdıklarım oldu. Amerikalı firmalarla gerek Amerika’da gerekse
Amerika dışında pek çok görüşmem, işbirliğim oldu. Bunun dışında
üyesi olduğum Dünya Ekonomik Forumu toplantıları ve onbir senedir
yönetim kurulunda bulunduğum Türk-Amerikan İş Konseyi çerçevesinde
pek çok Amerikalı ile tanışma fırsatım oldu. Sorunuz CIA ajanı vs.
miyim ise, hayır değilim. Hiçbir zaman olmadım, olmaya da niyetim
yok. Amerikan vatandaşı olup olmadığımı soruyorsanız, hayır
değilim.
Babaanneniz Hidayet Zapsu'nun yaşadığı sürede Türkler
aleyhine konuştuğu ve Kürt isyanlarının baş aktörü olan Bedirhan
aşiretine mensup olduğu; halanızın Musa Anter'in eşi olması ve
dedelerinizin Şeyh Sait ile akraba olduğu hakkında çeşitli
söylentiler atılıyor ortaya. Ayrıca, şirketlerinizde Kürt Teali
Cemiyeti'nin başkan ve mensuplarının torunlarının yönetici olarak
görev yaptıkları iddia ediliyor….Ne diyorsunuz bu söylentiler
karşısında?
Rahmetli babaannemi çok iyi hatırlıyorum ve bir kez dahi Türkler
aleyhine konuştuğuna şahit olmadım. Zaten, böyle birşey olmasına da
imkan yoktur. Çünkü, en basitinden gelini Rumeli Türk’üydü. Diğer
bir kızını da Anadolulu bir Türk subayı ile evlendirdi. Sadece bu
örnek bile kendisinin Kürtçülük gibi bir çekişme, mücadele, tavır
içinde bulunmadığını gösterir. Kaldı ki birisinin sizin ifadenizle
“ Türkler aleyhinde konuşması” gibi bir tavır, sadece o noktada
kalmaz, aynı zamanda güzel ülkemize, milletimize, onun değerlerine,
tarihine, bayrağımıza karşı olmayı da ifade eder. Bunlar ise bizim
ailemizin bu günü için de dünü için de söz konusu bile olamaz.
Bundan dolayı aslı olmayan ve bizi gerçekten yaralayan bu sözlerin,
bizleri ve ailemizi tanımayanlar tarafından ortaya atıldığına
inanıyoruz.
Demokrasiye verdiğiniz önemi biliyoruz... Sizce,
Gaziantepte şehit babasının cenazede yaptıgı konuşmadan dolayı
verilen 11 aylık ceza alması demokrasiye aykırı bir şey değil
midir?
Bu konuya iki açıdan bakıyorum: Vicdani ve Hukuki. Vicdani açıdan
hakikaten üzücü. Acılı bir babanın sözleri bu şekilde
cezalandırılmamalıydı. Onun içinde bulunduğu psikolojiyi anlamaya
çalışmalı, kendimizi bu zor konuda bile, bu yanlış sözler
karşısında bile, bundan dolayı hoşgörülü olmaya zorlamalıyız.
Hukuki açıdan ise mahkeme heyeti kararını vermiş, üzerine bir yorum
yapmam doğru olmaz.
Yahudi lobisi için çalıştığınız iddialarına nasıl bir cevap
vermek istersiniz?
Neye istinaden bu iftirayı atıyorlar bilemiyorum. O yüzden cevap da
veremeyeceğim. Sayın Başbakan’la birlikte bazı Yahudi kuruluşlarını
ziyaret etmemizden dolayı mı acaba? Dediğim gibi bilemiyorum…
Ancak, ben Türkiye’nin güzel ülkemin dışında hiçbir memleketin
lobisini yapmadım, yapmam.
PKK hakkında ne düşünüyorsunuz? PKK'yı bir terörist örgüt
olarak kınadınız mı?
Tabii ki PKK bir terör örgütüdür ve Kürtler için
büyük bir şanssızlıktır: Ama bir soru sorayım, bu örgütün terör
örgütü olduğunu kabul ettiğini göstermek için ulusumuzun her
bireyinin teker teker bu terörist örgütü kınaması mı gerekir? Olay
ortada, yaptıkları ve amaçları ortada.
1 Mart tezkeresinin geçmesine çalıştığım için de suçlanıyorum. PKK
yanlısı biri hiç bunun için çalışır mıydı? PKK’nın tezkere
zamanındaki tutumunu lütfen bir hatırlayın.
ABD'nin Büyük Ortadağu Projesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizce Türkiye'nin bu projedeki yeri nedir?
Bence önce ABD’nin kendisinin bir karar vermesi lazım. Kendileri
BOP ( Büyük Ortadoğu Projesi ) hakkında ne düşünüyorlar? Hala iki
sene önceki Sea Island kararlarını hayata geçirmek istiyorlar mı?
Bence bazılarında kafa karışıklığı var.
Bölgenin demokratikleşmesinde biz çok büyük rol oynayabiliriz,
yeter ki herkes bunu hakikaten istesin.
AB'ye girmenin Türkiye'ye ne gibi faydaları olacağını
düşünüyorsunuz? AB'nin ulusal birlik ve bütünlüğümüz için bir
tehdit oluşturduğu yönündeki düşüncelerde de gerçeklik payı
olabilir mi sizce?
Bence çok önemli bir soru sormuşsunuz, mümkün olduğu kadar kısa
anlatmaya çalışacağım.
AB bizim kendimiz için, toplumumuzun yararı için koyduğumuz bir
çıtadır. İnsan hakları açısından ve ekonomik gelişme açısından
konan bir çıta. Ben insan hakları olmadan sağlanmış gibi gözüken
ekonomik refahın sıhhatli ve kalıcı gelişme olduğuna inanmıyorum.
Biri diğerini getiriyor ve bence bu döngüde önce insan hakları
gelmelidir. İnsan hakları sadece kimseye dokunmama, işkence
olmaması vs. değildir. Şeffaflıktır, haksız rekabetin önlenmesidir,
iş hakkı, eğitim hakkıdır. Bunlar tamamlandığında ekonomi, hele
Türkiye’miz gibi dinamik bir yapıya sahip olan bir ülkede
kendiliğinden gelişir.
Evet, hedef AB seviyesidir; çünkü şu anda bize daha uygun bir model
gözükmemektedir. Bildiğiniz gibi bu seviyeye ulaşabilmemiz için de
bir süreç başlamıştır. Kimine göre 5 kimine göre 10 sene
sürebilecek bir süreç. Bu zaman sonunda bu seviyeye geldiğimizi
farz etsek bile işler yine bitmiş olmuyor. Önce AB ülkelerinin
hepsi buna “tamam” demeleri gerekiyor.
Ama hiç üzerinde durulmayan, unutulan birşey daha var: Biz o zaman
ister miyiz? O zaman gelsin, halkımız buna karar verir, o yüzden
ulusal birlik ve bütünlüğümüz için tehdit mi değil mi o zaman, o
günün şartlarında düşünelim. Şu an korkulacak bir şey olduğunu hiç
sanmıyorum. Aksine şu an atılan adımlar neticesinde kişi başına
gelirimiz artmaktadır. Zengin ve refah düzeyi yüksek ülkelerin
ulusal birlik ve bütünlüğü fakir ülkelerinkine göre daha az
tehlikedir diye düşünüyorum!
DTP'li belediye başkanları hakkında ne
düşünüyorsunuz?
DTP Anayasanın öngördüğü çerçevede kurulmuş ve çalışan bir
partidir. Nitekim merkezi yönetim, bu tip belediyelere hiçbir ayrım
yapmadan, yardımlarını yapmaktadır Ancak DTP’li Belediye Başkanları
bu çerçevenin ve hukuk düzeninin dışına taşan eylemlere
girmemelidir. Bu tür eylemler hem kendilerini seçenlere hemde diğer
vatandaşlarımıza zarar verir. Bu ise sonuçta ülkemizin
zararınadır.
Gelecek seçimlerde milletvekili adayı olmayı düşünüyor
musunuz?
Şu an için düşünmüyorum. Hiyerarşik pozizyonlara, rutin mesai
düzenine ruhen uzağım. Ancak bugünden bir sene sonrasına kesin
karar vermek, kendimi kendi sözlerimle bağlamak da istemiyorum.
Güneydoğu Anadolu ile ilgili bir rapor hazırladınız mı?
Yanıtınız ''evet'' ise bu bu rapor ne doğrultudaydı.
Cevabım “hayır”.
Her sene ne kadar vergi verdiniz?5 yıl önceki mal beyanınız
varmı?
Dört yıldır iş hayatından uzak olduğum, şirketteki hisselerimi
sattığım ve gelirim de bu satış bedelinden olduğu için beyana tabii
gelir getirecek bir faaliyetim olmamıştır. Mal beyanım var.
MHP lilerin milliyetçi ideolojilerininin teorisyenlerinden
Seyit Ahmet Arvasi sizin neyiniz oluyor?
Kendisi baba tarafından uzak bir akrabamdır.
Kiliselere destek olduğunuz, bir nevi misyonerlik
yaptığınız iddiaları karşısında ne diyorsunuz?
Bu da mesnetsiz ve çirkin bir iddiadır. Ben inacını yaşamak isteyen
herkese olabildiğim kadar destek olurum. Kilise açmak isteyen
Hristiyana da, havrasını tamir etmek isteyen Museviye de, camii
yapmak isteyen Müslümana da. Ben inançlı, imanlı müslüman bir
aileden geliyorum. Çocuklarıma da Allah sevgisi vermeye çalıştım.
Korkudan çok sevginin önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer misyonerlik
yapacak olsam, bu ancak İslamın misyonerliği olabilir.
Herhangi bir tarikate yakınlığınız var mı?
Tarikat mensubu muyum diye soruyorsanız hayır değilim, ama çoğumuz
gibi iki büyük Türk mutasavvıfının, Yunus ve Mevlana’nın
aşığıyım…
Doğu ve Güneydoğu’ daki mağazalara sahip olduğunuzda
bölgede üretilen malları almadığı iddialarına ne diyorsunuz? Etnik
kökeninizin sizin hakkınızdaki suçlamalarda tetikleyici etki
yaptığını düşünüyor musunuz?
Böyle biri durum olmadı, yani Doğu ve Güneydoğu’da mağaza sahibi
olmadım. BİM’den biliyorsunuz ayrılalı seneler oluyor. O tarihlerde
BİM’in Doğu ve Güneydoğu’da mağazası yoktu. BİM’in şimdi ne
yaptığını bilmiyorum, lütfen kendilerine sorunuz.
Bununla birlikte bu kadar absürt bir iddia duymadım. Böyle şey mi
olur? Tam tersi bölge ürünlerini desteklemek gerekir. Onları ulusal
düzeyde satmak bilahare ihracatına çalışmak gerekir diye
düşünüyorum.
Fındık piyasasına müdahale ettiğiniz ve kendi çıkarlarınıza
kararlar aldığınız iddialarına ne diyorsunuz?
Fındık piyasasına müdahele ettiğim ve kendi çıkarlarım için
kararlar aldığım iddiaları tamamen gerçek dışıdır. Bu konuya daha
önceki sorularda cevap verdim
Size, basın tarafından bugüne kadar hiç sorulmayan ama
sizin ''mutlaka sorulması gerekirdi'' diye düşündüğünüz bir soru
var mı?
Bu e-postada kamuoyunu ilgilendirecek benim hakkımda sorulabilecek
tüm soruların sorulduğunu zannediyorum.